Hem hukukçu, hem edip, hem felsefeci, hem sosyolog, hem tarihçi; riyaziye de bilir, coğrafya da bilir. Yani cevâmi-ül kelim olan mütebahhir âlim Ahmet Cevdet Paşamızın büyük kızı Fatma Âliye Hanım. O da babasının hayr-ül haleflerinden denebilecek rütbede.
Babasından 41 yıl sonra 1936’da göçmüş. Hem bir paşanın kızı hem de bir paşa hanımı (eşi Faik Topuz Paşa) olup çileli hayatını muhkem bir iman ve irade ile doğru bir istikamette tamamlamış. Onun da örnek hayatının romanını hayr-ül haleflerinden Fatma Barbarosoğlu Hanım yazmış: “Uzak Ülke-Fatma Âliye” 19. asrın 2. yarısından 20. asrın ortalarına kadar olan ahvalimizi anlamak isteyenlerin bu alın teri göz nuru hakîmane romanı mutlaka okumaları lazım. Önce İz Yayınlarından sonra Profil Yayınlarından çıkmış.
Fatma Âliye Hanım, merhum üstat M. Ş. Eygi tarafından Bedir Yayınlarınca itinayla basılan “Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı” isimli “müfid-muhtasar” bir eser hazırlamış. Elimizdeki eser 1995 basımı. M. Ş. Eygi kitaba 10 sayfalık Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle başlıklı çok faydalı bir yazı eklemiş. 95 sayfalık bu eseri bazı genç arkadaşlarla okuma zevkini tatmış, çok istifade etmiştik. Lisanı ve üslubuyla babasına lâyık edîbe, âlime bir hanımefendinin bu eseri çok şey anlatıyor.
Zengin Türkçe ve mantık-muhakemede epey sıkıntılı olduğumuz günümüzde bu eserden alıntılarla bir yazı hazırlayalım dedik. İstifade edenler, zevkiyâb olanlar olursa bahtiyâr oluruz. Diline üslubuna hiç dokunmadık. Çünkü biz sadeleştirilmiş bir baskısından aynı zevki alamadık ve okuyamadık. Edebi zevk, ehlince malûmdur.
Tevellüd ve tahsil-i ibtidai kısmından nakiller
“Ahmed Cevdet Paşa, 1238 sene-i hicriyyesinde, rûz-ı Hızır'a kırk gün kalarak, Lofça Kasabası'nda tevellüd eylemiştir. Ahmed tesmiye olunmuştur. Pederi, Lofça eşrâf-ı vücûhundan ve Meclis a'zâsından ve Istabla-i Âmire pâyelülerinden Hacı İsmail Ağa'dır. Onun pederi Hacı Ali Efendi'dir ki bu Hacı Ali Efendi'yle birâderi Süleyman Bayrakdâr’a dâir Târih-i Cevdet'in yedinci cildinin on ikinci sahifesinde ve yine Hacı Ali Efendi'ye dâir Târih-i Cevdet'in dokuzuncu cildinin otuz dördüncü sahifesinde mâlûmât vardır. Ahmed Cevdet Paşa'yı pek küçük iken hucr-ı terbiyesine alıp büyük pederinin mesleği olan tarîk-i ilmiyyeye teşvik ve terğîb eden odur. Onun pederi Ahmed Ağa, Lofça müftüsü olan İsmâil Efendi'nin mahdûmudur. İsmail Efendi Lofça'da tavattun etmiş olan Yularkıran-oğlu Ahmed Ağa'nın mahdûmudur. Yularkıran Ahmed Ağa Kırkkilise zâdegânından Yularkıran-oğulları nâm hânedândan olup, Prut Muhârebesi'nde sergerde olarak Baltacı Vezir'le beraber bulunmuş ve devlete pek büyük hizmetler etmiştir. Kendisi o zaman Lofça'da tavattun eylemiştir.
Ahmed Efendi, küçük sinde iken okuyup yazdığından, o zaman Lofça müftisi olan Hâfiz Ömer Efendi'den ulûm-ı Arabiyye tedrîsine başlatılmıştır. Fevkalâde gayret ve ikdâm ile az vakit zarfında fünûn-ı Arabiyye'de hayli ilerlemiş, ulûm-ı Şer'iyye'de dahi biraz mümârese kesb eylemiş. Halebî ve Mültekâ okuduğunda henüz büluğa ermemiş idi. Ondan sonra ilm-i mantık ve beyân ile meşgûl olarak Hâfiz Ömer Efendi'nin yerine müfti olan Hâfız Mehmet Efendi’den de tederrüs eyledi.
