Dhoruba Bin Wahad’dan bahsettiğim yazı ile yeni bir yazı dizisine başlamış ve ABD’deki siyahi İslami hareketin öne çıkan figürlerini satırlarımıza taşımaya karar vermiştim. Bu yazı dizisi uzun bir süredir gelecek planlarım arasındaydı ve hakkında yazacağım isimlere dair araştırma yapıp notlarımı biriktirdiğim bu durgun süreci Malcolm X’in ölüm yıldönümünü takiben sona erdirip fiiliyata geçmek istedim. Arayı çok soğutmadan devam edelim o hâlde. Wahad’dan sonraki durağımız olacak isim, 2009 yılında skandal denebilecek bir şekilde öldürülen ve ölümü büyük yankı uyandıran İmam Luqman Abdullah.
Hayatı hakkında internette pek bilgi bulamadığım Imam Luqman Abdullah, 1956 yılında Detroit-Michigan’da doğuyor. İhtida etmeden önceki adı ise Christopher Thomas. Thomas’ın nasıl ihtida ettiği hikayesine de yaşamının gençlik yıllarına dair bilgi kıtlığından ötürü sahip değilim ancak Dhoruba bin Wahad’a dair yazıda da ismini zikrettiğimiz ABD’li meşhur siyahi imam Cemil el Emin ile Luqman Abdullah’ın da sıkı bir bağ içerisinde olduğunu biliyoruz. Dhoruba bin Wahad’a ve birçok siyahi gence ilham veren İmam Cemil el Emin’in, Christopher Thomas’ın da dönüşümünde tesiri olduğu ihtimali akla geliyor.
Luqman Abdullah’ın gözüpek bir mücadeleci karaktere sahip olduğu, “İmam” olduktan sonraki faaliyetlerinden anlaşıyor. 28 Ekim 2009’da FBI görevlilerince silahla vurulup 53 yaşında hayata gözlerini yumana kadar İmam Luqman Abdullah, teşkilatçı ve “radikal” bir din ve eylem adamı olarak biliniyor. Nitekim birazdan detaylıca bahsedeceğimiz şaibeli ölümünün ABD çapında büyük bir olay olmasının arkasında da Abdullah’ın bu kimliği yatıyor.
Neden ABD güvenlik birimlerinin radarındaydı?
Imam Luqman Abdullah hakkında farklı tablolar çizildiğine şahit oluyoruz. Bir açıdan bazı Müslüman gruplarca dahi tasvip edilmeyen, aşırıcı bulunan bir isim, diğer açıdan ise “garibanların” ve bilhassa ezilmiş siyahlar adına gözüpek bir mücadele sürdüren, mert bir önder. Örneğin, Müslüman veya Araplar’ın işlettiği likör mağazalarına saldırılar düzenlemekle itham ediliyordu; öte yandan siyahi Müslümanlar arasında günümüzde ismi bilinen İmam Davud Walid onun için, “şiddeti savunduğunu duymadım, o zulme tepkiliydi” diyordu. ABD kolluk kuvvetleri için ise –özellikle 11 Eylül sonrasında- oldukça sakıncalı bir isim. FBI yönetimlerine ve siyah harekete karşı devletin muamelesine karşı büyük bir tepki besleyen ve bir önceki yazıda bahsettiğimiz Dhoruba bin Wahad gibi bunu, İslami bir mücadele motivasyonuyla harmanlayan İmam Luqman Abdullah’ın mescidi ezilmişlere ve garibanlara açıktı, onları bu duruma sokan politikalara ise karşı duruş sergileyen bir merkezdi. Bu durumun en büyük göstergesi ise Abdullah’ın ölümünden sonra Müslüman veya gayrımüslim, bölgedeki tüm siyahilerin tepki göstermesiydi. Kimileri için etrafındaki gariban halkın kalbinde kendisine böylesine yer edinmiş bir imam için yaratılmaya çalışılan “radikal” imajı sadece FBI’ın sarılmak istediği bir dayanak arayışından kaynaklanıyor.
Peki İmam Luqman Abdullah’ı böylesine tartışmalı bir figür haline getirecek, güvenlik birimlerinin radarına sokacak ve nihayetinde onun öldürülmesine gidecek yolun başlangıcı neredeydi? “İmam Cemil el Emin ile olan bağı Luqman Abdullah’ı zaten bir hedef haline getirdi” tarzı yorumlara rastlamak mümkün ve yine kuvvetle vurgulanan bir nokta var ki pek olası, siyahi hareketlere (aslında daha birçok harekete) karşı bir dönemin istihbarat birimi olan COINTELPRO’nun (Wahad yazısından hatırlanacaktır bu birim) FBI’a miras bıraktığı geleneğin bu meselede de devam ettiği…
Ancak teorilerin ötesinde, Abdullah’ı hedef haline getiren somut gerekçeler de açıkça ortada. Federal ajanların 2007’de kendisini resmi olarak izlemeye başlamasına sebep olan şey “Ummah” isimli grubu. Ümmet anlamına gelen Ummah, İmam Luqman Abdullah’ın lokal liderliğini yürüttüğü Sünni menşeili bir topluluk. Resmi kayıtlarda ise Ummah, köktendinci, silahlı cihad planlayan ve Müslüman Afro-Amerikanlar’dan müteşekkil bir grup olarak geçiyor, ayrıca yine resmi söyleme göre İmam Luqman Abdullah ve Ummah, Amerikan devleti aleyhinde keskin bir retoriğe sahip ve bağımsız bir şer’i devlet kurma gayesini güdüyor. İddialara göre Abdullah, herkesin silahlanıp aktif cihada geçmesi gerektiğini söylüyor ve söylemekle kalmayıp cephane de oluşturuyor. Hatta iddialar İmam Luqman Abdullah’ın (veya Ummah’ın) birtakım şüpheli uluslararası para transferlerinin muhatabı olduğuna, silahlı soygunlara karıştığına kadar uzanıyor. 2007’den beri izlenen Abdullah ve Ummah, 2009 yılının başında vergisel bir yaptırım sebebiyle mescidinden tahliye ediliyor. Tahliye sırasında İmam’ın odasından ateşli silah, bıçak, dövüş sanatı eşyası gibi şeylerin çıkması da resmi söyleme dayanak sağlayan bir olgu olarak görülüyor.
