Mavi Marmara gemisiyle Gazze’ye gitmeye çalışanlardan Muhammed İkbal Köseoğlu ile yaşananları konuştuk.

Bize öncelikle kendinizi biraz tanıtır mısınız?Muhammed İkbal Köseoğlu

İsmim Muhammed İkbal Köseoğlu. Uluslararası Sağlık Yardım Grubu Türkiye koordinatörüyüm. Gemide olmamın bir sebebi de, işim dolayısıyla Gazze’de sağlık alanıyla ilgili problemlerin tespitini yapmaktı.

Mavi Marmara gemisinin İstanbul’dan ayrılmasından sonra yolcuların ilişki biçimleri nasıl gelişti, hep beraber vakit geçirdiğiniz ortamlar var mıydı?

Yaklaşık elli kadar görevli İstanbul’dan gemiyle hareket etti. Biz yolcular ise Antalya’dan gemiye dâhil edildik. Pazartesi akşamı Kepez Belediyesinin spor salonunda kaldık, ta ki Perşembe akşamına kadar. Avrupa’dan gelen gemilerle ilgili bazı aksilikler çıktığı için gemilerin yola çıkışı planlanan günden daha ileri bir güne sarktı. Dolayısıyla ilişkiler gemide değil, bu bekleme salonunda iken biçimlenmeye başladı. Evet, gemide birlikte vakit geçirdiğimiz anlar oldu. Özellikle biz müslümanlar namazlarımızı hep beraber kıldık, gemide beş vakit ezan okunuyordu. Kantinlerin olduğu dört farklı noktada birleşerek yemeklerimizi yedik bütün yolcular. Müslümanlar özelinde konuşacak olursak, düzenli sohbet meclislerimiz vardı; aramızdaki değerli hocalar yaşananlar üzerine ve olayın ehemmiyetine dair bizlere sohbetler verdiler. Bir başka toplanma vesilemiz de, gün içinde iki üç defa Araplarla biz Türklerin birlikte marşlar ve ilahiler söyledikleri zamanlardı. Bu anlar gerçekten çok keyif aldığımız saatlerdi. Yine aynı zamanda kapalı spor salonunda kaldığımız zaman başlattığımız Kur’an meclisleri vardı ve kendi içinde herkes ikili-üçlü gruplar halinde devamlı derin muhabbetler içindeydiler.

Mavi Marmara'da cemaatle namazKıbrıs’tan hareket etmekte neden iki gün geç kaldınız?

Direkt Kıbrıs’a yanaşamadık, çünkü Rum yönetimi yanaşmamıza müsaade etmedi. Açıkta, gelecek olan gemileri bekledik. Gemilerden üç tanesi gelemedi. Rachel Corrie gemisi bizden sonra yola çıktı ama bildiğiniz üzere ona da İsrail müdahele etti. İki Yunan gemisinin motorlarına sabotaj gerçekleştirildiği için yola çıkmaları gecikti. Daha sonraki süreçte de onlar yarı yolda yolcularını bize teslim edip geri döndüler. Biz Gazze’ye doğru hareket etmeye başladığımızda altı gemiydik. Üçü Türkiye’den: Biri Mavi Marmara yolcu gemisi ve iki yük gemisi. Diğer üç gemiden biri yük, ikisi de yolcu teknesiydi. Bu şekilde Kıbrıs açıklarından Gazze’ye doğru yola çıktık.

Yolcular olarak İsrail zodyaklarını, savaş gemilerini ve denizaltılarını ilk gördüğünüzde neler yaptınız ve neler hissettiniz?

