Zor idi Zarifoğlu dergâhında şair olmak

Mustafa Özçelik, Anadolu Üniversitesi’nde Mavera dergisini anlatmıştı.

Zor idi Zarifoğlu dergâhında şair olmak

 

Mavera, bugünün gençleri olarak hayranlıkla baktığımız bir dergi. “Dergi mezarlığı” denilen ülkemizde şu anda çıkmıyor olmasına rağmen, yetiştirdiği isimler ile görevini sürdürerek bu mezarlığa gitmeyen; sağlam köklerden gelen ve kapanmasından 23 yıl sonra bile edebiyatımıza yön veren birçok ismin geçmişinde öyle ya da böyle etkileşim halinde bulunduğu bir dergi.

Son zamanlarda Mavera ile ilgili birçok çalışma yapıldı. Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında Mardin Artuklu Üniversitesi’nde bir Mavera Dergisi paneli düzenlenmişti. Dil ve Edebiyat dergisi de Kasım 2012 tarihli sayısını Mavera Özel Sayısı olarak hazırlamıştı.

Mavera’yı konuşan ikinci üniversite!

Geçtimiz ay ise bu kez Anadolu Üniversitesi, Mavera ile ilgili bir programa ev sahipliği yaptı. Mavera Gençlik Hareketi ve Anadolu Üniversitesi Kentsel Gelişim Kulübü’nün beraber hazırladığı “Şehir, İnsan ve Mavera” başlıklı söyleşide Mavera’nın şairlerinden Mustafa Özçelik, Mavera Dergisi’ni ve Türkiye’deki dergicilik hareketlerini anlattı.Mustafa Özçelik Mavera dergisini anlattı

Mustafa Özçelik, konuşmasının bir yerinde ilginç bir noktaya değindi: “Geçen yıl Mardin Artuklu Üniversitesi’nden bir telefon aldık. Dediler ki ‘Türk Edebiyatında Mavera Hareketi’ isimli bir panel yapacağız, gelebilir misiniz?’ Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Mavera çizgisindeki bir derginin bir devlet üniversitesinde ilk kez konuşulması anlamına geliyordu bu. Rasim Özdenören, Şaban Abak, Mehmet Atilla Maraş ve ben, orada bir panel düzenledik. Dolayısıyla Mavera’yı konuştuğumuz ikinci üniversite olma özelliğini Anadolu Üniversitesi taşıyor.”

Mustafa Özçelik’in bu hatırlatması, Anadolu Üniversitesi’nin bir öğrencisi olarak beni çok memnun etti; burada bulunan diğer arkadaşların memnuniyetini de program sonrasında gelen yorumlardan anlamak zor olmadı. Sözü fazla uzatmadan sahibine teslim etmek ve Mustafa Özçelik’le yaptığımız bu güzel sohbetin satır başlarına değinmekte fayda var.

Türkiye dergi mezarlığıdır

Mustafa Özçelik konuşmasına, dergicilik tarihimizden kısaca bahsederek başladı: “Osmanlı’da Tanzimat’tan itibaren birçok grup düşüncelerini savunmak ve insanlarla paylaşmak için dergi çıkarma yoluna gitti. Ama bu süreçte çıkan dergilerin büyük bölümü, anlayış olarak bu toprakların değerleriyle pek örtüşmüyordu. Bu, Meşrutiyet döneminde çıkan ve Mehmed Akif’in başyazarı olduğu Sırat-ı Müstakim’e kadar böyledir.

maSırat-ı Müstakim, bir geleneğin başlangıcıdır. Mavera da bu geleneğin devamında çıkan dergilerden biridir. Arada Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’sunu, Sezai Karakoç’un Diriliş’ini ve Nuri Pakdil’in Edebiyat’ını da sayabiliriz. Mavera, Edebiyat’tan sonra, 1976’da yayın hayatına başladı.”

Konuşmanın burasında Mustafa Özçelik, Türkiye’deki dergicilik hayatı konusunda önemli bir noktaya dikkat çekti. Türkiye’de dergiler genelde tek adam çevresinde çıkıyordu: “Sırat-ı Müstakim’de Mehmed Akif, Büyük Doğu’da Necip Fazıl, Diriliş’te Sezai Karakoç, Edebiyat’ta da Nuri Pakdil bu tek adamdı. Dergilerde birçok kişi yazıyordu ama dergiler bu kişilerin disiplinine göre yönetiliyordu. Bu da zaman zaman manevî anlamda olmasa bile, dergilerde ayrılıklara yol açıyordu.

