Kur’ân-ı Kerim ayetlerinin açıklayıcısı ve hayata aktarmaya yardımcı durumda olan hadisler, Müminlerin şaşmaz kılavuzlarıdır. Bu durum herkes tarafından ve her çağda bilindiği için de hadisler, sürekli olarak saldırı altındadır. Ya önemsizleştirilmeye çalışırlar ya da kişilerin ya da ideolojilerin isteklerine uygun gelecek şekilde yorumlanmaya çalışırlar. Ama biz biliyoruz ki dinin sahibi Allah’tır, o halde bu dini var eden her sütun kıyamete kadar korunacaktır. Bize düşen de elimiz erdiği ve gücümüz yettiğince hadisleri anlamak, onları kem gözlerden korumaya çalışmak…
Malum olduğu üzere, Mustafa Keleşoğlu ayda bir Ensar Vakfı Bursa Şubesi’nde hadis dersi veriyor. Hemen her seferinde bir hadisi gündemine alan Mustafa Keleşoğlu, bu hadisi yorumlarken aynı zamanda müminlerin hadisleri nasıl anlamaları gerektiği konusunda bilgiler veriyor.
Mustafa Keleşoğlu, 12 Mart Salı gecesi yine Bursa’da, yine Ensar Vakfı’ndaydı. Dinleyiciler de o geceden nasiplerine ne düşeceklerini bekliyorlardı. Zaman geldi çattı ve Mustafa Keleşoğlu sohbetine başladı. Sohbetin konusu, susmaya ve konuşmaya dairdi. Ama öyle bildiğimiz susma ve konuşma değil, Müslümanca susma ve konuşma… Sözlerine “’Susan kurtulur, söyleyen söylediğinin sorumluluğunu taşır.’ İmam-ı Gazali’nin dediği gibi, kişinin söyledikleri doğru ve hak bile olsa riyadan uzak değildir. Mescid-i Nebevi’nin minberinde konuşmak isteyen birine Hazreti Ömer (r.a) ‘Orada konuşacaksın da ne olacak, başın göğe mi erecek?’ der. Yani “Hikâye mi anlatacaksın? Kendini mi öveceksin? Amacın ne?’ demek ister. Hazreti Ömer’e göre, konuşması gerekenler, konuşmak için görevlendirilenlerdir. Ulema buradan ‘Kişileri ilgilendiren ve kesinlikle konuşulması gereken şeyler konuşulmalıdır.’ hükmünü çıkarır. Yani malayani konuşulmamalıdır.” cümleleriyle başlayan Mustafa Keleşoğlu, Müslümanın susmak dendiğinde ne, konuşma dendiğinde ne anlaması gerektiğini anlatmaya devam etti.
Konuşur dururuz biz
Konuyu insan fıtratıyla ilişkilendiren Mustafa Keleşoğlu, konuşmanın ve susmanın insan için anlamını ve Allah’ın bizlerden beklediğini “Biliyoruz ki hepimizde bir konuşma isteği vardır. Ama ilgili ilgisiz her konuda konuşmamalıyız. Aslında biz, ameli konulardaki eksiğimizi konuşarak kapatacağımızı düşünüyoruz. Yapmak isteyip de yapamadıklarımızı kapatmak için konuşuyoruz. Yersiz konuşmaya alışmışız ama ilgisiz konuşmak da yersizdir ve şık değildir. Dil için, kalbe bağlı ama kalpten bağımsızdır, derler. Akıl nereye kadar uzanırsa aklın uzandığı yerler dile düşer. Aklımızın uzandığı yerleri konuşuruz ve bundan hesaba çekilmeyeceğimizi zannederiz. Oysa sahabe, Hazreti Peygamberin gereksiz konuşmanın zararlarına dair uyarılarından dehşete düşmüş bir topluluktu. Bir savaşta şehit olan bir sahabenin baş ucunda “Sen şehit oldun.” diye ağıtlar yakan bir anneye Hazreti Peygamber (sas), oğlunun şehit olduğundan nasıl emin olduğunu sorar. Anne, oğlunun savaşta öldürüldüğü için şehit olduğunu söyleyince de Hazreti Peygamber ‘Onun boş konuşmadığını nereden biliyorsun da şehitliğinden bu kadar eminsin.’ der. Tüm bu olan bitenler, insanı susmanın kurtaracağını gösterir.” sözleriyle açıkladı.
