İnteraktif Hacc ziyaretleri çok yakında. Safa ile Merve arasında say yapma artık çok kolay; siz enter tuşuna basın imleç yedi kere gidip gelsin Hacer anamızın kan ter içerisinde çaresizce koştuğu tepelerde. Bu arada isterseniz online Kur’an yayını yapan bir siteyi açar, koltuğunuza yaslanır, istediğiniz kadar hislenirsiniz!
Osmanlı padişahları hacc farizalarını yerine getirmedikleri için eleştirilmişlerdir. Ancak onlar “Haremeynin hadimi” olmakla övünmüşler ve Mekke’nin, Medine’nin her ihtiyacına bir kalem istenmişse on kalem yekûn göndermişlerdir. Osmanlı sultanları gibi bir niyetle gitmemek isterdim Harameyn’e. Ya da, Veysel Karani gibi şöyle kapısından bir bakıp gelmek için canımı verirdim. Lakin, oraya vardığımda Mekke çoktan gitmiş olacak kurulması için emir buyrulan makama.
Meşhur hikâyedir; şehirlerin ruhu vardır. O ruh ise, şehir kurulurken yapılan tılsımla mündemiçtir. Romalılar Kartaca ile savaşmaktan bezmişler, ne zaman ki şehrin tılsımını bozacak sırra ulaşmışlar o vakit rahata ermişlerdir. Kartaca, bir daha kurulamayack şekilde yerle bir edilmiştir ters bir büyü ile.
Mekke yıkımların şehri; dirilişin şehriydi.
Mekke, tacirlerin şehri; hacıların ve dünyaya bel bağlamayan mutmain insanların şehriydi.
Mekke, zemzem’i poşetleyip satanların şehri; susuzların kana kana su içtikleri münbit şehirdi.
Mekke, turistik amaçlı umrelerin şehri; oysa gezginlerin dünyayı bir kenara bıraktıkları şehirdi.
Mekke, ölüler şehri, mezarlıkları bile olmadığı halde; şehidlerin kanlı canlı zikr yaptığı şehirdi.
Mekke, taşın para ettiği şehir; oysa taşın avuç içinde iman ettiği şehirdi.
Mekke, ağaçlarını yok eden şehir ki kuru kütüğü bile insan gibi hüngür hüngür ağlardı.
Mekke, anamızın yani Havva’nın şehriydi, mahremdi; şimdilerde anaların ağıdını duymayacak kadar sağırlaşmış bir şehir.
Mekke, boykot edilecek binaları 1400 küsür yıldır işaretleyen şehir; Oysa İbrahim binaların anasını yapmıştı o şehirde, yıkıma inat.
Mekke, Haccac-ı zalimle Haccac-ı Alim arasında zalim olana meyleden şehir; Oysa, Kabe’nin kalbinde Ali’yi doğuran şehirdi.
Mekke, kendinden olana diş bileyen bir şehir, Yemen sınırında Husileri öldürürken bir mezhep savaşında; halbuki, kardeşinin dişine taş değdiğinde savaş alanında fırtına koparan şehirdi.
Mekke, Gazze’ye dua eden imamına tahammül edemeyecek kadar kör; oysa dağındaki örümceğiyle, güverciniyle, kör mağarasıyla dahi dara düşeni koruyacak kadar merhametti Mekke!
Mekke, kandan, petrolden, zemzemden göller üzerinde raks yapan şehir; oysa, dövüşen, direnen, inanan, terleyen insanların tavafının şehriydi.
Mekke, cesetlerini tuzla kemiklerine kadar eritip çöle savuran şehir; oysa, ölüleri dirilerden de diri şehirdi!
