Ramazan bayramını müteakip Arzu Çubukçu’yu, kurbanı müteakip Betül Aysan Bedir’i dar-ı bekaya uğurladık. Allah rahmet eylesin. İrtihalleri bayramları olsun. Ayrılık iki ay arayla acısını tattırdı. Ölüm gurbet ve firak olarak tebarüz etti. Göz yaşardı, kalp hüzünlendi. Sezai Karakoç’un dizleri uçuştu validelerinden haber aldığım ve onları gördüğüm her defasında: “Çocuk öldü mü güneş / Simsiyah görünür gözüne / Elinde bir ip nereye / Bilmez bağlayacağını anne / Kaçar herkesten /Durmaz bir yerde / Anne ölünce çocuk /Çocuk ölünce anne”.
“Riyazü’s-sâlihîn”in cenâiz babında yer alan, valideyni “hamd evi”yle müjdeleyen hadis teselli verdi: Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Yüce Allah, meleklerine: “Kulumun çocuğunun ruhunu mu kabzettiniz?” buyurur. Melekler: “Evet” derler. Allah: “Kulumun gönlünün meyvesini/ciğerparesini mi kopardınız?” buyurur. Melekler: “Evet” derler. Allah: “(Bu durum karşısında) kulum ne dedi?” buyurur. Melekler: “Sana hamd etti ve “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” dedi” derler. Bunun üzerine Allah: “O halde kulum için cennette bir ev yapın ve adına da “hamd evi” koyun.” buyurur. (Tirmizi, Cenaiz, 36 [1021])
Kafam o kadar karşık ki sökün eden fikirleri harmanlayamıyorum. Ve öyle çok tevafukât var ki başımı ne yöne çevirsem o taraftan adeta fışkırıyor. Tazyikli analojiler. Aklıma düşenleri alt alta sıralarken iki farklı icradan Ali Ufkî Bey’in hüseyni ilahîsini dinliyorum: Ahmet Kadri Rizeli ve Ayangil Topluluğu’ndan. Güftesini anlamak güç. Bir şedd-i araban durak notasının yamuk yumuk harfleri ve koro gürültüsünün karmaşıklığından tefrik ettiğim mısraları paylaşayım: “Ey gönül neylersin sen bu cihanı/ Kala sanma sana bu mülk-i fâni/ Kanı şol âleme sultan olanlar/ Koyu ben gittiler nam ile şanı/ Felekler tâcını başından almış/ Türab etmiş nice sahip kıranı/ Hakîkî gafil olma kıl nazar kim/ Ecel gelir bir gün vermez emânı”
![]() | ![]() | ![]() | ![]() |
![]() | ![]() | ![]() | ![]() |
![]() | ![]() | ![]() | ![]() |
![]() | ![]() | Resimleri büyütmek için üzerini tıklayın. |
Bir yandan sürekli ölüm-hayat karşıtlığı ve onun girift nisbetleri...
Hayatiyetin hakkı nasıl eda edilir sorusu kafamı ve gönlümü kucalarken ism-i Hayy’ı araştırmaya koyuldum. Sufî kitaptan çıkan İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin “İlahî İsimler”i nam-ı diğer Tuhfe-i Recebiyye’nin ilgili bölümünü okurken geçen sene kitabın son sayfasına düşmüş olduğum not gözüme ilişti: “...Allah teâlâ buyurmuştur: “Kulun ölümü hoş karşılamadığını bilirim. Ben de onu mahzun etmeği hoş karşılamam. Ancak ölüm gereklidir.”
Yani dünyanın dikenliklerinden geçip ahiret gülistanına ermek ve Hakk’ın cemâlini perdesiz görmek için ölümün kantarından geçmelidir. Çünkü, başka yol yoktur. Bu manaya göre ölüm her ne kadar zehirli ise de içmek gerekir. Zira şarap kavuşmaya vesiledir. Surete ait ölümde durum bu olunca manevi ölümde de budur. Hatta fenâ fillah hasıl oluncaya dek bir değil bin ölüm acısı çekilir. Her bir ölümün karşılığında hayatın bir türü vücut bulur.” (s.209) Madem hüküm vuku buldu Rabbim evvel giden ahbabımdan bu iki gök ekininin mekânlarını, asûde bahar ülkesine döndersin. Dönerdi kelimesi ve evlat acısına ilişik yâdıma Rahmi Duman’nın oğlu kaçırıldığı vakit yazdığı, Alaaddin Yavaşça’nın bestelediği hicaz şarkı düştü:
Kimseyi böyle perişan etme Allah’ım yeter.
