Çağının sıradışı yazarı Evliya Çelebi, coğrafyalar arşınlayan bir cihan seyyahı olmasının yanı sıra Osmanlı kültür atmosferinden çıkan belki de en yaratıcı sanatçılardan biridir. Bunun hakkı çoğu zaman verilmez veya bu görmezden gelinir. On ciltten oluşan Seyahatname adlı eseri onun ne kadar velut bir yazar olduğunu gösterdiği kadar anlatmayıyazmayı da ne denli ustalıkla becerebildiğine işaret eder.
Bu meyanda Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nin İstanbul'u kapsayan birinci cildinin ilk sayfalarından açmak istiyorum. Bu bölüme Evliya Çelebi'nin rüya anlatısı damga vurmuştur denebilir. Bu belki de Seyahatname hakkında bilinen en yaygın anlatılardan biridir de. Evliya'nın, ''Şefâ‘at Yâ Resûlallah diyeceğime mehâbet-i meclis-i Resûl'den Seyâhat yâ Resûlallah dediğim...'' diye ifade ettiği kısım Evliya Çelebi'nin aynı zamanda Hz. Peygamber’den aldığı müsaade doğrultusunda uzun soluklu seyahatlerine başladığı sıfır noktası hüviyetindedir.
Bu noktada rüya anlatısına biraz daha yakın bakış yapmak istiyorum. Evliya Çelebi'de rüya anlatıları bütün bir Osmanlı klasik literatüründe olduğu gibi bir referans noktası içerir. Yani bir rüya ve onun tabiri eyleme geçirici bir etkiye sahiptir, en azından anlatı düzleminde. Bunun akla gelen ilk örneği Osman Bey'in rüyasında gördüğü Osmanlı Devleti'nin gelecekteki azimetine ve yayılışına işaret eden ağaç sembolüdür herhalde.
Fakat baştan beri rüya kelimesini anlatı ile yanyana kullanmamın önemli bir sebebi var. Bu da rüyaların -hiçbir zaman olamayacağı üzere- olgusal olmayıp yorum içeriğine sahip olmasıdır. Yani bir rüyadan hiçbir zaman uyku halinde gördüğümüz bir durumun tezahürü olarak söz edilemez ya da rüyada görülen şeyler aynı şekilde yazıya geçirilemez. Biraz daha ileri gidecek olursak, rüyalar -özellikle bu Evliya Çelebi'de ya da Osman Bey'de görülene benzer- kurucu niteliği haiz olan rüyalar, çoğu zaman meşrulaştırıcı bir boyut içerir. Bu meşrulaştırma fonksiyonu ise rüyayı anlatı düzlemine taşır ve ona kurgusal bir zemin sağlar.