Filistin’deki Budrus köyünün şiddet içermeyen aktivizme dayalı mücadelesi ve mücadelesinde kazandığı başarıyı konu alan “Budrus” filmi, Filistin’deki sorunlarında olası çözümlerin de bir tür mikro-kozmosunu sunuyor izleyiciye... En çok da ümit sunuyor.
Neden?
Budrus’un hikâyesi İsrail’in “güvenlik duvarı” ile başlıyor... Yapılacak olan duvar Budrus ve birkaç başka köyü gerek İsrail’den gerekse Batı Şeria’nın kalanından ayıracak, içine alıp yutacak şekilde tasarlanıyor. Aynı zamanda duvar doğrudan Budrus’un içinden geçecek şekilde planlanıyor; böylece Budrus’un ve doğal olarak Filistin’in önemli oranda toprağı duvarın ardında kalıyor ve ‘de facto’ İsrail tarafından gaspedilmiş oluyor. Duvarın geçtiği bölgede, yüzyıllardır zeytin ve zeytinyağı üreticiliğiyle meşgul olan Budrusluların diktiği binlerce zeytin ağacı da kökünden sökülüp atılacak. İşte bu “neden” Budrusluları ayağa kaldırıyor. Ekseriyesi nesiller boyu tarım ile uğraşmış sıradan çiftçiler olan Budrus halkı, birkaç öncünün, önderin etrafında Budrus davasını, Filistin davasını ellerine alıyorlar.
Nasıl?
Köy halkı nasıl bir tepki vermeleri konusunda toplandığında öne çıkan isim daha önce İntifada’da da yer almış olan Ayed Morrar... O, köyün klasik yöntemlerin dışına çıkabileceğini düşünüyor ve şiddet içermeyen aktivizmi öneriyor. Tamamen demokratik, tamamen eşitlikçi bir şekilde konu tartışılıyor ve kabul ediliyor. Bu öyle çoğulcu bir karar ki gerek alınışı gerekse uygulanışı: Hamas ile el-Fetih taraftarlarının uzlaştığı bir karar. Bu öyle çoğulcu bir harekete dönüşüyor ki, Ayed’in 15 yaşındaki genç kızı İltezam arkasına topladığı köyün kızları ve kadınlarıyla belki köyün erkeklerinden daha önde, daha aktif içinde tüm bu eylem planının.
Filistinli Gandiler
“Niçin şiddet içermeyen aktivizm?” sorusuna en güzel yanıtı Hamas üyesi, Budrus’taki hareketin Ayed ile birlikte öncüsü olan Ahmed Awwad veriyor: Eğer silah tutup mücadeleye kalkışırlarsa, İsrail’in bunu kendilerini “terörist” diye yaftalayarak lanse edeceğinden ve bu hareketlerini bahane ederek topyekün, uçaklarıyla tanklarıyla küçük köyü istila edeceği ve aşırı derecede orantısız bir güçle saldıracağı, karşısında neredeyse aynı güçte bir ordu varmış gibi savaşmasını küçük köyün silahlı direniş yapmasıyla “meşru” göstereceği belli... Üstelik silahlı bir direnişe kalkışsalar bile başarılı olma şansları imkânsız; karşılarında güçlü bir ordu var, maddi yetersizlikleri ortada ve sonuçta Budrus bir köy; ahalisi de savaşçı değil, köylü. Oysa şiddet içermeyen aktivizm hem amaçlarına hizmet edebilecek bir yöntem, hem de İsrail’e “terörist” yaftasını kullanma hakkı tanımıyor; aksine, silahsız sivillere gösterdiği orantısız güç ile, askerî müdahalerle asıl teröristin kim olduğunu ortaya koyuyor. Budrusluların şiddet içermeyen yöntemi tercih etmelerinin sebebi bu; Ayed’in dediği gibi dünyanın en kibar halkı olduklarından bu yolu seçmiyorlar; bu yol en mantıklısı olduğundan seçiyorlar. Silahlı direnişçilere de saygıları büyük; “tek yol biziz” tarzı bir böbürlenmeleri yok, ne başında hikâyenin ne de sonunda...
Uluslararası vicdan köyü: Budrus
Budrusluların şiddet içermeyen, partizanlıktan uzak duran direnişi, çoğulcu, kadın-erkek, çoluk çocuk herkesin ilgisini çekiyor. Önce İsrailli aktivistler, anarşistinden solcusuna Budrus’a akın ediyorlar. Budruslularla birlikte aynı safta direnişteler. Budrusluların bakış açısı değişiyor: O zamana kadar hep düşman olarak, gaspçı, işgalci olarak gördükleri “yahudi” ve “İsrailli” imgeleri yerle bir oluyor. Her halkın iyisi-kötüsü olabileceğinin farkındalar. Nitekim İsrailli genç erkek aktivisti iki asker tutuklayıp götürürken, askerlere saldıran, genç İsrailliyi kurtarmak için uğraşan başörtülü Filistinli Budruslu kızları görüyorsunuz filmde. İsraillilerle kalmıyor ilgi; Budrus’u duyan aktivist Budrus’a koşuyor; İsveçliler bile var gelenlerin arasında... Güney Afrika’dan “aparthayd” karşıtı bir komite de ziyaret ediyor Budrus’u; kendi deneyimlerini aktarıyorlar.
![]() |
(+) |
Acısıyla tatlısıyla bir direniş
Yılmıyor Budruslular, iş bir tür irade yarışına dönüşüyor; ordu her gün duvarı inşâ etmek için, bölgedeki zeytin ağaçlarını sökmek için geliyor buldozerlerle ve halk da her gün iniyor eyleme, dünyanın dört bir yanından aktivist dostlarıyla. Ordu sertleşiyor, gerçek mermi kullanıyor, köyü işgal ediyor... Budruslular kendilerini zaptediyor; son raddede kendilerine hâkim olamayan taş atan çocuklar belki müstesna... Günün sonunda kazanan Budrus oluyor: İsrail hükümeti duvarın o bölümünü yeniden planlıyor, büyük oranda 1967 İsrail sınırının üzerinden geçiriyor; Budrus, toprağını, zeytin ağaçlarını kurtarıyor.
Taraf olmadan taraf olmak ile “biz”
Budrus filmi taraflı bir film değil. Tam anlamıyla belgesel; eylemleri bastırmaya gönderilen İsrailli askerlerle de konuşuluyor filmde. Budrus filmi bir yandan da taraflı oluyor: Askerlerin, “kalabalığı dağıtma yöntemleri kullanmaya mecbur kaldık” demesi sonrası halk üzerine ateş açıldığını görüyorsunuz çünkü. Filistin konusunda aslında iki tarafı dinlesek de taraf olacağımızı ortaya koyuyor. Şiddet içermeyen yöntemlerin Filistin’deki şu anki ve gelecekteki rolüne ışık tutuyor Budrus. Bugün Budrus örneğiyle sayısız başka Filistin köyünde, N’ilin’den Bil’in’e her hafta şiddet içermeyen gösteriler düzenliyor “duvar”a karşı.
JustVision tarafından “gerçekleştirilen” Budrus, aldığı ödüllerin de ötesinde önemli bir film. Sıradan insanların nelere kadir olabileceğini, şiddet içermeyen yöntemlerin, zamanında Gandi’nin ve Badşah Han’ın yücelttiği yöntemlerin, dalga konusu olamayacak ciddi ve etkili yöntemler olduğunu gösteren bir film. Türkiye’de de izlenmesi, görülmesi şart olan bir film, zira direnişin tek bir yolu yok...
Kübra Özgüven