İmam Luqman Abdullah hakkında söylenenlerden ne kadarı doğru bilemiyoruz ama gerçek ne olursa olsun öldürülüş tarzı ABD’de bir hukuk skandalı olmaktan ve özellikle Müslüman kesimde büyük bir tepki doğurmaktan kurtulamıyor. Olay, okuduklarımdan toparlayabildiğim kadarıyla şu şekilde: İmam Abdullah’ın mescidine ve grubuna sızdırılmış olan istihbarat muhbirleri mevcut. İmam’ın istihbarat tarafından aktif cihad eylemleri planlamakla ve bazı soygunlarla itham edildiği bir dönemde muhbirler kendisini sözüm ona soygunlardan elde edilmiş malların konulduğu depoya gitmeye ikna ediyor ve toplam 11 kişi yola çıkıyorlar. Depo denen eve girilir girilmez FBI büyük bir baskın yapıyor. Ve orada ne olup bitiyorsa İmam Luqman Abdullah o evden sağ çıkamıyor. Her nedense geriye kalan 10 kişinin hepsi sağ çıkmasına rağmen bir tek Abdullah çıkamıyor, 20 kez kurşunlanıyor.
O zamanın polis şefi, kendi ekibine güvendiğini ve oldukça rahat hissettiğini söylüyor. İddialara göre İmam Luqman Abdullah silahlı mukavemet göstermiş ve bu yüzden vurulmuştu. Daha doğrusu FBI’ın köpeğine ateş etmişti. Ancak Abdullah’ın ölümünün bir tezgâh olduğuna inanlar (ki hiç azınlık değil) FBI tarafından ölüm sonrası gerekli prosedürlerin uygulanmadığını ve delillerin karartıldığını söylüyor. Mesela Abdullah’ın köpeğe ateş etmesi sonrası vurulduğu söylenirken köpeğin neden İmam’a saldırmak için serbest bırakıldığı üzerinde pek durulmuyor. Bir teoriye göre Abdullah’a yere yatma talimatı verilmiş, o bunu reddedince köpek üzerine salınmış ve devamı gelmişti. Yine bir başka teoriye göre grup içinde muhbirler provokasyonda bulunmuştu. Ancak not etmek lazım ki daha önce Hakan Albayrak’ın da dikkat çektiği gibi içeride ne oluyorsa İmam Abdullah 20 kez kurşunlanıyor ancak liderleri bu denli bir ateşe tabi tutulurken adamları olduğu varsayılan kişilere hiçbir şey olmuyor. İlginç bir nokta olduğuna birçok kişi katılacaktır sanıyorum ki. Ve yine sorgulanması gereken bir iddia şuydu ki, vurulan köpeği veterinere götürebilen polisler neden İmam Abdullah için ambulans dahi çağırmamıştı?
Her ne olduysa gerçeği Abdullah’ın ailesi dahi bilmiyor ve yıllardır mahkemede bunun davasını sürdürüyorlar. İmam’ın ünlü bir komedyen olan oğlu Omar Reagan, sürecin ne kadar zorlu olduğuna dair arada basına açıklamalarda bulunuyor. Dava şu an temyizde ve olayın üzerindeki sis perdesi aralanmış değil. Fakat olayın bir tezgah olduğunu düşündürmeye yetecek kadar kara bir sicili olan güvenlik kuvvetlerine hiç güven duymayan siyahi ve İslami kesimler (normalde Ummah’ı radikal bulan Müslüman isimler ve gruplar bile) cinayetin hemen ardından protestolar düzenlediler ve bu şaibeli ölüm konusunda devleti suçladılar. Bu hadiseyi mühim kılan bir diğer önemli husus ise İmam Luqman Abdullah’ın bilindiği kadarıyla devlet kuvvetlerince öldürülen ilk Amerikalı imam olmasıydı.
O baskında neler oldu tam olarak bilmek sanırım hiç mümkün olmayacak ancak İmam Luqman Abdullah neden hedefteydi ve neden öldürüldü sorusunun hazin bir cevabı olarak aklımızın bir köşesinde Dhoruba bin Wahad’ın şu sözü hep olacak: “Amerika’da en tehlikeli şey hem siyah hem Müslüman olmak”
Deniz Baran yazdı