Mavera da bu şekilde ortaya çıkan dergilerden biri. Mavera’yı ortaya çıkaranlar, daha önce bu saydığımız üç dergide, Diriliş, Edebiyat ve Büyük Doğu’da yazan kişilerdi.”

Mavera kendini edebiyatla sınırlamadı

Mustafa Özçelik Mavera dergisini anlattı

Mustafa Özçelik, konuşmasında Mavera’nın çıktığı döneme ve yayın anlayışına kısaca değindi konuşmanın burasında: “Mavera’nın çıktığı dönem, Türkiye’nin karışık olduğu bir dönemdi. 1980 darbesinin hemen öncesinde, sıcak bir ortam vardı tüm ülkede. Mavera, bu dönemde diğer edebiyat dergilerinden farklı olarak güncele de yer verdi, kendini edebiyatla sınırlamadı. Bir medeniyet derdi vardı, siyasetin edebiyat ve medeniyetle alakası ölçüsünde de bir siyaset vardı dergide.

Mavera’nın kurucu kadrosundan dört kişi sayabiliriz: Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören, Mehmed Akif İnan ve Cahit Zarifoğlu. Ürün yelpazesi de buna bağlı olarak şiir, öykü ve deneme ağırlıklıydı. Daha sonra katılan isimlerle bu ürün yelpazesine kitap tanıtımları, dünya Müslümanları hakkında haberler gibi bölümler eklendi zamanla.”

Mavera okurlarından da bahseden Mustafa Özçelik, okurların dergiye olan ilgisini çarpıcı anekdotlarla anlattı: “Mavera, edebiyat dergileri arasında okuyucu sayısı olarak da büyük bir kitleye ulaşmıştı. Örneğin ben derginin 5000 satış rakamına ulaştığını hatırlıyorum. Bu sayı zamanla arttı veya azaldı ama 5000 bir edebiyat dergisi için ciddi bir rakamdır. Fakat sayıdan çok, ulaştığı yerler önemliydi derginin. Mesela bugün beğendiğimiz bir dergiyi Eskişehir’de bulamama ihtimalimiz çok yüksek. Oysa Mavera, Türkiye’nin en ücra noktalarına kadar ulaşan bir dergiydi. Bunun da sebebi şunlardır: Öncelikle insanlar o dönemde böyle bir dergiye ihtiyaç olduğu için dergiyi talep ediyordu; ikincisi de nasıl ki bugün arkadaşlarımın Mavera Gençlik Hareketi adında gönüllü bir hareketi varsa, o zaman da Mavera’nın gönüllüleri vardı. Diyelim ki ben o dönemde bir yerde öğretmenim, Mavera bana bir tane değil, on-on beş tane geliyor ve ben bulunduğum çevrede onu ilgili arkadaşlara dağıtıyorum. Bütün Türkiye’de ve hatta yurtdışında da bu tür bir çalışma vardı.”

Cahit Zarifoğlu dergâhında şair olmak zordu

Mavera’da yazmaya başlaması sürecini de şöyle anlattı Mustafa Özçelik: “Biz Mavera’da az önce saydığım isimlerden sonra gelen ikinci kuşak yazarlarız. Dergi 1976’da çıktı, benim şahsî münasebetim bir süre sonra gerçekleşti. Ama Mavera’yı çıkaran isimleri dergiden çok önce de takip ediyorduk. Benim lise tahsilim Eskişehir’de geçti. O dönemde Eskişehir’de çok canlı bir edebiyat ortamı vardı. Atasoy Müftüoğlu bu işin öncüsü konumundaydı. Liselerde okuyan öğrenciler olarak zaman zaman kendisiyle görüşüyorduk; o da bize dergilerden, yeni yayınlanan kitaplardan söz ediyor ve bolca kitap armağan ediyordu. Bu geleneğini hâlâ sürdürüyor kendisi. Mesela bana armağan ettiği ilk kitap, Cahit Zarifoğlu’nun İşaret Çocukları kitabının ilk baskısıydı. Onun vasıtasıyla biz Diriliş ve Edebiyat dergilerinden haberdardık. Bu vesileyle Mavera’yı çıkaran isimleri de tanımış olduk. Mavera çıkar çıkmaz da dergiye abone olduk. Bir okur olarak Mavera ile münasebetim böyle başladı. Yazılarımın yayınlanması ise ilk olarak Ekim 1978 sayısında gerçekleşti. İki tane kitap tanıtma yazım vardı bu sayıda. Bu kitaplar da o dönem için önemli olan iki kitaptı. Biri Alex Haley’in Malcolm X’i anlatan kitabı, diğeri de aynı yazarın Kökler adlı kitabıydı.

