Gelenek ile yoğrulan ekmek

İstanbul Kadıköy Anadolu Lisesi’nde sözde gelenek adı altında bir olay yaşandı. Armasında martı bulunan mezkûr lisenin mezunlarına ve yeni başlayan öğrencilerinin üzerlerine velileri simit atıyordu. Sosyal medyada yoğun şekilde eleştirilen durumun bazı veliler ve öğrenciler tarafından ise gelenek adı altında savunulduğu görüldü.

İnsanların inanç ve eylemleri geleneksel olana dahası kutsal sayılanlara aykırı olursa tepki çekmesi doğaldır. Peki, toplum olarak geleneği nasıl tanımlarız? Gelenek, geleneksel olarak öteden beri yapılagelen kadim alışkanlıkların tamamından ibarettir. Geleneğin geçmişle bağlantısı vardır. Geleneğiniz olmadan gelecek inşa etmeniz mümkün değildir. Mehmet Doğan Hocamızın Büyük Türkçe Sözlük adlı eserinde geleneği şu şekilde tarif eder: Bir toplulukta, zaman içerisinde meydana gelen kültür birikiminin neticesi olan muaşeret, inanç, bilgi, kurum, değer vb. nesilden nesle aktarılan ve o topluluk için aidiyet unsuru konumunda bulunan her şey, an’ane.[1]

Dikkat edilirse sözlük anlamında üç şey göze çarpıyor. Zaman, insan ve ortak değerler… Toplumların zaman içerisinde davranış biçimleri değiştirdikleri inkâr edilemez fakat bunun geleneksel olanı tamamen yok etme gibi radikal eğilimler taşımaması gerektiği aşikârdır. İnsan güncel olduğu kadar köklü bir varlık olarak tasavvur edildiği vakit değerlidir. Gelenek bizim kökümüzdür. Elmanın tadına varmak için tohum atmak, toprağa basmak, toprağı tanımak gerekmez mi?

Gelenekler toplumun vicdanıdır

İnsan olarak zamanın verdiği tecrübenin nihayetinde cemiyet hayatına türlü nizamlarla alışmak zorundayız. Evet, gelenek kimi zaman sıkıcı ve daraltıcı olabilir fakat genel itibariyle kollayıcıdır. Davranış biçimlerimiz bazen topluma aykırı gelse de bizden istenen toplumla beraber özgürce yaşayabilmeyi öğrenmektir. Çünkü bireyin kendi davranış biçimlerini yakalayamamış olabilme ve kendinden başka toplumu da rahatsız edebilme potansiyeli vardır. Bu bağlamda toplum olarak türlü âdet, gelenek ve göreneklerimiz, kültürümüzü yansıtan ve bizi koruyan değerler olmaktan öte bizlere toplumsal yaşantımızda yol gösteren anahtarlardır. Kimi gelenekler, oyunlar, inanışlar vb. aktarılan öğeler modern insana ne kadar yabancı olsa da gelenekler genel mahiyeti itibariyle topluma yabancı olanı değil, toplumun kültürel ve yerel değerlerini taşıyan ortak heyecan ve hislerinden oluşur. “Eski köye yeni âdet” deyimini düşündüğümüz vakit kastedilenin geleneğin taassup ve baskısını değil de meşru ve mümkün olan düzenin bozulmak istenmeyişi olduğunu görürüz.

Gelenekler toplumun vicdanıdır. Bir toplumda ortak vicdan ölürse milletten bahsedilemez. Bundan dolayı toplumun vicdanını etkileyecek ekmek gibi muhterem su gibi aziz olan “kutsal” değerlerin alçaltılmasına ilk önce kendi vicdanlarımızı sorgulamak adına ardından da kamu vicdanını düşünerek izin vermemeliyiz. Evet, belki öğrenci velileri “ortak bir değer” benimseyerek simit atma eyleminde bulunmuş olabilirler ancak bunu “gelenek” adı altında yapmaları kabul edilebilir bir olay değildir. Çünkü kültür ve medeniyet hafızası belli toplumların yenilik ihtiyaçları mümkün olanı ihya ile değerlendirilmelidir.