Mustafa Keleşoğlu, kavramlara değinerek sohbet eden bir tarza sahip. Böyle yaparak konuyu efradını cami, ağyarını mâni bir şekilde aktarabiliyor. Yine aynı tarzı sürdüren Mustafa Keleşoğlu, sözlerini “Bu sohbetimizdeki hadisin üç cephesi vardır: 1. Allah’a ve ahiret gününe inanan bir mümin ya hayır söylesin ya sussun, 2. Bir mümin, komşusuna ikramda bulunsun, 3. Allah’a ve ahiret gününe inanan bir mümin misafirine de ikramda bulunsun. Biz şimdi birinci maddeye değinelim: Kişi ya hayır söyleyecek ya susacak. Bunu anlamak için hayrın ne olduğunu bilmeliyiz. Hayr, faydası olan şey demektir. Birisi, faydası olan bir şeyi yapsa bile, hayır işlemiş olur. Bu hayrı, hayra niyetlenerek yaparsa ona da kemal-i hayr diyoruz. İnsanlığa faydası dokunmayacak sözü mümin söyleyemez. Bu durumda ona susmak düşer. Dinimizi diğer dinlerden ayıran en önemli vasfı, hayra yöneltmesidir. Buna göre dinimizin öne çıkan iki önemli tarafı vardır: 1. Tevhid, 2. Hayra yöneltme. Tevhid düşüncesi de zaten en hayırlı iştir.” cümleleriyle sürdürerek özellikle hayır kavramından ne anlamamız gerektiğini anlattı.
Söz, gün gelir yerini bulur
İnsanın bir şekilde duygularını işe kattığını ve Peygamberimizin sözlerinin çağlar üstü olduğunu da “İnsan yücelmek isteyen bir varlıktır. Hıristiyanlar, Hazreti İsa’yı tanrı katına yüceltmişler, ondan boşalan makama da kendilerini getirmişlerdir. Bu düşünüldüğünde, tevhidin ne kadar önemli olduğu açıkça anlaşılır. İslam ise Allah’ı yüceltir. Bu anlamda din, kendisine inananları Allah’ın temsilciliğine yöneltir ve o insanları Allah’ın dinini diğer insanlara anlatmaya memur kılar. Bu şekilde din, insanı yüceltmiş olur. Müminin çabası da hayrı murat etmektir. Dolayısıyla bir müminin yaptığı ve söylediği hayır olur. Hayır olan söz söylendiğinde ya o anda ya da daha sonra mutlaka insanların faydası olur. Mesela Hazreti Peygamberin bazı sözleri, kendinden birkaç asır sonra karşılığını bulmuştur.” sözleriyle anlattı Mustafa Keleşoğlu.
Sık kullandığımız için artık anlamına kafa yormadığımız kavramlardan biri olan dindarlık ve hayr kavramlarını da “Dindarlık dediğimiz şey, bir şeyi Allah katında makbul olduğu için yapmaktır. Böyle bir hayrı yapmak, o hayrı Allah adına yapmaktır. Çünkü Allah insana hayrı yapma görevi vermiştir. Bu yüzden ‘Hayrı sevmek, Hakkı sevmektir; Hakkı sevmeyen, hayrı sevmez.’ demişlerdir. Hakkı sevmeyen birisinin, hayrı seviyorum, demesi, hayır dediği şeyin getireceği faydayı sevmektir aslında. Oysa Hakkı seven bir insan, faydasını görmese bile hayrı sever. İşlenen hayrın faydasını illa yapan kişi görecek, diye bir kural yoktur. Hayr, Allah’ı sevmekten kaynaklanan bir eylemdir. Sadece bunun için yapılır, kişinin kendisine fayda getirip getirmeyeceğine bakılmaz.” cümleleriyle açıklayan Mustafa Keleşoğlu, konuşmaya ve susmaya dair Müminin tavrını anlatmaya devam etti.
Araf’ta kalan sözler
Mustafa Keleşoğlu, zararsız gördüğümüz boş konuşmanın nasıl bir zarara yol açtığını da şu sözlerle anlattı: “Bazı sözler de vardır ki ne hayırdır ne de günahtır. Böyle sözler faydasızdır. Ama yine de o sözü söylemek için kullandığımız zamanı bir hayrı işlemek için kullanmadığımız için zarardayız. O yüzden mümin ya hayır söylemeli ya da susmalıdır. Susmakta, şerre düşmekten korunmak vardır. Susmaktan en iyi olan şey, hayır konuşmaktır. Hayır konuşulmadığı sürece insan susmalıdır. İlgisiz ve yararsız konuşulduğunda şer işlemek mümkündür. O yüzden ya hayır konuşmalı ya da susmalıdır.”