Saat gece 12.00 sularıydı, üstümüzde insansız uçaklar uçmaya başladı. Saat 02.00’de arkadaşlarımız internet üzerinden İsrail gazetelerine baktılar ve savaş kabinesinin saldırı onayını verdiğini okudular. O saat itibariyle biz saldırının olacağı anı beklemeye başladık ve o saatten sonra diğer milletlerden olan kardeşlerimizin tamamını geminin iç bölgelerine yerleştirip, sadece Türkiye’den olan kardeşlerimizle canlı kalkan olup direnmeye karar verdik. Çünkü onlar bize emanetti, onlara zarar gelsin istemedik. İçerdeki ve dışarıdaki herkes can yeleklerini giydiler, çünkü gemi tam yol devam ediyordu ve denize düşen biri olursa onu uzun saatler bekliyordu. Bir miktar gaz maskesi vardı, bunlar da bazı arkadaşlara dağıtıldı. Bizler bu şekilde 02.00 itibariyle güvertede saldırı anını beklemeye, bize yaklaşan herhangi bir nesne olup olmadığını kontrole başladık. Ben geminin kıç alt güvertesindeydim; çünkü kaptan, eğer bize saldırırlarsa, gemiye ilk oradan çıkmayı deneyeceklerini söyledi. Biz Mavi Marmara olarak en öndeydik ve diğer gemiler arkamızdaydı. Canlı yayın için kurulan ışıkları arkaya çevirdik daha net görebilmek için, geminin de bütün ışıkları yanıyordu. Tam sabah namazını kılarken arkamızdaki donanma görünmeye başladı. Onlarca hücum botu, küçük firkateynler -ki Türkiye’ye geldiğimde, bunların çekim gemileri olduklarını fark ettim-, daha dışarıda da büyük savaş gemileri, denizaltı, onlarca Puma helikopteri. Bütün bu donanma güçleri beş gemimizin arasından süzülerek bize doğru gelmeye başladılar. Tabii bizler gelenlerin İsrail’in en donanımlı askeri birliği olan “Şayetet 13” birlikleri olduğunu bilmiyorduk. Onları ilk gördüğümüzde hepimizin aklına Allah’ın ayetleri geldi ve hepimiz birbirimize o ayeti söylemeye başladık: “Müminler Allah düşmanlarıyla karşılaştıklarında imanları artar.” Kimsede en ufak bir korku yoktu ve herkes teslim aldıkları emaneti -kendimizi savunacak hiçbir şey olmamasına rağmen- yerine teslim etmek için mücadeleye devam etmeye yemin etti. Herkes gemideki bu temel misyonu bir sorumluluk olarak taşıdı ama nihayetinde bu geminin yola çıkış amacı ambargoyu kaldırmaktı, sadece bir miktar insanî yardımı oraya ulaştırmak değil.

Saldırı nasıl gerçekleşti ve neler yaşandı saldırı sırasında?israili protesto.jpg

Botlar yaklaştılar, geminin kıç alt güvertesine kancalar atarak yukarı çıkmaya çalıştılar ve her taraf bir anda ses, gaz ve sis bombalarının patladığı bir ortama büründü. O sırada biz gemiye çıkmaya çalışanları püskürttük. Gemiye oradan giremeyince, helikopterlerle indirme yapmaya başladılar. Yukarıdaki kardeşlerimizde gemiye inen askerleri etkisiz hale getirip püskürttüler. Bütün bu süreçte sürekli plastik mermi kullanıyorlardı. Gemideki gönüllüler on tane askeri etkisiz hale getirip silahlarına el koyunca gerçek mermilerle rastgele saldırmaya başladılar. Şehitler bu anda verilmeye başladı, yaralılar da. Kadınlar dâhil herkes mermilerin üzerine yürüyorlardı. Şehitlerimiz çoğalmaya başlayınca, Endenozyalı bir doktor kardeşimizin refakatinde askerler teslim edildi fakat o doktor kardeşimizi de orada vurdular. Sonra genel anons yapıldı, kaptan köşkünün ele geçirilmesinden ve çok sayıda şehit verilmesinden dolayı direnişi bırakıp kapalı bölgelere girmemiz söylendi. Yaralı ve şehitlerimizden alabildiklerimizi alıp kapalı iç güvertelere geçtik. Arkadaşlarımızın söylediğine göre Çarkçıbaşının on üç aylık bebeğini de rehin almışlardı.

