Felsefe, en genel tarifiyle “kişinin kendisini ve hayatını anlamlandırma çabası”dır. Felsefenin temelini, salt zihnî faaliyetten ziyade bu faaliyetin nasıl yürütüldüğü yani düşüncenin metodu oluşturur. Kişi, farkında olsun veya olmasın, belli bir metot çerçevesinde yaşantısına ilişkin yorumlarda bulunur. Bu metodu etkileyen koşullar ise içerisinde yetiştiğimiz medeniyet, kültür, din ve dil gibi unsurlardır. Buradan hareketle insanlık tarihi boyunca farklı farklı birçok kavmin, milletin meydana gelmesi Allah’ın âyetlerine (tenzilî ve tekvini) uygun bir şekilde zenginliğin bir ifadesidir. Bunun neticesinde her milletin kendine özgü dünya görüşü, bakış açısı, yaşam tasavvurları vardır. Bu farklılıkların bir çatışma ve kutuplaşma aracı değil, Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olarak görülmesi gerekmektedir.
Dünyanın en eski milletlerinden birisi olan Türkler, Orta Asya’dan göç ederek medeniyetler beşiği Anadolu’yu kendilerine yurt edinmişlerdir. Tarihleri boyunca birçok medeniyetle alış-verişte bulunmuş, Anadolu’daki mevcut kültürel zenginliği bünyesinde toplamayı başararak evrensel nitelikte yeni bir din ve dünya tasavvuru ortaya koymuştur. Arap-Fars aklı ve Müslümanlığının etkisinde kalmayıp kendi kodlarına uygun bir şekilde İslam dinini anlamış ve yorumlamıştır. Bu iki milletin geçmişe dayanan çatışma ve husumetlerinden, günümüzde Şii-Selefi kutuplaşmasıyla devam eden dinî ve siyasi kavgalarından uzak bir tavırla Ebu Hanife’nin fıkıh, İmam Maturidi’nin akaid ve Hoca Ahmed Yesevi’nin hâl diliyle halka ulaştırdığı gönül hareketine yaslanarak kendine özgü bir İslam tasavvuru meydana getirmiştir.
Fethettikleri yerlere bu zihniyet ve şuurla giden Türkler, bir Türk aklı ve Müslümanlığı oluşturmuşlardır. Atayurt Orta Asya’dan Anayurt Anadolu’ya taşıdıkları kültürel sürekliliği, geniş bir birikim ve zihinsel arka planla sağlamışlardır. Farabi’nin felsefeyi “mutluluğu elde etme” şeklinde tanımlaması ve Yusu f Has Hacib’in “mutluluk bilgisi” tasavvuru, bu sürekliliğin sağlam zeminlere yaslandığını göstermektedir. Türkler bu sayede karşılaştığı milletlerin sempatisini kazanmış, gittiği yerlerde kalıcı olmayı başarmıştır.
Kültürel süreklilik ve felsefe
Mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmek, her insanın beklentisidir. Bunu başarmak için de öncelikle bireysel ve toplumsal olarak adaletli ve erdemli bir hayat standardı ortaya koymak gerekiyor. Bunu yapmak ise, geçmişten bugüne mensubu olduğumuz Türk milletinin, Atayurt Türkistan’dan Anayurt Türkiye’ye taşıdığımız kültürel sürekliliğini sağlayan âlimlerimizi ve yöntemlerini, jeo-felsefe yaparak günümüzdeki mahiyetlerini yeni okumalar ve yorumlar sayesinde müzakereye açmakla mümkündür.
Arap ve Fars Müslümanlık tasavvurunun eskiye dayanan çatışma ve husumetlerine, günümüzde Şii-Selefi çatışmalarıyla devam eden siyasi kavgalarına karışmadan Türk aklı ve Müslümanlık tasavvurundan hareketle Türk felsefesinin imkânını ortaya koymak önemlidir. Hanefi fıkhı, Maturidi akaidi ve Yesevi gelenek üzerinde çok yönlü zihnî faaliyet yürüterek mezhepsel kaygıların gerilim hattından korunup “sivil bir din tasavvuru” oluşturmayı önemsiyoruz. Ebu Hanife ve İmam Maturidi’nin itidalli ve çağın şartlarına uygun din anlayışını, Ahmed Yesevi’nin bu anlayışı alperen-dervişleriyle halka ulaştırdığı gönül hareketini yeni bir felsefi dil ile yenilemek kritik bir bölgede bulunan Türkiye için, Selçuklu ve Osmanlı mirasını daha sağlam bir zemin üzerinde korumasını sağlamaktır.