Artık ulûm-ı 'âliyye tahsîl için İstanbul'a izâmı lâzım geldiğinde henüz on beş yaşını ikmâl ile onaltı yaşına girmiş bulunuyordu. O esnâda İstanbul'da Mekteb-i Harbiyye'nin tanzîmine îtinâ olunduğu cihetle onun mekseb-i feyz-i rif'at olacağı ve Ahmed Efendi'nin oraya idhâli bâzı zevât tarafından ihtar olunmuş ise de ceddi Ali Efendi büyük pederi İsmâil Efendi'nin mesleğine sülükûnü arzû edegeldiği cihetle o fikrinden dönmeyip, ancak tahsîl-i ulûm-ı 'âliyye için İstanbul'a gönderilmesi arzusunda bulunmuş. Ahmed Efendi'nin pederi İsmail Ağa ile vâlidesi Âişe Sünbül Hanım, oğullarını o küçük yaşda göndermek istememişlerse de hucr-ı terbiyesinde yetiştirmiş olan büyük pederinin azm-i katîsi ve Ahmed Efendi'nin arzûsu meselenin husûlüne bâdi olmuştur.
Gerçi, o zaman "Deli Müfti" diye mârûf olan sâbık Lofça müftisi pek âlim ve mütebahhir bir kimse olup, daha epeyce müddet Ahmed Efendi'yi okutmağa kâfi gelebilirse de Deli Müfti, bir yerde durup oturur kimselerden değilmiş. Hacı Ali Efendi Deli Müfti'ye şehriyye bir maâş tahsis ederek hafidi Ahmed Efendi'ye ders verdirmek istemiş ise de Deli Müfti âlemde hiç birşey ile mukayyed olmadığı gibi zaman ve mekân ile de mukayyed olamayacağı beyânıyla cevâb-ı red vermiş. O cevâb-ı redden sonra da o sinde dahi ilim âşıkı olan Ahmed Efendi onun dersinden istifade edebilmek için etrâfında dolaşırmış.
Ahmed Efendi, sinnen küçük ise de gâyet ciddi ve kâmil olduğundan, kendisi için gayri ondan istifâde kabil olmadığını görerek İstanbul'a gitmek azmine kuvvet vermiş ve Lofça'da oğullarını tedris edebilecek Deli Müfti'den başka muallim bulunamadığını, onun da maâşla dahi yola getirilemediğini gören peder, vâlidesi de muvâfakata mecbur olmakla, Hacı Ali Efendi hafîdi Ahmed Efendi'yi İstanbul'a göndermiş.
Medrese hayatı
“Ahmed Efendi, 1255 senesi evâilinde İstanbul'a gelip Çarşamba Pazarı'ndaki Papazoğlu Medresesi'nde bir hücre bulup, sâkin olarak Fâtih Câmi-i Şerîfi'nde tahsîl-i ulûm-ı âliyye ile meşgul oldu. Ahmed Efendi'nin İstanbul'a vürûdundan birkaç ay sonra da, Sultan Mahmûd-ı Sânî Hazretleri vefât ederek Sultan Abdülmecid Hazretleri câlis-i taht olmuş.
Büyük pederi ve pederi, Ahmed Efendi'nin idâresine lâzım olan parayı muntazaman gönderdiklerinden Ahmed Efendi, medresedeki arkadaşları içinde en ziyâde refâh-ı hâl ile geçinen bir kimse idi ve kendisini idâreden mâ'adâ talebelerden biri onun hizmetini görüp yemeğini pişirdiğinden onu da Ahmed Efendi besleyip idâre eylerdi.
Dersaâdet'e vürûdundan sonra arası çok geçmeyip Medrese-i Hamîdiyye imtihânı açılmış. Bu medresenin her odası için iki adama itibâr olunup birisi dâhil itibârıyla orada sâkin olur, diğeri hâric itibârıyla her sabah cennet-mekân Sultan Abdülhamid Hán türbesine gidip cüz okumak şartıyla mürettebâtını alır idi. Lâkin bu medreseye imtihânsız talebe kabûl olunmazdı. Ahmed Efendi henüz İstanbul'un imtihân usûlüne alışmamış olmakla beraber imtihâna dâhil olarak hâric itibârıyla bir odanın tahsîsâtına nail olmuş ki o ma'aş ve tâyinât, kanâat şartıyla bir talebeyi idâre edebilirdi. Ahmed Efendi'nin dersleri Fâtih civârında bulunduğu cihetle dâhil itibârıyla Medrese-i Hamîdiyye'de ikamet onun için güç olduğu gibi, Çarşamba Pazarı'ndan her sabah Yeni Câmi'e gidip gelmek müşkil olduğundan, cüz okumak için bevvâbı vekil edip hissesine âid olan vâridâtı da ona terk eyleyerek yalnız şeref-i itibârıyla iktifâ eylemiş. Zîrâ pederinin gönderdiği para onu refâh-ı hâl ile idâre edecek miktârda idi.
