İnceden inceye kar yağıyor İstanbul'a, takvim yaprakları Ocak’ın 8’ini gösteriyor.
Acıbademde güzel bir dostun mekânında Cumhuriyet döneminin ilk icazetli hanım hattatı muhterem Ayten Tiryaki Hanımefendi ve bu sanata gönül vermiş yüzlerce talebesinden otuz hanım heyecanla kıymetli misafirlerini bekliyor.
Şeyh-ül Hattatin olarak da anılan, ömrünü kalıcı eserlere vakfeden ve yılların tecrübesini talebelerine aktarabilmek için çırpınan Hasan Çelebi hocamız ve eşi Nevriye Hanım teyze teşrif edince hal hatır faslından sonra sımsıcak bir sohbet başlıyor. Sanatın zorluğundan bilhassa çok çeşitli sorumlulukları olan biz hanımların vakit darlığı çekmesi nedeniyle yolumuzun uzun, meşakkatimizin ağır oluşundan bahsediyor sanki içimizi okur gibi. Son yirmi yıldır gelenekli sanatlarımızda hanımların sayı ve gayretlerinin giderek artmasından memnuniyet duyduğunu belirterek yüreğimize su serpiyor. Çamlıca Camii için talebelerinden bir el yazması Mushaf-ı Şerif istediğinde erkeklerden yalnızca iki kişinin talip olmasına karşı hanımlardan kırktan fazlasının severek gönüllü olduklarını, elenme suretiyle otuz beş hanım hattatın altı ay gibi bir sürede Kur’an’ı tamamladığını gülümseyerek anlatıyor. Başarıyı kabiliyetten ziyade gece rüyalara girecek kadar yapılan işi sevmeye bağlıyor. Ve tane tane şu manidar olayı naklediyor:
“Eskiden sobaya girebilsinler diye odunlar ücret karşılığı kırdırılırmış. Devrin meşhur hattatlarından Sami Efendi de odunlarını kırdırmak ister ama biriyle para hususunda anlaşamaz. Gelen diğer kişi ise şöyle bir bakar zor bulmuş olacak ki geri döner. Bir müddet sonra elinde baltasıyla çelimsiz ihtiyar bir oduncu çıkagelir. Kaç para istersin diye soran Sami Efendiye ‘Mühim değil, ben şu odunları bir güzel kırayım da hele beğenirsen verirsin’ deyince Sami Efendi biraz pişmanlık duyar, tereddütte düşer. Çok da meraklı olduğu için başında bekler, nasıl yaptığına dikkat kesilir. Nihayet iş bitince “Başta seni gözüm tutmamıştı lâkin çok muntazam kırdın. Bu nasıl oldu?” diye hayretini dile getiren meşhur hattata ihtiyar oduncu “bu işi kırk yıldır severek yapıyorum öyle ki rüyalarımda bile odun kırarım” diyerek sırrını fısıldar.
Rüyada “Elifleri kaftanla” ikazı
Hissemize düşeni anlamış olmakla beraber devamında gelen rivayet daha bir pekiştiriyor aşkla çalışmanın hikmetini. 18. yüzyıla damgasını vurmuş Rakım Efendi bir yazı yazar fakat bir türlü içine sinmez. Hem abisi hem hocası olan İsmail Zühdü Efendi de artık hayatta değildir ki sorsun, danışsın. Gece rüyasına giren abisi Zühdü Efendi “Elifleri kaftanla" der. Sabah uyanır uyanmaz bunu bir işaret kabul eden Rakım Efendi gereken düzeltmeleri yapınca yazı oturur. Zira Rakım Efendi kalemi lüzumundan biraz fazla meyilli kesince ‘elifler' zayıf düşmüştür.
Bizleri birer evlat ve talebe olarak gören Hasan Çelebi hoca yıllar evvel başından geçen bir hadiseyi anlatarak hasbihâle devam ediyor: “Daha gençlik zamanlarımdı, bu yüzden üzerimde çok emeği olan hocam Hamid Aytaç beyin kalıplarından istifade ediyordum. “Ela bizikrillahi tatmeinnel kulüb" ayetini yazdım fakat bir noksanlık hissediyorum ne olduğunu bir türlü bulamıyorum. Derken rüyamda Hamid hoca “Harekelerin incedir" dedi. Sabah gözümü açar açmaz harekeleri biraz kalınlaştırınca yazı istediğim gibi oturdu.”
Hasan Çelebi hocamızın bazı uygulamalarla ilgili tenkitleri de kulağımıza küpe oluyor. Son yıllarda büyük hattatların adına memleketlerinde müze kurma girişimlerine biraz mesafeli yaklaşıyor. Kurulacak böyle bir müzenin hiç olmazsa üçte ikisi bu hattatın eserlerinden, geri kalanı da yapılacak bir müsabaka yoluyla seçici kurul tarafından kabul gören günümüz eserlerinden oluşması gerektiğini önemle belirtiyor. Bu fevkalade kıymetli sanatkârlara ait el emeği göz nurlarının aslı yerine fotoğraflarını duvarlara asmakla bir müze kurulamayacağının altını çiziyor.
Çürümeye terk edilen 50 elyazması Mushaf
Çözülmesini umutla beklediği bir acı hakikati öğrendiğimizde ise hepimiz çok üzülüyoruz. Sultan Abdülhamid Han’a ait yaklaşık elli adet el yazması Mushaf-ı Şerif İstanbul Üniversitesine ait kütüphanenin zemin katında muhafaza ediliyor. Hâlbuki bu şehrin havası, nemi bilhassa zemin katlarda depolanan böyle nadide eserlerimiz için büyük tehlike arz ediyor. Velhasıl rutubet bu eserleri mahvetmeden evvel kıymetli Mushafların gün yüzüne çıkartılmasını ve ziyaretçilerin rahatlıkla görebileceği müsait mekanlarda layık olduğu şekilde sergilenmesini çok arzu ettiğini ifade edince bizler de âmin diyoruz.
Kıssadan hisselerle dolu sohbetin sonuna doğru meşklerimizi gösteriyoruz. İlmin ve sanatın zirvelerinde gezinip tevazuda karar kılmış Hasan hocamız derslerimizin üzerinden hepimize tek tek izahlarda bulunuyor, biz ise pür dikkat dinliyoruz. Ayten Tiryaki hocamızın tabiriyle işimizin ‘iğneyle kuyu kazmak’ olduğunu biliyor, harflerden evvel edep ve erkân öğrendiğimiz bu mektebe artan bir muhabbetle bağlanıyoruz.
Tez zamanda yine buluşabilmek üzere dualarla vedalaşıyor, heybemizde nice güzellikler, dimağımızda taze bilgiler, kulağımızda ‘az fakat aranan kıymette eserler vermeye bakın' tembihleriyle evlerimizin yolunu tutuyoruz.
Dışarda soğuk rüzgârlar uğuldarken harflere meftun gönüllerimiz üşümüyor. Aşkın ateşi harlanmışsa bir kere ne soğuk ne zorluk ne de yorgunluk tuttuğumuz yoldan alıkoyamıyor...
Esma Can
Esmacım kalemine sağlık
Her zaman ki gibi ilk tebrik eden, hep teşvik eden kıymetli arkadaşım..teşekkürler.