Mevlüt Uyanık, Türk Müslümanlığı tasavvurunu felsefe, kelam ve tasavvuf disiplinlerinin eş güdümlü okunmasından sonra şunları söylüyor: “Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinden itibaren, Atayurt’tan Balkanlara kadar uzanan bir coğrafyada tarihsel süreç içerisinde İslam’ın yaşanma biçimi, aldığı görünümler ve yarattığı zihniyete Türk Müslümanlığı denmektedir. Bu bağlamda Hanefi fıkhı ve Maturidi itikadı yapıyla oluşan İslam öğretisini, bunu geniş halk kitlelerine ulaştıran Ahmed Yesevi’nin Horasan Alperenleri geleneğini kendi dönemlerinde okuyoruz. Felsefi dilini Farabi’nin bir nevi felsefeye giriş olarak gördüğümüz İlimlerin Sayımı adlı eserinden hareketle yapmaya çalışıyoruz. Projenin uzak amacı, felsefenin medeniyet ve kültür ile ilişkisini inceleyip, Türk tarihi ve coğrafyasında devamlılık halindeki Türk düşüncesi ve Türk kültürünü, dünyaya evrensel mesajlar verebilecek bir güçte, felsefenin diliyle anlatma çabası olarak görülebilir. Çünkü Farabi’nin felsefeyi ‘tahsilu’s-saade’, yani mutluluğu elde etme’ olarak tanımlaması ve Yusuf Has Hacib’in ‘mutluluk bilgisi’ tasavvuru, bu sürekliliği göstermektedir. Kutadgu Bilig’in Türklerin Müslüman olmasından sonra yazılan bir eser olması sebebiyle, Farabi ve Yusuf Has Hacib’i bu çerçevede değerlendirmek sosyo-politik ve kültürel temellerimizi anlamak açısından önemlidir.”
Sağlam bir devlet iradesine, güçlü bir geleneğe, zengin bir sanata, evrensel değerlere sahip olan Türklerin bir felsefesinin olmadığını söylemek çok tutarlı bir görüş değildir. Oğuzların tarih boyunca birçok devlet kurduğu, sürekli göç ederek yeni yurtlar edindiği, yeni yurtlarda birçok kavimle karşılaşmasına rağmen kendi özelliklerini korumaları, elbette Türk milletinin bir felsefesinin olduğuna işarettir. Bu felsefenin temel unsuru ise, Türkçedir. Orhun Yazıtları’ndan başlayarak Ahmed Yesevi’nin hikmetlerine uzanan bu serüven, kesintisiz bir şekilde devam ederek Anadolu’ya uzanmış ve burada Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi iradelerle Anadolu’yu Türk yurdu haline getirmeyi başarmıştır.
Hanefi fıkhı, Maturidi akaidi ve Ahmed Yesevi’nin gönül diliyle din tasavvurunu şekillendiren Türkler, Türk filozofu Farabi ve Yusuf Has Hacib öncülüğünde dünya ve devlet tasavvurlarını da sağlam bir şekilde inşa ederek Türkistan-Türkiye irtibatının kalıcı hale getirmenin temellerini atmışlardır. Farabi’nin felsefeyi mutluluğun elde edilmesi ve Yusuf Has Hacib’in mutluluk bilgisi arasındaki benzerlik, yukarıda ifade ettiğimiz şekilde bir sürekliliği ifade etmektedir. Farabi’nin eserlerini Arapça yazmasına karşın eserlerinde ve hayatında Türk gibi düşünüp yaşaması, onun Türkçe bir düşünce dünyasına sahip olduğunu göstermektedir.