Saldırıda şehit olanlar, yaralananlar oldu. Peki, İsrail askerlerinin gözettiği hiçbir hukukî ve insanî tavır, davranış olmadı mı? Kadınlara çocuklara ayrı muamelede bulunmadılar mı?

Hiçbir kaygıları yoktu, rastgele ateş ediyorlardı ve on dokuz yaşındaki Furkan kardeşimizin kafasına dört kurşun sıktılar. Fotoğraf çeken Cevdet Abi’ye yakın mesafeden ateş edip alnından vurdular. Gerisini siz düşünün.

Muhammed İkbal KöseoğluCanlı yayın araçları ve ile iletişim ağlarınız ne zaman kesildi. Televizyonlara düşen ilk görüntüler nasıl ve kimler sayesinde geldi?

İsrail’in çıldırmasına sebep olan olaylardan bir tanesi de gemiye yüze yakın kamera yerleştirilmiş olmasıydı. Basın ve kameraman arkadaşlar bütün o yoğun saldırı anlarında görüntüleri çekip canlı yayını devam ettiriyorlardı, rejideki arkadaşlar da gelen görüntülerin uyduya ulaşmasını sağlıyorlardı. Tam olarak ne zaman kesildiğini bilmiyoruz ama döndüğümüzde anladım ki, hemen hemen olayların büyük çoğunluğu canlı olarak aktarılmış.

Hatta biz içeriye girdiğimizde canlı yayının devam ettiğini umut ederek kartonlara şehitlerimizin adlarını, sayısını, yaralılarımızı, kayıp sayılarımızı yazıp kameralara tutuyorduk ama o görüntülerin ulaşmadığını gördüm döndüğümde. Bütün bu saldırı anları yaklaşık bir saat on beş dakika sürdü; bu da demek oluyor ki saat 05.00 gibi canlı yayın kesilmiş. İsrail elektronik karartma uyguladı, bundan her şey etkilendi. Yalnız, rejiyle ilgilenen kardeşlerimiz birinci uydu devre dışı kalınca gizledikleri ikinci ve üçüncü uyduyla yayına devam ettiler. Bu görüntülerin ulaşması İsrail’in bütün planlarını alt üst etti. Askerlerden birinin cebinden çıkan kağıtta ölüm emri verilen on altı isim vardı resimleriyle beraber. Yani öldürmeye gelmişlerdi.

Bu kadar farklı din, dil, ırk ve ayrı düşüncede yaşayan insanın bu saldırı karşısında tutarlı bir dik duruş sergileyebilmesini en temelde neye bağlıyorsunuz?

Daha Antalya’da iken olası bir saldırıda kendilerini misafir ettiğimiz -hangi dinden olursa olsun- bütün arkadaşlarımızı savunacağımıza yemin etmiştik. Çatışmalar yoğunlaşınca onların içinden de birçok kişi güvertedekilere yardıma geldi. Yunanlılarla, İrlandalılarla ve diğer milletten insanlarla omuz omuza direndik, çünkü bir amacımız vardı ulaşmak istediğimiz.

Güvertelere çekildikten sonra neler yaşandı?

