2007 yılında Çağrı ve Ömer Muhtar filmlerinin yönetmeni Mustafa Akkad şehadetinin 4.yılında İstanbul'da bir törenle anılmıştı hatırlarsanız. Sinemacı Ali Murat Güven'in girişimiyle düzenlenen program müslümanlara yakışır bir vefa örneğiydi tam anlamıyla. Aslen Suriyeli olan Akkad'ın anıldığı geceye Suriye Kültür Ataşesi ve yazar Velid Hasan Rıdvan da katılmış, Suriye-Türkiye bayrakları yan yana asılmıştı. Yücel Çakmaklı, İhsan Kabil, Nihal Bengisu Karaca, Hüsnü Mahalli, M. Nedim Hazar, Sefer Turan ve Prof. Dr. Sami Şekeroğlu da programa katılan isimler arasındaydı. Öncü ve usta yönetmen Mustafa Akkad'ı anma gecesinin sonraki senelerde de devam edeceği haberini almıştık. Hatta Ali Murat Güven çok daha büyük bir organizasyonun müjdesini de vermişti. Gözlerimiz geçen sene Akkad'ın vefat yıldönümünde anısına düzenlenecek geceyi aradı ama malesef organizasyon gerçekleşemedi. Bu sene de herhangi bir gelişme olmayınca gazeteci-yazar Ali Murat Güven'e neden gecenin devam edemediğini sorduk. Bir sorduk, bin ah işittik. Mustafa Akkad'ı şehadetinin 6.yılında rahmetle anarken, kendisi için esaslı bir gece bile düzenleyememenin mahcubiyetini taşıyoruz.
İşte Ali Murat Güven'in açıklamaları:
'Akkad'ın oğlu,eşi ve Çağrı'nın müziğini besteleyen Maurice Jarre'ı getirecektim'
2008 yılının yaz aylarıydı. İstanbul'un kalabalık nüfuslu ilçelerinden birinin belediye yönetiminden sürpriz bir telefon aldım. Telefondaki basın danışmanı dostumuz, "Geçen yıl (15 Kasım 2007) düzenlemiş olduğunuz 'Mustafa Akkad'ı Anma Toplantısı'nı büyük bir ilgi ve beğeniyle izlemiştik. Olayın câmiâdaki yankıları da etkileri de çok hoştu. Eğer bu vefâ gösterisinin ikincisini de düzenlemeyi düşünüyorsanız, belediye olarak böyle bir organizasyona aynî ve maddî destek vermeye hazırız" dedi.
Dindarlar olarak, kültür ve sanata ilginin yok denecek kadar zayıf olduğu, bu konulardaki entelektüel bilinç açısından son derece çorak bir düzlemde yaşıyoruz. O yüzden, "varoş" olarak adlandırılan bir ilçenin belediyesinden böyle bir teklifin gelmesi beni çok heyecanlandırdı. O gece -size yemin ediyorum ki- sevinçten gözüme uyku girmedi. Kısa bir süre sonra da verilen randevuya icabet ederek ilgili belediyeyi ziyarete gittim, elimde ayrıntılı bir fizibilite dosyasıyla birlikte Kültür Müdürü'nün misafiri oldum. İlkinden daha kaliteli ve dünya çapında bir 'İslâmî sinema buluşması' düzenlemek için ortalama 100.000 TL bütçeye ihtiyacımız vardı. Fakat, bu defaki toplantıda yapacaklarımız ilkiyle kıyas bile kabul etmeyecek türdendi.
Herşeyden önce, ABD'den birinci sınıf bir ağırlamayla rahmetli Mustafa Akkad'ın film yapımcısı oğlu Mâlik Akkad ve eşi Süha Akkad'ı getirtiyorduk. Onları, uçaktan otele kadar herşeyiyle birinci sınıf bir ağırlama içinde İstanbul'da üç gün konuk edecektik. Toplantının açılış konuşmasını da bizzat Mâlik Akkad yapacaktı.
Öte yandan, diğer bir bombam ise vaktiyle "Çağrı" ve "Ömer Muhtar"ın destansı müziklerini besteleyen Oscar ödüllü Fransız besteci Maurice Jarre'ı İstanbul'a getirtmekti. Gerçi Jarre çok yaşlı olduğu için biraz tereddütlüydü, uçak yolculuklarına artık tahammül edemiyordu. Fakat, en kötü senaryoda bile, canlı uydu bağlantısıyla Fransa'daki evinden İstanbul'daki salonda bulunan konuklara simültane çeviriyle Akkad'a ilişkin anılarını anlatacaktı ki bu bile başlıbaşına muazzam bir olaydı.
Sonra, Suriye'den "Akkad'ın mirasçısı" sayılan çok önemli bir yönetmen, Nasır Zarzour'u getirtecektim toplantıya...
Törenin yapılacağı yer, sponsorluğu üstlenen belediyenin yakın zamanda yaptırdığı kültür sarayı olacaktı ve toplantı -tıpkı ilki gibi- en az iki televizyon tarafından naklen yayınlanacaktı.