Mustafa Özçelik Mavera dergisini anlattı
(+)

İlk yazım neden bir kitap tanıtım yazısıydı? Bu Mavera’nın bir özelliğiydi. Biz Cahit Zarifoğlu ile mektuplaşıyorduk ve onun yazı hakkında tavsiyeleri oluyordu. ‘Önce kitap okuyun ve okuduğunuz kitaplar hakkında yazı yazın’ diyordu bize. Bir ev ödevi gibi bunları istiyordu. Ben de bu iki kitabı onun önerisi doğrultusunda yazmıştım. Benim gönlüm ise yazıdan çok şiirdeydi. İstiyordum ki şiirlerim yayınlansın. Bu ise daha uzun bir zaman aldı. Tıpkı Yûnus Emre’nin Tapduk Emre dergâhındaki efsanevi çilesi gibi, Cahit Zarifoğlu dergâhında da birden şair olarak ortaya çıkmak mümkün olmuyordu. Ne yazsak ‘olmadı’ diyerek geri çeviriyordu.”

Mustafa Özçelik, ilk yazılarının çıkışını ve şiirlerinin toplandığı İfşa adlı ilk kitabını da mutlulukla anlatıyordu: “Bir gün dergide daha önceden gönderdiğim ama onun kıyasıya eleştirdiği bir şiirimin yayınlandığını gördüm. İlk yazımdan iki yıl kadar sonra, 1980 yılında oldu bu. Bundan sonra peş peşe şiirlerimiz yayınlanmaya başladı. Bunlar bir kitap hacmine ulaştığında sene 1984’tü. O dönem Cahit Zarifoğlu’ndan üç satırlık bir mektup aldık; ‘Mustafa, dosyanı hazırla, şiir kitabını basıyoruz.’ İfşa, Akabe Yayınları’ndan çıkan benim ilk şiir kitabım oldu. Böylelikle de adımız ‘Mavera şairleri’ arasına girdi. Derginin son beş yılına kadar da şiirlerimiz orada yayınlandı. Bundan sonra dergide bir yönetim değişikliği oldu, Mavera kan kaybetmeye başladı, bundan sonra ürünlerimiz farklı dergilerde yayınlanmaya devam etti.”

Bir Adam Yaratmak kitabını almak için Kütahya’ya gitmiştik!

Mustafa Özçelik, o zamanki gençlerin edebiyata olan ilgisinden de bahsetti konuşmasında: “Mavera’da sadece yazılarımızın yayınlanması ile değil, örneğin Cahit Zarifoğlu’nun yüzlerce kişiye yazdığı mektuplarla oluşan farklı bir dünya daha vardı.

Düşünün, Eskişehir’e Trabzon’dan babasının görevi ile gelen bir isim var, Atasoy Müftüoğlu. O dönemde Eskişehir’de üniversite de yok, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin ise ilk yılları. O dönemde bu isim, buradaki ortaokul ve lise öğrencilerine bir kültür-sanat merakı aşılamayı başarıyor ve şehirde bir edebiyat ortamı oluşturuyor. Hatta yine Atasoy Müftüoğlu’nun katkılarıyla Eskişehir’de ‘Deneme’ adlı bir dergi çıktı. 14 sayı sürdü bu dergi. Bu gibi hareketler Anadolu’nun birçok noktasında da görülüyordu o zamanlar.ma

Şimdiki iletişim imkânları olmasa da o zaman mektuba ve ziyarete dayalı bir iletişim imkânı vardı. Birçok şehirde gittiğimiz zaman ziyaret edebileceğimiz ve bir edebiyat ortamı oluşturabileceğimiz öğrenci evleri vardı. Bu, şunun için önemli: 1980’e 4 yıl vardı. Ayrıca Afganistan’da, İran’da önemli gelişmeler oluyordu. Mavera güncele de değinirken bu noktalara değiniyor, gençlerin bu konuda daha bilgili ve sağduyulu olmasını sağlıyordu.”

Mustafa Özçelik, bu söylediklerini pekiştirecek ilginç bir anısını da bizimle paylaştı: “Bugün imkânlar çok geniş, çok daha fazla sayıda edebiyat ve sanat dergisi yayın hayatını sürdürüyor ama üzülerek söylüyoruz ki bizim zamanımızdaki gibi bu dergilerin takip edildiğini söyleyemeyiz. Bunu ifade edecek bir anekdot anlatayım. Lise birinci sınıf öğrencisiyken Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak eseri yayınlanmıştı. Buradaki kitapçılara sorduğumuzda henüz gelmediğini söylüyorlardı. Biz ise bir an önce kitabı okumak istiyorduk. Sonra duyduk ki kitap Kütahya’ya gelmiş. Bir arkadaşla trene bindik, Kütahya’ya gittik, o kitabı aldık, dönüşte trende kitabı bitirdik ve öyle Eskişehir’e ulaştık. Bu tekil bir örnek olarak görülebilir ama öyle değil. O zamanlar okumak, yazmak, paylaşmak bir heyecan meselesiydi.”