Şehitlerimizle ilgilendik, yaralılarımızı tedavi etmeye çalıştık. On tane doktor arkadaşımız ve hemşirelik yapmaya çalışan hanım kardeşlerimizle birlikte yaralılarla ilgilendik. İsrail askerleri güvertelerden içeri girmekten korktukları için kapılardan lazerli silahları üzerimize doğrultmuş bir şekilde epeyce bir zaman beklediler. Kurtarılamayan kardeşlerimiz oldu o anda ki burada şu olayı anlatmadan geçemeyeceğim: Adanalı olan tekvando şampiyonu ağabeyimiz son nefesini o anda verdi. Eşi başucundaydı, kocasının şehit olduğunu görünce: “Elhamdülillah” dedi ve diğer yaralılarla ilgilenmek için koştu. Herkes çok metindi; hepimiz sanki vazife taksimi yapılmış gibi bir şeyin ucundan tutmaya çalışıyorduk. Sonra aramızda bulunan İsrail parlamentosundaki Filistin asıllı bayan milletvekili İsrail askerleriyle pazarlık yapmaya başladı. Askerler geminin içerisini arayacaklarını, hepimizin tek tek gidip teslim olmamızı, bizi yukarı güverteye çıkaracaklarını söylediler. Hepimiz yukarı çıkarılmadan önce didik didik arandık, üzerimizdeki bazı eşyalara el koydular. Ellerimizi plastik kelepçeyle kelepçelediler, bazı arkadaşların ellerini arkadan kelepçelediler. Yukarı güverteye çıktığımızda hepimizi sıralı bir şekilde oturttular, orada bazı arkadaşlarımızın ayaklarını da kelepçelediler. Bütün bu arama işlemleri yapılırken taciz ediliyorduk. Yaralılarımızın yaralarına vurarak “one minute” diyorlardı, “gördünüz mü ‘one minute’i, al sana ‘one minute” gibi cümleler sarfettiler. Güverteye çıktığımızda saat 08.00 sularıydı ve takribi 16.00’ya kadar güneş altında güvertede bekletildik. Sürekli helikopterler geliyordu yaralıları almak için ve helikopterlerin basıncıyla denizden gelen sular hepimizi ıslattı. Sonra yakıcı güneşin altında kuruduk, tekrar ıslandık, tekrar kuruduk. Herhangi bir ayrım yapmadılar; sanatçı, aktivist milletvekili Avrupalı, Türk, Arap, kadınlar… Hepimiz aynı şartlarda saat 16.00’ya kadar orada bekledik. Sonra aşağı kattaki kapalı olan mekâna tekrar indirildik. 4 kişilik koltuklarda 7-8 kişi oturtulduk. Süreç çok ağır ilerliyordu, bize bu yolla işkence yapıyorlardı kendilerince. Yiyip içmeden sıcak havada nefes alamadan akşam 16.00’dan sabahın 06.00’sına kadar bekletildik. Limana çıktığımızda saat 06.00 civarıydı.

Sanırım bundan sonra sorgu ve hapishane süreci başlıyor. Neler sordular size?GazzeEylemlerindenBirGoruntu.gif

Her şeyi sordular; ne iş yaptığımızı, evli olup olmadığımızı, niçin Gazze’ye gitmek istediğimizi, İHH’nın bu iş için bize para verip vermediğini, desteklediğimiz siyasi partiyi, ait olduğumuz cemaatin ne olduğunu, İsrail ile ilgili ne düşündüğümüzü ve birçok arkadaşa çok daha farklı sorular. Ben iki saat sorgulandım ama tabii İHH başkanı Bülent Yıldırım saatlerce Mossad ajanları tarafından sorgulandı. Herkese farklı muamelede bulundular. Bir kağıda imza atmamızı istediler, reddettik. İmza atmamızı istedikleri kağıtta şunlar yazılıydı: “İsrail’e gayrımeşru yolla girdim, on yıl boyunca İsrail’e girmemem taahhüdünde bulunuyorum vs.” Biz reddettik, reddedenler için sonucu mahkeme olan 74 saatlik süreç devreye girmiş oldu. Ber Şeva Ela hapishanesine götürüldük. Aşdot limanından yaklaşık 110 -120 kilometre uzaklıktaki bir yerdeydi.