'İstanbul'un büyük bir ilçe belediyesi benimle maymunla oynar gibi oynadı.'
Velhasıl, üzerinde haftalarca çalışarak, sayısız yurt içi ve yurt dışı telefon görüşme yaparak (evime o ay bin beşyüz lira telefon faturası getirterek!) ve İngilizce üzerinden yığınla internet yazışması gerçekleştirerek muhataplarımdan bazı ön onaylar almayı başardım. Hedefim, dindarların özlemini çektikleri teknik kalitede, biçimsel açıdan kusursuz bir organizasyona imza atmaktı. Yıllarca dilden dile anlatılacak kadar güzel bir organizasyon olacaktı bu... Ki böyle bir toplantı rahatlıkla gelenekselleştirilip her yıl rahatlıkla da tekrarlanabilirdi. Akkad, İslâmî sinemada bir simge olarak olaya adını verecek, ancak onun adının oluşturduğu üstçatının altında da bizler İslâm dünyasında sinema sanatını nasıl daha da geliştirebileceğimizi tartışacaktık. Her yıl başka başka İslâm ülkelerinden yönetmenler davet edilebilirdi sözgelimi...
Fakat olmadı, bu çorak arazide hayatım boyunca hayâlini kurduğum pek çok güzel şey gibi, bir süre sonra bu proje de patır patır çöktü. Toplam bütçesi belediyeye satın alınan orta halli bir makam otomobilinin bedelini ancak bulan organizasyon bütçesini ilgililere sunmamla birlikte muhataplarımda kıvırmalar başladı. Telefonuma çıkmamalar, mesajlarıma cevap vermemeler, birini yerinde yakaladığım nadir zamanlarda da 'Biz sizi en kısa zamanda arayacağız Murat Bey'ler... Aylarca resmen bir sirk maymunu gibi oynadılar benimle...
'Piyasayı solun tekelinden çıkarmamız için kırk fırın ekmek yememiz gerekiyor'
Sonuçta, Akkad'ın vefat tarihi geldi geçti, en acısı da ünlü besteci Maurice Jarre o dönemde hayatını kaybetti. Yani, bu saatten sonra ona özel jet kiralayıp göndersek bile, böyle bir konuk etme hayâli artık asla mümkün olamayacak.
İslâmî câmiânın kudretli kurumları ve kodamanlarına çok kırgınım, bu câmiâda 25 yıldır yaşadığım sayısız hayâl kırıklığından, yalnızlıklardan ve çaresizliklerden dolayı artık tek kelimeyle bezginim.
Onca iyi niyetli mücadele ve denemeden sonra vardığım nokta ise şudur: Biz, yüreği kocaman bazı kişilerin çok nadiren yakalanabilen vizyonerce destekleri haricinde, bu ülkede, özelde sinema, genelde de kültür-sanat ortamına hâkim olma adına hiç bir halt edemeyiz. Bizim, anılan piyasayı "sol"un tekelinden kurtarıp bir yerlere varabilmemiz için daha 40 değil, 140 fırın ekmek yememiz gerekiyor.
'Bu mücadeleyi ve umudumu kaybetmiş bulunuyorum'
Yıllardır düzenli olarak yapılan bir jazz festivaline bira şirketlerinin yüzbinlerce dolar sponsorluk desteği akıttıkları, en sıradan bir resim sergisine bankalardan anında 100 bin lira bulunabilen bir ülkede, ilk Mustafa Akkad gecesi için de tam 9 ayrı muhafazakâr belediyeden biner lira yardım talep etmiş, fakat hiç birinden bu yardımı alamamıştım. Sonunda, organizasyona üç gün kala, ikram giderlerinin parasını ödeyemediğim için hüngür hüngür ağlayarak karşısına çıktığım patronum, Albayrak Holding CEO'su Mustafa Albayrak 'Çağrı bizim hayatımızın en önemli filmidir Ali Murat, böyle bir etkinliği desteklemezsek vebal altında kalırız' diyerek bana hemen o anda zarf içinde 7000 TL uzattı da kırtasiyeye ve pastaneye rezil olmaktan kurtuldum. Bu yardıma rağmen, sonraki dört ay boyunca gazeteden aldığım maaşın tamamını gecenin borçlarını temizlemeye harcadım, aile bütçem darmadağın oldu.
Biz bu fesatlıkla, bu kıskançlıkla, bu cimrilikle ve bu vizyonsuzlukla dişe kovuğa gelir hiç bir şey yapamayız kardeşlerim.
Özetle, bu mücadeleyi de kültür-sanat alanındaki diğer pek çok mücadelem gibi kaybetmiş durumdayım. Bir daha da böyle bir organizasyona girişmeyi asla düşünmüyorum.
Ahmet Tek sordu
ahmettek58 at hotmail.com
bu yazıyı iyi okusun!
analiz etsin!