Edebiyat sadece duygu, düşünce ve hayallerimizin yazılı veya sözlü olarak ifade edilmesini sağlayan bir terim olarak karşımıza çıkmaz. Edebiyat, insanların kaba ruhlarını bazen ulvi bir heyecan ile kapatırken bazen ise daimi olarak akan kâdim bir nehirde kendini ifade eder. Arapça ilmü’l-edeb’in karşılığı olan ve edebî bilimlerin tamamını ifade etmek için kullanılan bu kelime Tanzîmat’tan sonra tekil anlamında kullanılmış olmasına karşın günümüzde sanal dünyanın akışı içerisinde sun’i ve farklı anlamlara bürünerek, kasten kendi medeniyetinin dışına çıkarılmaya çalışılıyor.

Geçmişte sadece edebiyat dünyamız değil kültür ve fikir dünyamız da okumaya verilen değeri bilirdi. İslâm dininin ilme ve okumaya büyük önem vermesi sayesinde henüz daha VIII. yüzyıl gibi erken sayılabilecek bir tarihten itibaren görülmeye başlanan ilmi yöneliş kendini Beytü’l hikme ve Dârü’l-hikme adlı kurumlarda belli etmiştir. Grek ve Hint medeniyetine ait birçok eserin Grekçe ve Sanskritçe aslından Arapça’ ya çevrilmesi hem İslâm medeniyetinin şekillenmesinde rol oynamış hem de geleceğe farklı sözcüklerin aktarılmasında önem arz etmiştir.

Günümüzde ise edebiyat dâhil adı geçen bütün bu kavramların hiç olmadığı kadar sıradanlaştığı ve tüm bunların anlam kaybı yaşayarak değersizleştiği tartışılmaktadır. İnsanlar ise geçmişe nazaran düşünme eyleminin ve bu eylemin getirdiği ferahlıktan uzak yaşamaktadır. Gerçeğe ve iyiye ulaşma gayesi yerini daha mükemmele ve çok kârlılığı getiren meşgalelerle uğraşma çabasına bırakıyor. Durum böyle olunca edebiyat dünyası da hasılattan “pay”ını alıyor.

Frank Furedi, philistin’i, “açık bir kültürden mahrum, ilgileri maddi ve sıradan olan kişi” olarak tarif eder.[1] Düşünmeyi insani bir ihtiyaç olarak gördüğümüz takdirde zihinsel faaliyetlerden tat alabiliriz. Aksi takdirde insanın kendini çabuk tüketen edepsiz’den farkı kalmayacaktır. Öte yandan gerçek ve ahlaki değerler gibi kavramların kesin olmadıklarını öne süren rölativizm gibi bakış açıları modern zamanda etkisini daha da arttırmış gözüküyor. Bu bakış açılarıyla donatılmış modern bilgi, çabuk üretilip çabuk tüketilecek ve kolay aktarılabilecektir. Piyasa mantığıyla beraber işletilen hafızasız hazır bilgilerin ise tabi ki günümüz kültür-sanat ve edebiyat dünyasına maddi anlamdan başka getirisi olmayacaktır.

Dijitalleşmeyle beraber gelen ayrım

Edebiyatın bir kaçış, inziva şekli olduğu iddia edilebilir. Fakat günümüzde edebiyat her zamankinden daha fazla toplumla iç içe yaşamak zorundadır. İletişim çağında olduğumuzu varsayarsak edebiyatın bu çağın zorluklarına karşı kendini yenilemesi mecburidir. Dijitalleşmeyle beraber gelen bilginin kolay ulaşılabilirliği ve taşınabilirliği edebiyat dünyasını görünürde artı yönde etkilemiş gibi gözükse de hakikat ile sanal ayrımını zorlaştırdığı için entelektüel bir faaliyet alanı olmaktan yavaş yavaş çıkıp yerini git gide bayağılık ve vasatlığa bırakıyor. Yazmanın âlemler arası bağlantı olduğunu düşündüğümüz vakit, yaşadığımız çağ bizden gerçek ile hakikat arasında bir ayrım olmadığını düşünmemizi istiyor. Dijitalleşmeyle beraber gelen bu ayrımın amacının hakikati ortadan kaldırmak olduğu aslında bilinen bir gerçek. Ulrich Beck ve Anthony Giddens adlı sosyologlar bilginin artmasıyla risk duygusunun da artacağını ileri sürerler. Giddens, “Günümüzde yüzyüze olduğumuz pek çok belirsizliğe, aslında bilgi artışı neden olmuştur” derken Beck de “Tehlikenin kaynağı artık bilgisizlik değil bilgidir”[2] diyerek ona katılır. Bilginin artık imkânsız olmadığı için kutsal sayılmadığı post modern çağda kendi seyri içerisinde belirsizliğini sürdüren edebiyatın gelecekte nasıl bir fikri zemin inşa edeceğini göreceğiz.