Hapishaneye girdiğimizde de saatlerce arama işlemlerine tâbi tutulduk; yine çok ağır işleyen saatler. Saat 12.00 gibi koğuşlardaydık. Dünyada neler olup bittiğinden hiç haberimiz yoktu. Avukat bir arkadaşımız vardı içimizde. Onunla, neler olabileceğini ve mahkeme sürecini konuştuk. Bize birkaç aydan sekiz yıla kadar ceza alabileceğimizi söyledi. Daha sonra Türkiye konsolosluk görevlisi hanımefendi koğuşa bizi ziyarete geldi ve kendisinden, yaşananlardan dolayı dünyanın ayağa kalktığını öğrendik ve İsrail’in yirmi dört saat dolmadan bizi sınır dışı etmeye çalışacağını söyledi. Hapishanede bir gece geçirdik. Kaldığımız süre boyunca Mossad ve başka birimler sürekli gelip başta Bülent Yıldırım olmak üzere bazı arkadaşlarımızı sorguya aldılar. Ertesi gün saat dörtte havaalanına götürüleceğimizi söylediler ve otobüslere bindirildik. Tam o esnada Bülent Yıldırım’ı en sona bıraktılar ve bizi otobüslere bindirdikten sonra hapishane kapıları kapanmaya başladı; biz de otobüsten inip arbede çıkardık ve Bülent Yıldırım’ı otobüse getirmek zorunda kaldılar. Otobüsle havaalanına doğru yola çıktık. Havaalanında işlemlerimiz yapılırken Bülent Yıldırım’ı ve bazı arkadaşları tekrar sorguya aldılar. Bizler de arkadaşlarımız gelmeden uçağa binmeyeceğimizi söyledik ve yaklaşık yüz kişilik bir grubun saldırısına uğradık. Biz on bir kişiydik; saldıranlar ise kadın, sivil, polis, asker hepsi saldırıyordu ve birçok kardeşimiz bu esnada ciddi yaralar aldı. Kolu kırılan, bacağı kırılan, kafasında ödem oluşan… Daha sonra uçağa bindik, uçak bütün arkadaşlarımız gelene kadar bekledi, onların gelmesiyle havalandık ve Türkiye’ye dönüş yapmış olduk.

Hep soruldu, soruluyor; gemi Gazze’ye girse mi daha iyiydi, yoksa bu yaşananlar mı daha hayırlı oldu diye, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bizler gemideyken yapmış olduğumuz dualarda: “Yarabbi Gazze için hayırlısı neyse onu yapmayı bize nasip et” diyorduk. Eğer sonuç buysa, demek ki Gazze için hayırlı olan buymuş. Gazzeli kardeşlerimiz de şunu söyledi bize: “Altmış yıldır böyle bir olay yaşanmadı. Filistin halkının özgürlüğü için böyle bir olay ilk defa yaşandı.” Yani onlar için önemli olan bu on bin ton malzemenin girmesinden daha iyi bir şey oldu, ama süreç henüz belirsiz, bunları konuşmak için erken.

İsrail’in sizi düşünülenden daha kısa bir sürede bırakmasının hükümetin çabalarıyla birebir ilişkili olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki hükümetin çabaları etkindi ama ayrıca dünyanın her yerinden halklar nezdinde yükselen sesler de önemliydi.

Yaşanan bu olaylarda şunu hiç unutamam dediğiniz manzara nedir?

Üç tane olay var: Birincisi, şehitler gülümsüyorlardı ve vallahi mis kokuyorlardı. İkincisi, etkisiz hale getirilen İsrail askerlerinin –afedersiniz- tuvaletlerini altlarına yapmalarıydı. Üçüncü olay ise, bütün bu olaylar olurken metin olan bizlerin hapishane çıkışında otobüsümüz havaalanına doğru ilerlerken Filistin topraklarına veda ediyor olmanın verdiği duyguyla herkesin ağlıyor oluşuydu ve herkes şunu söyledi o anda: “İnşallah bir gün özgür olan Filistin topraklarına geleceğiz”

Ben çok teşekkür etmek istiyorum; elbette konuşulacak daha birçok şey var. Olay birçok boyut ile ilerleyen günlere nasıl damgasını vurmaya devam edecek, göreceğiz. Zaman ayırdınız, sorularıma cevaplar verdiniz. Ben de olayı yaşayan bir kişiden ayrıntılı dinlemenin heyecanını, memnuniyetini yaşamış oldum. Son olarak söylemek istedikleriniz varsa onları da alalım ve bu sohbeti sonlandıralım.

Rabbim aramızdaki en şerefli ve ahlakı en düzgün olanları kendi katına şehit olarak aldı. Onların yolunu hayatımız boyunca takip etmeyi bize nasip etmesini dilerim.

 

Hamide Vera konuştu