O esnâda tarîk-i kazâya bilâ-imtihân kimsenin kabûl olunmaması nizâm ittihâz olunduğundan Ahmed Efendi, Rumeli Kadıaskerliği Dâiresi'nde tertib olunan meclis-i imtihâna girip tarîk-i kazâya dâhil olmuş.
1260 târihine kadar medreselerde talebe ancak tahsîl ve mebâhis-i ulûm ile meşgûl olduğu hâlde ondan sonra medreseler âleminde dahi tagayyürât-ı azîme vâki olup medreselerin usûl-i tâlîm ve tahsîli bozulmuş. O vakte kadar medreselerde tâtil gecelerinde akd olunan encümen-i musâhabetlerde mebâhis-i ilmiyyeden başka söz işidilmez imiş. Ondan sonra her ne zaman bu encümenlere gittiyse âmiyâne ülfet ve müsâhabetlere tesâdüf eyleyip mubâhase-i ilmiyye işitmediğinden Ahmed Efendi, ondan sonra o encümenlere gitmemiştir.
Efendi, medreselerin eyyâm-ı tahsilinde müretteb olan derslerden başka, eyyâm-ı tâtiliyyesinde cüz'iyyâta dâir pekçok risâleler ve tarz-ı kadîm üzere hesâb, cebir, hendese, hey'et vesâir fünûn-ı hikmete dâir pekçok kitaplar okumuş. Muahharan medreselerde bu dersler metrûk ve mensâ olmuş”.
Yukarıda bahsi geçen Fatma Aliye’ye dair Uzak Ülke kitabından bir bölüm:
“Aliye ne zaman okuma yazma öğrendiğini hatırlamıyor. Ağabeyi Ali Sedat’a gelen hocaların meclisine katılırken, toprağın suyu çekişi gibi belleyivermişti esasında ağabeyine anlatılan dersleri. Henüz beş yaşında iken, Kur’an’ı baştan sona kadar okuyup bitirdi. Mızraklı İlmihal’i, Mevlid-i Şerif’i okumaya başladı. Harekeli bütün kitaplar Aliye’nin fethetmesini bekleyen diyarlardı.
Ne oyundan ne oyuncaktan, ne de eğlence ve cümbüşten hazzeden küçük kız, kendisini harflerin dünyasına atıyordu her fırsatta. Annesine ders veren hoca hanıma giden tepsiyi kapıda bekliyor; halayıkların, “Cicim sana yeni tepsi çıkaralım” davetlerini geçersiz kılarak “hocânım”ın artıklarını yemeye gönüllü oluyordu. “Alim kişilerin artıklarını yiyenler de artık olur” sözüne o kadar inanıyordu ki, bunun için ne mümkünse yapacaktı. Hocânımın artıklarını yemek için kapıda beklerken, bir taraftan da kitap okuyordu”. S.29
“Şimdiye kadar kendisini bir defa bile incitmemiş kızını, Adviye hanım da incitmemeli. Kızı dört yıldır kâtibeliğini yapıyor, onun adına yazılacak mektupları incecik parmaklarıyla yazıyordu. Korkusunu hayrete çevirmeye çalışıyor Adviye Hanım.
“Aliye, sen pederine Fransızca mektup kaleme alacak kadar kemale erdin mi? Hele yazdıklarını İlyas Matar Efendi’ye gösterelim.”
Annesinin kendisinden saklamaya çalıştığı korkuya bir anlam veremiyor Aliye. Yazdığı mektubu zarfa koyup annesine takdim ediyor:” Hocam okuduktan sonra emir buyurun da postaya versinler”
Kızı ne kadar da emindi kendinden böyle. Demek ki sahiden pederine yazmıştı bu satırları. Ama bu mümkün müydü? Koca koca delikanlılar, koca adamlar yıllarca uğraşıp da öğrenemezken, şu on üç yaşındaki kız mı bellemişti gâvurun dilini? Hem insan nasıl olur da, söylemek istediklerini gâvurun dilinde söyleyebilirdi?” s.46
***
Aile Mektupları (Prof. Ahmet Cihan- Gökkubbe Yayınları)
A.Cevdet Paşa 1863-1865 arasında Bosna-Hersek’te ıslahat ile görevlendirilmiş. Bu müddet zarfında İstanbul’daki ailesiyle muntazaman mektuplaşmış. İşte bir örnek:
“Nur-i Aynım Efendim
(Rebiyülevvel 1280/6 Eylül 1863
Bu hafta dahi bir kıta mektubunuzu aldım, sıhhat ve afiyet haberinizden memnun oldum. Ali Sedat’ın ve Fatma Aliye’nin gözlerini öperim. Sairlere selam ederim. Tahririnizden anlaşıldığına göre, Ali Sedat Bosna esvabı giymeyecektir. Binaenaleyh nafile yaptırıp götürmeyelim. Bu surette ona nasıl hediye hazır edelim, kendisinden sorunuz, ne ister?