Zarifoğlu, mektup geleneğinin ihyacısı olmuştu

Mavera deyince aklımıza gelen ilk isimlerden olan Cahit Zarifoğlu’na da değinen Mustafa Özçelik, Zarifoğlu’ndan şöyle bahsetti: “Mavera’nın popülerliğini sağlayan isim Cahit Zarifoğlu’ydu diyebiliriz. Bunda da en önemli sebep, yazdığı mektuplardı. Bunları iki kısıma ayırabiliriz. Daha sonra Okuyucularla ismiyle kitaplaşacak olan yazıları, Mavera’da açık mektup olarak yayınlanıyordu. Örneğin siz bir şiirinizi, öykünüzü gönderiyorsunuz kendisine, derginin son sayfalarında yer alan ‘Okuyucularla’ bölümünde kendisi bu yazılar hakkında değerlendirmelerde bulunuyordu. Bu kolay bir iş değil. Her gün onlarca insana mektup yazmak önemli bir hadiseydi. İkinci kısım ise Mektuplar olarak daha sonra kitaplaştırılan özel mektuplarıydı Zarifoğlu’nun.

Zarifoğlu bu mektuplarla bir nevi hocalık yapıyordu. Zaten mektupla insan eğitme bizim kültürümüzde eskiden beri vardı. Mektubat adı verilen birçok eser vardır örneğin. Özellikle tasavvuf önderleri, uzaktaki bağlılarını mektuplar yoluyla eğitirlerdi. Cahit Zarifoğlu, bir anlamda bu geleneğin ihyacısı oldu. Bu mektuplarda meseleyi sadece gönderilen yazılarla sınırlamazdı ayrıca. Tam bir hoca vasfı ile okunması gereken kitapları, takınılması gereken tavırları, kısaca bir insanı ilgilendiren her konuyu anlatan, öğüt veren, yol gösteren mektuplar yazdı.”

Mavera yoluna devam ediyor

Mustafa Özçelik, Mavera ile bir şekilde yolu kesişen birçok ismi de konuşmasında anmayı ihmal etmedi: “Bu mektupları alan kişilerden birçoğu yazı hayatına devam edemezken, birçoğu da yazmayı aktif olarak sürdürdüler. Aklıma gelebilecek bazı isimleri sayabilirim.

Ali Haydar Haksal, ki kendisinin gönlü de şiirden yanayken Cahit Bey onu hikayeye yönlendirmişti. Bugün birçok hikâye kitabı olan bir arkadaşımızdır. Aynı zamanda Mavera’nın devamı niteliğinde sayabileceğimiz Yedi İklim’in de yayın yönetmenliğini yapmaktadır.

Mustafa Ruhi Şirin, çocuk edebiyatında öne çıkan bir isim oldu. Mustafa Armağan, bugün tarih ile ilgilense de o dönem edebiyatla uğraşan ve Mavera’da yazan birisiydi. Mustafa İslamoğlu’nun da Mavera’da şiirleri yayınlanırdı, kendisi şimdi ilahiyat alanında faaliyetlerine devam ediyor.

Çizgi ustası Hasan Aycın, Maraş’tan dışarı çıkmadığı için pek tanınmayan öykücü Kadir Tanır, bugün Edebiyat Ortamı dergisini çıkaran şair Mustafa Aydoğan, Ay Vakti’nin yayın yönetmeni Şeref Akbaba, Sıtkı Caney, Sadık Yalsızuçanlar, Vahap Akbaş, Ali Ural… Liste uzar gider. Bugün şu veya bu ölçüde aktif olarak faaliyet gösteren bu kişilerin yetiştiği mektep Mavera’dır.

Bir de şair veya yazar olmak için yola çıkan ama daha sonra akademisyenlik damarı ağır basan kişiler var. Mesela Alim Kahraman, İlhan Kutluer, Yılmaz Taşçıoğlu... Bu arkadaşlar vasıtasıyla Mavera’nın edebiyat damarı üniversite kürsülerine de taşınmış oldu.

Kısa dönemli bir yayın hayatına sahip bir derginin bu kadar çok isim yetiştirmiş olması Türk edebiyatı ve kültür sanatı hakkında bir kazanç olarak görülmelidir.”

 

İsmail Kaplan dinledi

YORUM EKLE