2003 yılında Los Angeles’taki Klasik Tiyatro Lab’ında izleyiciye uygun Shakespeare eserleri dizisine başlandığı duyurulmuştu. ‘Kim Korkar William Shakespare’den?’ adlı diziyle halkın gözünü korkutmayan eserler gösterilmişti. Shakespare’in basitleştirilmesinin amacı elbette geleneksel bir esere yeni yorumlar katmak değildi. Buradaki amaç; Shakespare’i daha basite indirgeyip seyircinin katılımını sağlamak ve onunla iletişim kurmayı düşünmekti. Böylelikle Shakespare kolay sindirilebilir kültürel bir malzeme haline gelmiş oluveriyordu. Gelecekte sanatta, edebiyatta, fikirde kendi şahsi dünyamız ve cemiyetimiz için değerli eserleri arıyorsak hazır mama yerine keşfetme hazzımızı yaşatacak tatlar aramak için çaba harcamalıyız.

Postmodern diye anılan içinde yaşadığımız çağın özelliklerinden biri çoğumuzun düşünceye vakit bulamamasıdır. Edebiyatın yaşadığımız her an insan ile beraber var olduğunu düşündüğümüzde geleceğin edebiyatı acaba günümüzden veya geçmişimizden daha mı karanlık olacak bunu bilemeyiz. Dijitalleşmeyle beraber gelen yanıltıcı ruh hali insanı kendi tabiatından uzaklaştırmadı mı? Mânâyı hakikatte değil de ekranlarda aradığımız bu çağ bizlere yaşlı çınarları veya asude bir köyün varlığını ancak parmaklarımızın uçlarında hissettiriyor.

Edebiyatın dijitalleşmesinin sonuçları  

Pohpohlanarak uslu bir halkın inşa edileceğini gösteren dijital çağ halkın kültürel yönden gelişmesini istemeyecektir. Bilgisizlikle değil de bilgi ile savaş verdiğimiz bu çağda kendi şahsiyetimizi ve manevi hayatımızı ortaya çıkaracak hamleler yapmak yerine çağın getirdiği materyalleri kullanmamız çoğu zaman mâlûmatfüruşluktan ibaret oluyor. Her ne kadar birçok kolaylık getiren dijitalleşmenin, edebiyatımızda ve insan ilişkilerinde olumsuz etkisi görülmüştür. Örneğin; gazete ve dergilerin hatta kitapların sanal ortamda dosyalanması ciddi anlamda erişilebilmeyi, paylaşılmayı sağlamıştır. Ancak bizleri sıradan birer okur olmaktan öteye geçirmeyecek ve entelektüel mânâda bizlere pek fazla bir şey katmayacaktır.

Özellikle genç neslin sıkı takip ettiği elektronik mecralar eğer hakikaten bilgi vermiş olsaydı, en azından son on yılda ülkemizde ciddi mütefekkirler yetişirdi. Oysa böyle bir şey olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak. Çünkü bilgi tarih boyunca hep emek istemiştir ve yalnızca münzeviyâne hayat yaşayan kimselere nasip olmuştur. Popüler kültürün hâkim olduğu alanlara baktığımızda hep yığınlardan oluştuğunu görürüz. Postmodernizm kendi şartları içerisinde yeni ve yapay bir toplum tasarlamak üzere genelde popüler kültüre hitap etmeyi amaç edinmiştir.

Edebiyatın dijitalleşmeyle gelen sürecinde geleneksel bilginin yerine artık hazır bilgilerin geçtiği bilinmekte. Dijital atmosferdeki edebi eserlerin ne kadar kalıcı olacağını hepimiz yaşayarak göreceğiz. Gelecekte dijital edebi eserlerin yüzeysel bilgiden dolayı giderek bilgi ve anlamdan yoksun kalacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. İçkin bir edebiyat eseri ortaya çıkarmak yerine perakendeciliği yapılmakta olan dijital edebi eserlerin hiçbir zarafeti ve kalıcılığı olmayacaktır.

Furkan Türkmen

 

[1] Frank Furedi, Nereye Gitti Bu Entellektüeller?, Çeviren: A. Erkan Koca, Ankara, Atıf Yayınları, 2014. s. 13.

[2] Frank Furedi, Nereye Gitti Bu Entellektüeller?, Çeviren: A. Erkan Koca, Ankara, Atıf Yayınları, 2014. s. 82.