Mustafa Keleşoğlu susmanın, konuşmanın ve bir şey anlatmanın da kıvamınca olması gerektiğini ifade ederek bu kıvamları “Öte yandan, konuşması gerektiği yerde susan insan da ‘Dilsiz şeytan’ olur. Zalim bir yöneticiye zulmettiğini söylemek gerekir. Bir zulme sessiz kalmak o yüzden şeytana yakışır ve zulme itiraz hayrını işlemesi gerekirken susan insan da “Dilsiz şeytan” olur.”
“Susmak kadar anlatmak da önemlidir. Anlatmanın kendisinde ‘Tahkir’ vardır çünkü. O tahkir de ‘Ben biliyor ve anlatıyorum, siz ise bilmiyorsunuz.’ tavrıdır. Bu ise bir tahkirdir. O yüzden konuşan insanın, kendisini bu tahkir edasından koruyacak şeyler bulması gerekir.”
“Konuşmak, Allah’ın insana verdiği en büyük lütuflardan biridir. Bu şekilde insan kendini beyan eder. Hazreti Peygamberin bulunduğu bir mecliste bir adam uzun uzun konuşur. Hazreti Peygamber dayanamaz, ona ‘Ağzının önünde engel yok mu?’ diye sorar. Adam da ‘Diş ve dudaklarım var.’ der. Dilin önünde iki engel var. O yüzden insan iki düşünmeli, bir konuşmalıdır. Hele Hazreti Peygamberin huzurunda insan hiç konuşmaz, sadece dinler. Hazreti Peygambere derin manaları kısa ve özlü ifade etme becerisi ihsan edilmiştir. O yüzden biz uzatır da uzatırız.” cümleleriyle anlattı.
Âlimlere göre sükûtun fazileti
İnsana merhameti öğütleyen dinimiz, samimiyetle inanan ve birkaç şeye dikkat eden bir Müslümanın cennete girmesine engel bir durum olmadığını defalarca söyler. Bunlardan birini “Hazreti Peygambere ‘Kurtuluş çaresi nedir, diye sorduklarında ‘Dilini tut, evin geniş olsun, kendi hatalarına da ağla.’ der. Yine Hazreti Peygamber ‘Kim bana iki dudağıyla iki bacak arasını garanti ederse ben de ona cenneti garanti ederim.’ der. Alimler, sükutta yedi bin hayır vardır, demiştir. Bunlar da yedi maddede toplanır: 1. Sükût, yorulmadan yapılan bir ibadettir, 2. Başka ziynete gerek bırakmayan bir süstür, 3. Sultanlığa gerek bırakmayan bir devlettir, 4. Yüksek duvarları bulunmayan bir kaleye girmiş gibisindir, 5. Kimseye minnet borcu bulunmayan bir zenginliktir, 6. Kâtip melekleri dinlendirdiğin için ayrıca onlara iyilik yapmış olursun, 7. Ayıp ve kusurlar gizlenmiş olur. Konuşan insan, fark etmeden ayıp ve kusurlarını da ortaya çıkarır. Marifetullah sükûtla kazanılır. Dünya ise insanlara tahammül edilerek kazanılır. Şeytan açlıkla tanınırken nefs de gece uykusuz kalarak tanınır. İmam Gazali, dilin yirmi afetinden bahseder İhya’da: Boş sözler, batıla dalmak, itiraz etmek ve yersiz tartışmak, düşmanlıkla ilgili sözler, lanetlemek, fuhşiyat, alay etmek, yalan yere söz vermek, koğuculuk yapmak, gıybet etmek, yersiz övmek… İbn Abbas da kendisi için eyerlenmiş güzel bir attan daha değerli beş şey olduğunu söyler: 1. Gereksiz konularda konuşmamak, 2. Yerini bulmadıkça gerekli sözü de söylememek, 3. Halim ve ahmak kişilere söz söylememek, 4. Konuşman bitip yanından ayrıldığın kişinin seni nasıl anmasını istiyorsan sen de onu öyle an, 5. Suçlu gibi yakalanıp ihsan edilen bir insan gibi amelde bulun.” sözleriyle anlatan Mustafa Keleşoğlu, hayır dualar ederek sözlerine son verdi.
Ahmet Serin