Nasıl araba alalım deyu sual etmişsiniz, efendim. İnşallah el-kerim İstanbul’a gidildik de zannederim ki bizim için herhalde bir A’la kupa araba iktiza edecektir Lakin şimdi A’la araba alındığı halde ona bir çift araba bâr-gîri dahi lazım olur. Şimdiki bâr-gîrinize göre pek de pahalı araba yakışmaz zannederim. Fakat herhalde rey sizindir. Nasıl ister iseniz öyle yapınız. Asla bir şey diyemem. Şu kadar nasihat ederim ki çocukça düşünmeden iş tutmayınız. Güzelce düşünüp danışıp da öylece bir işe başlayınız. Kâr ve zarar sana aittir. Elhâsıl; sonra bana baş ağrısı vermeyiniz de nasıl ister iseniz öylece hareket ediniz. Bana hiç sormayınız. Şimdi bir tek hayvanınız var, ona göre rahat edecek ve gönlünüz hoş olacak surette bir araba alınız.
Burası kadın değil kadın gibi nazik erkeklerin bile gezeceği yer değildir. İnşallah Osman Paşa’nın hareminden doğru haber alırsınız. Bana ettirmediğiniz yemin kalmadı. Hala yemin lakırdısı ediyorsunuz. Allah akılar versin. Ben, burada çektiğim zahmet ve gönül azabını size yazmıyorum, rahatsız olmayasız deyu. İnşallah el-kerim buradan bir gün akdem çıkmağı Cenab-ı Haktan temenni ediyorum. Cümleniz sağ ve var olasız efendim” s.62
Mektuplarda Paşa hazretleri eşine “nur-i aynım efendim”, hanımı da paşaya “Efendim Hazretleri” diye hitap etmektedir. İsm-i şerifi geçenlerden göçenlere rahmet ve mağfiret, hayatta olanlara sıhhat, afiyet niyaz ederiz.
***
Delikanlı milleti için muhtasar lügatçe:
arazi-i vâsia: geniş arazi âmiyane: avama mahsus azm-i katîsi: kesin kararı bâdi: sebep bâr-gîr: beygir, at bevvâb: kapıcı câlis-i taht: tahtta oturan cesim: büyük cevâmi-ül kelim: az söz, çok mana cüz’iyat: parçalar, kısımlar dersâadet: İstanbul evâil: evveli encümen-i musahabet: sohbet toplantısı esbab-ı maişed: geçim yolları eşraf-ı vücuh: önde gelenler eyyam: günler fünun: ilimler hafid: torun hayrül-halef: hayırlı sonra gelen hendese: geometri hey’et: astronomi hucr-ı terbiye: terbiyesi altında ıstabla-i âmire: sarayın ahırı ibtidai: ilk, başlangıç ikdam: sebatla çalışma istihlâk: helâk etme, tüketme ittihaz: kural, kaide izâm: gönderilme izdivac: evlenme kaht-ı ricâl: kıymetli adam kıtlığı kerime: kız çocuk ma’ada: başkaca, ayrıca mahdum: oğul mârûf: bilinen mebahis: bahisler, konular mebzûl: çok bol mecelle: islâm Hukuku kitabı mekseb-i feyz-i rif'at: feyizle yükselmek memâlik: mal mülk |
metruk: terk edilmiş muahharan: sonradan muammer: uzun ömürlü mukaddime: giriş, adım mukayyed: bağlı, kayıtlı muvâfakat: kabul etmek müdiri umur: işleri idare eden müfid-muhtasar: faydalı ve kısa mümarese: yatkınlık, alıştırma müretteb: tertipli, düzenli mürûr: geçmek mütebahhir: derya gibi niyabet: kadı vekilliği paye: rütbe riyaziye: matematik, hesap rüsûm: vergi rûz: gün sâbık: geçen sakin: oturan sâni: ikinci sergerde: başı boş sin: yaş sülûk: yola girme şehriye: aylık tahrir: yazmak tagayyurât-ı azîme: büyük değişiklik tarîk-i kazâ: adliye yolu tarz-ı kadim: eskimez usûl tavattun: vatan edinme, yerleşme tâyinât: ayrılan pay tederrüs: ders okuma tedris: ders alma tesmiye: isimlendirme tergib: rağbet etme, beğenme tevellüd: doğum tarihi ulûm-u âliyye: yüksek tahsil varidat: gelir vürud: giriş, başlayış zadegân: ağa çocuğu zevat: zatlar, kişiler |