Ümraniye Anadolu İmam Hatip Lisemizde 19 Nisan 2016 Salı günü, yazar Ayşe Uçkan'ı misafir ettik. Yaklaşık 80 kişilik Cevher Okuma Grubu öğrencilerimize seslenen Ayşe Uçkan’la bereketli bir söyleşi gerçekleştirdik. 1972 yılında doğmuş olan, Marmara İlahiyat mezunu, Üsküdar'a sevdalı, şu an Acıbadem Kız Kur'an Kursu'nda öğretmenlik yapan Ayşe Uçkan, söyleşi sonunda Azrail’in Secdesi adlı kitabını imzaladı.
Söyleşimizin konusu "Yazarlığın Sırları"ydı ama söyleşiye başlamadan önce Ayşe Uçkan bir yazar olarak sözün gücüne değinerek tek bir sözle bir ordunun zafer kazanabileceği gibi yine tek bir sözle insanın kendini ipe götürebileceğinden bahsetti. Böylece biz de sözün ne kadar kuvvetli bir silah olduğunu anlamış olduk.
Ayşe Uçkan'ın -normalde çekingen biri olmasına rağmen- yazı alanında kendine olan özgüveni, cesareti, sevgisi ve isteği onun başarılı bir yazar olmasında oldukça etkili. Yazarımız, gençlik yıllarında, senaryonun nasıl yazılacağını dahi bilmezken televizyondaki bir senaryo yarışmasına katılmak isteyecek kadar kendine güveni tam olan biri. Yazdıklarına o kadar değer veren bir yazar ki, Marmara depreminden bir gün sonra ailesi evlerine gidip yaşamak için ihtiyaçları olan yemek, para gibi şeyler alırken o ajandasına koşmuş. Eğer ajandası kaybolsaymış, uzaktan bir akrabasının vefat haberinden daha çok üzülürmüş bu kayboluşa. Yazdıkları çocukları gibiymiş yani ve bu çocuklarını, çocukluk yıllarında iyi bir metot olarak da kullanıyormuş. Mesela babasıyla bir sorun yaşadığında o tartışma ortamında susuyor, suskunluğunu daha sonra kâğıda dökerek duygularını mektup haline getiriyormuş. Bu mektubunu da babasının yastığının altına koyuyormuş, mektubu okuyan baba ise doğal olarak yumuşuyor, sorun da böylece ortadan kalkıyormuş. Gerçekten çok farklı ve etkili bir yöntem. Hele de küçük bir kızken böyle bir şeyi düşünüp yapmak sayılı yiğitlerin harcıdır diye düşünmemek elde değil.
Yazı balon gibidir
Konuk yazarımız, söyleşisinde yazar olmak isteyenler için birçok sırrını paylaştı. Tabi bu yazıyla birlikte bu sırlara artık sır diyebilir miyiz bilmiyorum.
Ayşe Uçkan'a göre yazarlığın okulu olmaz, ortamı olur. Bununla birlikte yeteneğin yanında çalışmak da önemlidir. Emek olmadan yemek olmaz sonuçta. Yazmak için zaman gerekir, düşünmek gerekir. E bütün bunlar yapılıp bir eser ortaya konulduğunda ise yazarımızın anlattığına göre bir kıskançlık ve bencillik belirir aniden. Ama bir gruba aynı konu, aynı karakterler, yani aynı unsurlar verilip bir yazı yazmalarını istendiğinde ortaya çıkan yazıların birbirinden farklı olduğunu gördüğümüzde, böyle bir kıskançlığın da anlamsız olduğu görülebilir. Her insanın hayal dünyası, bakış açısı farklıdır çünkü.
Kuralları çiğnemek kuralları bilenlerin hakkıdır. Herkes yazdığı şeyin roman olduğunu düşünebilir ama gerçekten güzel yazı yazmak için kuralları bilmek gerekir.
Ayşe Uçkan'ın verdiği en güzel sırlardan biri; “Yazı balon gibidir, içindeki ağırlıkları azalttıkça yükselir” cümlesiydi. “Yazdıklarımız fazlalıklarından arındığında felaha ermiş, değerine değer katılmış oluyor” diyor yazarımız bu sözüyle.
İma da çok güçlü bir silah. Öyle bir silah ki, farkında olmaksızın anlatmak, kaş yaparken göz çıkarmak gibi. Bazen anlatılmak istenen düz bir şekilde yazılırsa dikkat çekici olmayabilir. Okuyucu üzerinde büyük bir etki uyandırmayabilir; anlatılmak istenen çok önemli bir konu olsa bile. İşin aslı becerebilmektedir yani, ima edebilmekte.
Yazmak ayrıntıya inmektir, dikkatle bakıldığında görülür. Bir sanat eserinin oluşması için hem cevher gerekir hem de o cevherin işlenmesi. Birinden biri eksik olursa olmaz. Mesela konu çok güzel olsun, sen yazdığının devamını getiremez isen o konunun hiçbir değeri kalmaz.
Bir metin yazmışsak, o metnin kendi vurgularımızla kulağa hoş gelmesi, başarılı bir eser olduğu anlamına gelmez. Eğer o metnin vurgusuz bir şekilde okunduğunda dahi güzel olduğu görülüyorsa artık o metne başarılı bir metin denilebilir.
Arabeskten kaçınmak bir yazı için çok önemlidir
Yazarımız, yazma işinin arındırma ve damıtma işi olduğunu söylerken, “şık cümle kuracağım diye yazdıklarımız özlü sözler kitabına dönmemeli, her satır çizilmemeli” dedi.
Hayal de olsa anlatılacakların mantıklı ve doğru olması gerekir Ayşe Uçkan'a göre. Psikiyatri ile alakalı bir konu kitapta yanlış anlatılıyorsa bu kitabı okuyan bir psikiyatrist 'yazar da amma sallamış' diyerek bir daha o yazarın kitabını almak istemeyebilir çünkü. Mantığın yanında metnin içindeki bilginin de iyi erimiş olması gerekir. Yine yazarımızın deyimiyle; erimeyen bilgi şekerlenmiş bal gibidir.
Arabeskten kaçınmak da bir yazı için çok önemlidir. Bir kelimeyi sürekli kullandığımızda o yazının büyüsü bozulabilir. Eğer biz sevgiyi, içerisinde sevgi kelimesi olmadan anlatabilirsek işte o zaman zoru başarmış olmanın verdiği mutluluğu yaşayabiliriz.
Metinde parlayan şey elmas mi teneke mi, zamanla ortaya çıkar. Tıpkı şimdi geçmişteki elmasların bugün parlaması gibi. Asırlar önce yaşamış değerli insanların bugün hâlâ yazdıklarını ya da söylediklerini biliyor olmamız bizim kalbimize dokundukları içindir aslında. Ayşe Uçkan'ın da dediği gibi kalpten çıkan kalbe girer, dilden çıkan sadece kulakta kalır. Sahte olanın ışığı zamanla sönmeye mahkûm olur.
Bu söyleşide gerçekten çok değerli bilgiler verdi bize konuk yazarımız. Aslında biraz Azrail'in Secdesi adlı kitabından okuduğu “Kükürtlü Sabun” hikâyesiyle, biraz da anlattıklarıyla (haberleri bile yazar gözüyle izliyormuş) herhangi bir yazarın yasadığı, gördüğü, duyduğu her şeyi ahlaki kurallar dâhilinde arıtarak, hayal gücünden faydalanarak, bir yazı haline getirebileceğini anlatmış oldu.
Ayşe Uçkan’a, bizimle yapmış olduğu bu değerli söyleşi için teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Feyzanur Sönmez