Uyku tutmaz, bir ümit yok, gelmiyor artık hiç haber
Ağlamaktan gözlerim görmüyor etrafı artık
Hazreti Yakub'a dönderdi beni hükm-i kader.
Ölüm hayattan son nefesin kesilmesi. Buradan göçerken hayatiyet tecellisi mahiyet –belki de derece demeli- değiştirir. Ötesinde nasıl bir ism-i hayy mazhariyeti var düşünemiyorum. Ama bu dünyada hayattan soyan, ölüm. Hayat, İbn Arabî’de isimlerin imamıdır. Sübuti sıfatları sayarken önce hayat deriz. Ve ilmi, sem’ ve basarı, irade, kudret, kelam ve tekvîni hep hayat ismine bağlı okuruz. Ayrıca birçok veliye göre Hay ismi ism-i a’zamdır. Hay isminin nuru -o kadar ziyade ki- kulağımda çınlayan “Ölüm çok ağır, Saliha ölüm çok ağır” sözlerini iyice anlaşılır kılıyor. Çünkü ölüm onca nisbetiyle bir hayatı size perdeliyor.
Ölmeden önce arından varından soyan da ölümdür. Canı merdâne teslim gerekir. “Ölmeden önce ölünüz” buyrulur. Bununla murad edilen -zamanın benzersizi namı ile meşhur bilgenin tabiriyle- hayvaniyetten çıkmak, cismaniyeti bırakmak ve kalp ile nurun derece-i hayatına girmektir. Bu inkişafı daha geniş bir hayat dairesi ve nur alemi bekler: Melekutîyet alemi. Bu noktadan baktığımızda hayatı idrak etmek için melaike bahsi çok mühimdir.
Nefh-i sûr ile hayat
Ölüm, Azrail (a.s.) ve avanesi meleklerin teşrifatıyla gerçekleşir. Çünkü Rahman’ın nefesinden olan ruh onda teslim edilir. Ruh emanettir ve o kadar kıymetlidir ki her daim melaikenin nezaretindedir. Azrail (a.s.) ölümü teslim eder. İbn Arabî’ye göre en kıdemli melek olan İsrafil (a.s.) ise kıyameti ve haşri uyaran nefhayla vazifelidir. Kıyamet, kalkmak, dikilip ayakta durmak manasındaki kıyam kökünden gelir. Hadis-i şerifte “Ölen kimsenin kıyameti kopmuştur” (Aclunî, Keşfu’l-hafa, II, 368) ve “İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar” (Aclunî, Keşfu’l-hafa, II, 414) buyurulur. Mevta, dikilip Allah’ın huzurunda durmuştur. Hayatta nakıs olan uyanıklık öldükten sonra kemal noktasına ulaşmıştır.
Senevî haşrin meydanı olan bahar mevsimi İsrâfil-vâri meleklerin nefh-i sûr-u ile hayatlanır. Ölü kalpler de hayattan nasibini İsrafil’in (a.s.) ilimden olan canlılık nefesi ve diriliş sözleriyle alır.
İnsanlar ölürler
Efendimizin (s.a.v) İbn Abbas’tan (r.a.) rivayet olan bir duasının sonu: Lâ ilâhe illa ente’l hayyu’llezî lâ yemût ve’l-cinnü ve’l-insü yemûtûn.
Furkan suresinde (25/58) “Ölmeyen diriye tevekkül et” emr-i ilahisine muhatap olup sevdiklerinin ölümüyle gurbette kalan herkes adına: “Allah’ım! Sana teslim oldum, Sana iman ettim, Sana güvendim, Sana yöneldim, halimi Sana arz ettim. Senin izzetine sığınıyorum. Senden başka ilâh yoktur. Sen ölmeyen dirisin. Cin ve insanlar ölürler. (Nesâî, Nuût, 14, IV,399)
Suleyha Şişman hayatiyetin hakkını verebilmeyi diledi