Ekmek bizde şakası dahi mevzu olmayan bir değere sahiptir. Sadece unun su ile yoğurulmasından elde edilen hamurun çeşitli yollarla pişmesinden ibaret bir nimet değildir. Ekmek bir kültür, gelenek ve medeniyetimizin ham maddesidir. Bundan dolayıdır ki ekmekle ilgili nice deyim ve atasözü zihinlerimizi doldurur, dillerimizden dökülür. İşte bunlardan bazıları şunlardır.

Ekmek ile ilgili atasözleri

İş bulma ve geçimin sağlanmasının çok zor olduğu dönemleri belirtmek için “Ekmek aslanın ağzında” deriz. Bir konuda yemin ettiğimizde “Ekmek çarpsın (ki)” deriz, çalışmadan başkasının sağladığı imkânlarla geçinenler için “Ekmek elden, su gölden” deriz. İleride kullanılmak üzere alınıp bir kenara konan eşya veya mallar için “Ekmek istemez, su istemez” deriz, geçim sağlanan yeri “Ekmek kapısı” olarak görür, geçim mücadelesi verenler için “Ekmek kavgası” verir deriz, bir kimsenin veya ailenin geçimini sağlayan para için “Ekmek parası”, ekmekten dökülen küçük parçacıklar için “Ekmek ufağı”, işini elinden almak veya işinden çıkmasına sebep olanlar için “Ekmeğinden etmek”, birine çok ıstırap çektirmek için ise “Ekmeğine kan doğramak” deyimini kullanırız. Farkında olmadan birinin menfaatine göre davrananlar için “Ekmeğine yağ sürmek”, önüne gelen bir fırsattan kendi hatası yüzünden faydalanamamak için “Ekmeğini ayağıyla tepmek” deyimini kullanırken, her işte becerikli olup hiç işsiz kalmayacak olanlara ise “Ekmeğini taştan çıkarmak” deyimini kullanırız.

Bundan dolayıdır ki Mezopotamya dediğimiz bu topraklarda nimetin diğer ismi ekmek, yani eski Türkçe ile dillendirirsek etmek’dir. Belki kimileri basit bir buğday tanesi olarak görebilir ekmeği fakat bu topraklarda bizler ekmeğe iman eden insanlar olarak hamd ile başlar şükür ile tamama ereriz. Ekmeğe hörmet etmeği biz O’ndan (s.a.v.) öğrenmedik mi? Evlerimizde en çok Kur’an ve ekmeğe saygı duyulmadı mı? Yerde bir ekmek parçası gördüğümüzde kenara koyan biz değil miydik? Ekmeğin her israf oluşunda düşünmedik mi içimizin sızısını?  Ekmeğin hammaddesini toprakta bitiren bizleri de balçıktan çıkarmadı mı? Yokluğun bile yokluğu olmadığı, konuşulmadığı, tasavvur edilmediği bir zaman ve mekândan çıkartılan insan peki nedir sendeki bu gelenek adı altında yapılan batıl düşüncenin sebebi!

La Tomatina  

İspanya 1945’ten bu yana Ağustos ayının son Çarşamba günü geleneksel domates festivali düzenliyor. Festivale İspanyolların yanı sıra turistler de katılıyor. Festivalin başlama sebebi tam olarak bilinmiyor. Sevilmeyen bir belediye başkanını protesto etmek için yapılıyor diyen de var veya sırf eğlence maksadıyla gençler arasında başladığını söyleyen de. Özellikle Avrupalı turistlerin yoğun katılımına sahne olan festival her yıl tepki çekiyor.

Evet, İspanyollar böylesi bir geleneği başlatabilir ama bizler kendimizi en üst çatı olarak İslâm’dan sayıyorsak bu türlü maksatlı heyecanlara kapılmamalıyız. Bilinmelidir ki hiçbir gâvur şu dizeden bir şey anlamaz. Ama biz Müslüman Türkler olarak bir dizeye kimi zaman bir medeniyet sığdırmasını biliriz.  

Desem ki sen benim için

Ekmek kadar mübâreksin

(Câhit S. Tarancı)