“Mekke, anamın şehri!” diye ünlenmiş, bu nida tepelerinde yankılandığında onyedi yaşında bir delikanlı suikaste uğrayacak emin olan insanın yatağında yatmaktaydı. Anamızın şehri içinde katilleri saklayan bir şehre dönmüştü. Öyle ya, her şey aslına rücu eder! Şimdi de içinde katiller olmasa da tüm tarihi izleri berteraf eden rahat düşkünü, gamsız, kardeşlerinin ölümünü localardan izleyen krallar var. Otellerine localar ekleyip daha zengin hacılar istiyorlar topraklarına. Fakir ve mağdur müslümanlardan korkuyorlar. İlk iman edenlere nasıl davrandıysa ataları, şimdi de semirmemiş olan müminlere o gözle bakıyorlar. Ve belki onlar da aslına rücu etti zannediyorlar şehri…
Doğrudur. Bir bakıma, Mekke müşrikler zamanındaki ticari ve vandal yapısına büründü ama dünyanın en eski evi orada. Cahiliye Araplarından da öncesi var…
Adem ki Arafat’a geldiğinde…
İbrahim ki İsmail’i yanına alıp Kabe’yi yeniden inşa ettiğinde…
İsaf ve Naila daha iki aşık iken; putlaştırılıp Hubel’in yanına konulmadığı zamanları da var Mekke’nin.
Hatta, yarım kalan bir sefer vardır Mekke’ye. Ebrehe’nin ordusu taş taş üstünde kalmamacasına bir yeminle, bir öç için Mekke’ye doğru fillerini sürdüğünde; niyetleri bozuktu. Gayeleri imansızdı.
Ama, yola çıkan o ordunun bir tamamlayıcısı gelir ve Mekke’yi aslına döndürürse?!
Onca rehavetten, mİrasa konmadan, oğullarına eğitimden gayrısını miras bırakmayıp paradan korkan Ali’nin şehri paraya bunca tamah ederken… Ebu Bekr infak edecek bir nesnesi kalmayana kadar verdiğinde de Araptı oysa! Yıkılacak binalar bir bir işaretlenirken; Rabbin ordusu da yapılacak binaların üzerine bir remiz koyuyorsa ya?!
Mekke’ye gidemeyeceğim… İbn-i Arabi ya da Hallac-ı Mansur gibi Kabe’yi seyredip Rabbi gören gözlerle bakamayacağım ilk evimize. Biliyorum, sadece hacc farizası için gidenler otelleri ve satıcıları görmeyecek; mahşerlerini yaşayacaklar. Ama Hacer kadar ayakları yanmayacak hiçbir hacının o şehirde! Efendim kadar, hiçbirimiz, “Anamın şehri! Sana ne yaptılar?!” diyemiyeceğiz.
Araplar, yaptıkları binaları muallaka şairleri gibi övedursunlar, beyitler gibi dizsinler yan yana. Güya, “binalar Kabe’yi tavaf ediyor bakın!” desinler… Kibir, tavaf yapmaz! Kabe’ye ancak Allah yukarıdan bakabilirdi hafızamızdaki ilmihale göre. Arapların binaları Babil Kulesi gibi göğe kafa tutarken neyin tavafını yapıyorlar; kendileri daha iyi bilirler... Öyle ya Kabe’deki putlar için de: “Bunlar bizi Allaha daha da yaklaştırıyor!” diyordu ataları. Göğü delen binaları ancak göğe biraz daha yaklaştıracak onları Babil gibi!
Ey anamın şehri! Biliyorum ki her şey aslına rücu eder! Ey vahyin kalbi; sıkı tut kalbini, dağılmasın! Ey nurun rahmi! Ey kerem sahibi, ey aziz şehir! Senin üzerinde oyun kuranların, seni “oteller şehri” yapanların üzerinde oyun kuran var! Efendimin dedesi gibi diyorum: Mekke’nin -Kabe- sahibi var! Benim sözüm buraya kadar!
Zeki Bulduk, bu haberden sonra Harameyn’e gidemeyecek; hangi Kalp Kabesine dayanıp ağlasın?!
Ashab-ı Kiram'ın kabirlerini dahi "kabir ziyareti şirktir" diye yıktıran bir anla(ma)yıştan ne bekleyebiliriz ki? İngilizler haremeynin yönetimini tam da kendi zihniyetilerindeki kişilere vermişler. Vaktinde sufilerin mücavir fi beledillah olarak kaldıkları yerler şimdi modern dünyanın sapıklıklarıyla dolu. Allah sonumuzu hayırlı kılsın...