Nasıl ve nerede karşılaştık hatırlamıyorum. Bir insan bu kadar sakin, bu kadar kendiliğinden başkalarının dünyasına nasıl sızar, dahası bir insan kendine bu kadar nasıl sızar? Zorlamadan, öne çıkmadan, sessizliğiyle, beyefendiliğiyle nasıl kabullendirir kendisini ilk karşılaştığına? Sarının bakıra, bakırın sarıya sızması gibi bir şey bu. Tabii, kendiliğinden…
Harfleri önce sükûnetle arındırdıktan sonra…
Ne yaptığını en iyi Tanrı Teala bilir bilmesine de, “kurban olduğum, Rıfkı Kaymaz’ı ne çocuk yaratmışsın” diyesi gelir insanın. Sadelik ve temizlik manasında elbette... Yaramazlığına tanıklığımız olmadı. Bir de küçük harflerden yaratmış Allah onu, sessiz harflerden… Ya da harfleri önce sükûnetle arındırdıktan sonra…
Ne zaman ve nerede karşılaştık hatırlamıyorum dedim ya, galiba Türkiye Yazarlar Birliği çatısı altındaydı ilk karşılaşma. Hafızamı kazıdıkça o çatıyla bağlantılı etkinliklerdeki yüzü geliyor aklıma.
![]() |
![]() |
Türk tarihinin her dönemine fazlasıyla yakışır…
Üzerindeki önü ilikli ceketi, kareli gömleği, gömleğin üstündeki v yaka kazağı çıkarıp derviş donuna büründürseniz, bin yıllık Türk tarihinin her dönemine fazlasıyla yakışır bir çelebilik abidesi… Rıfkı Kaymaz bu heykelden ibarettir, bir de…
Bir gün koltuğunun altında çantası, o zaman T.C. Devlet Demiryolları’nda çalışıyordum, ansızın kahve içmeye gelişi, oturuşundaki ürkeklik, Yüksek Denetleme’de çalışan Talat Aydın’la tanıştırmasındaki nezaket… Galiba bu da ilk karelerden…
Altı çizili satırlar Kaymaz’a dair
Bir de son kare var. Oraya geleceğim de altı çizilmesi gereken başlıklar var:
Dergi çıkardı, derleme kitaplar hazırladı, gazetelerde yazdı; çocuk kitapları, çocuklara dair şiirleri var. Bunların değeri konusunda bir şey söylemem yakışık almaz, en fazla benim edebî zevkime hitap etmediğini söylerim. Bunlardan ziyade Rıfkı Bey’in kopmayan, kendisini yenileyemese bile süreklilik arz eden ilgi ve çabası takdire değer her şeyden önce. Bu bir.
İkincisi, onun doğup büyüdüğü, bağlandığı şehre, Erzincan’a ilgisi ki, Erzincan’ın hafızası da Rıfkı Bey’le birlikte Cennet-i Ala’nın yolunu tuttu desem, abartı olmaz. Haklı olarak Mehmet Doğan da dikkat çekti bu yönüne.
O, bakıra tuğra çekerken…
Erzincan ilgisinden midir yoksa el ustalığından mıdır bilinmez, cümle Padişah Efendimizin tuğralarını bakır levhalara nakşetti ki, yaşarken onlara bakarak Rıfkı Bey’i yâd edeceğiz. Bakır işlemecilerinin en renklilerinden biriydi; kitabını da yazdı. İnanırız, sağ omuzundaki melek, o, bakıra tuğra çekerken, sevap kitabına uzun cümleler yazıyordu, bu üç.
![]() |
(+) |
Aynı çehre, aynı incelik, aynı sessiz harfler
Son kare şu:
Türk Ocağı Binası’nda Erzincanlı fotoğraf sanatçısı Lütfi Özgünaydın’ın sergisi vardı. Aa, baktım Rıfkı Bey… Erzincan’a dair kitap projelerini konuştuk bir köşede. Aynı çehre, aynı incelik, aynı sessiz harfler.
Bir at ile bir gölgeden savuştum
Bir hafta geçmedi. Yazarlar Birliği’nden bir arkadaşı bir vesileyle aramıştım. “Yoldayım, Rıfkı Kaymaz’ın cenazesinden geliyorum”, demez mi… Azrail Efendimizin gücüne gitmesin, Deli Dumrul olası geliyor böylesi anlarda…
Rahmetli annem “Bir at ile bir gölgeden savuştum” dizesini söylemişti ölümüne yakın… Rıfkı Bey de bir at ile bir gölgeden savuştu. Atı ince, kendisi ince, gölgesi de ince…
Mehmet Aycı ne güzel anlattı öyle