Bu sürekliliği şifahi kültür ve sanat açısından değerlendirecek olursak; Orta Asya’da üç telli kopuzun Anadolu’da yedi telli bağlama haline gelmesi, çadırın Süleymaniye’ye kubbe olarak kondurulması, Karahanlıların inşa ettiği ribatların Selçuklular tarafından kervansaray haline getirilerek ticaret ahlâkında dünyaya öncü olması da Türkistan-Türkiye irtibatının ne kadar güçlü olduğunu gösteren örneklerdendir. Yine ozanlarımızın Orta Asya’daki deyişlerini günümüz Türkiye’sine taşıyan Neşet Ertaş gibi isimler, şifahi ve sözlü kültürümüzün aynen devam ettiğini ispatlamaktadır.
Felsefeyi Anadolu’da yeniden yurtlandırmak
Tarih boyunca hatırı sayılır devlet ve medeniyet kuran Türkler, karşılaştığı birçok kültür ve farklı milletlerle bulunduğu etkileşime rağmen atayurdu Türkistan’dan aldıkları emaneti koruyarak anayurt Anadolu’ya taşımayı başarmışlardır. Bu kültürel sürekliliği ve irtibatı, hayata dair birçok alanda görmekteyiz: Ebu Hanife’den Ebussuud’a ve İmam Maturidi’den Molla Fenari’ye dinî, Biruni’den Ali Kuşçu’ya bilimsel, Farabi’dan Yusuf Has Hacib’e ve Nizamülmülk’ten Tursun Bey’e devlet, Mevlana’dan Yunus Emre’ye düşünce, çadırdan kubbeye ve kopuzdan bağlamaya sanatsal, ribatlardan kervansaraylara ve hanlardan bedestenlere ticaret, Buhara’dan Semerkant’a ve Konya’dan Bursa’ya şehircilik, Nizamiye Medreselerinden Süleymaniye Medreselerine eğitim hayatı gibi bir medeniyetin oluşumunda başat rol oynayan unsurlara dair dünya çapında isimler ve eserler ortaya koymuşlardır.
Buradan hareketle, Türk felsefesinin temellerini jeo-felsefyle yendin yorumlayıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne taşımayı amaç edinerek şunları söyleyebiliriz: Felsefeyi Anadolu’da yeniden yurtlandırmak, Çin Seddi’nden Adriyetik’e Türk aklı ve Müslümanlığının felsefe, kelam ve tasavvuf üzerinden eş güdümlü okumalar yaparak yeniden yorumlanmasını; Ebu Hanife, İmam Maturidi ve Ahmed Yesevi’nin meydana getirdiği din tasavvuru sayesinde, mezhepsel ve siyasal çatışmaların ateş hattında bulunan Türkiye’nin sağlıklı bir devlet ve din yapısına sahip olmasını: gönül diliyle ortaya koyduğumuz dünya ve ahiret düşüncemizin, Şii-Selefi zihniyetin yıkıcı ve ifsad edici saldırılarına karşı temiz kalmasını; Atayurt-Anayurt irtibatının sürekliliğini, felsefi bir dil ile Farabi’den hareketle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne taşınmasını amaç edinir.
KAYNAKÇA
Aydın, Mehmet, Türklerin Felsefe Kültürüne Katkıları, AKM Başkanlığı Yay., Ank. 1997
Çubukçu, Agah İbrahim, Tük Düşünce Tarihinde Felsefe Hareketleri, AÜİF Yay., Ank. 1986
Farabi, İlimlerin Sayımı, terc. Uyanık Mevlüt-Akyol Aygün, Elis Yay., Ank. 2017
İnalcık, Halil, Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası, Kırmızı Yay., İst. 2014
Karpat, Kemal H., Osmanlı Modernleşmesi, Timaş Yay., İst. 2019
Uyanık, Mevlüt, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak, Muhafazakar Düşünce Dergisi
Kutadgu Bilig Üzerine Felsefi Araştırmalar, Haz. Ayhan Bıçak, Dergâh Yay., İst. 2019
Ülken, Hilmi Ziya, Türk Tefekkürü Tarihi, Yapı Kredi Yay., İst. 2015
Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yay., İst. 1992