6 Nisan Cumartesi akşamı, tüm Bursa’da olduğu gibi, Emir Sultan’ın bahçesinde de insanın ruhunu sakinleştiren, kalpleri dinlendiren bir serin, bir güzel hava vardı. Bu güzelliğe ek olarak bir de şiir vardı Emir Buhari Kültür Merkezi’nde. Hem şiir yazan hem de şiir üzerine kafa yoran iki konuk, Celal Fedai ve Ömer Erdem Türk şiiri üzerine konuşacaktı. Konuları da kışkırtıcıydı: ‘Modern Zamanlar ve Yeni Şiirin Sesi’
Şiir ve şair önemli. Bu önem, sadece bizim verdiğimiz bir önem değil. Bilinir ki şairler, bir toplumun sinir uçlarıdır. Buna, kadim zamanlardan günümüze kadar geçen her dönemde şahit olduk. Emir Buhari Kültür Merkezinde konuklar ve dinleyiciler yerini aldı, ilk söz Celal Fedai’deydi.
Modern zamanlar ve yeni şiir meselesi
Celal Fedai, ilk olarak şairlerin kendi ayakları üzerine basıp kendi poetikalarını geliştirmeleri gerektiğine vurgu yaparak başladı söze: “Günümüzde konuşurken hâlâ ‘falanca üstat şöyle dedi, filanca üstat şöyle dedi.’ diye hep belli kişilere atıfta bulunuyoruz. Oysa herkes kendi sözünü söyleyebilmeli. Bu durum, sadece günümüzde değil, geçmişte de böyleydi. Mesela Şeyh Galib’in yaşadığı dönemde de böyle bir baskı vardı. O zamanki şiir dünyası, kendilerinden yaklaşık bir asır önce yaşamış olan Nabi’nin gölgesi altındaydı. Ama Şeyh Galib bu gölgenin altında kalmak yerine kendi sözünü söyledi ve ortaya ‘Hüsn ü Aşk’ gibi bir eser çıkardı. Hatta o dönemde Nabi’nin baskısından kaynaklanan bir gerilimin olması, Şeyh Galib için itici bir güç olmuş bile denebilir.”
Celal Fedai, örnekleri çeşitlendirerek konuyu anlatmaya devam etti: “Sadece bizde değil, Batı şiirinde de aynı süreç ve aynı anlayış vardı. Şimdi geriye dönüp baktığımızda akılda kalanların ‘kendi maceralarını yaşayanlar’ olduğunu görüyoruz.”
Öncüler ve gölgede kalanlar
Celal Fedai, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde iki ismin sonraki kuşakları ciddi şekilde etkilediğini belirterek şunları söyledi: “Türkiye’de Nazım Hikmet’in öncülük ettiği bir sosyalist gerçekçilik anlayışı var. Bu anlayışın ve Nazım Hikmet’in ardıllarına baktığımızda, N. Hikmet sonrasında ona benzeyen yaklaşık elli kadar şairin varlığını görüyoruz. Bu şairler her ne kadar kalıcı iz bırakmasalar da, şiir anlayışını ve şiir dilini derinden etkilediler. Günümüzde bile hâlâ bu sosyalist anlayışın terimleri kullanılıyor.
Yine aynı dönemde yerli şiirin öncüsü Necip Fazıl’dır. Necip Fazıl, farklı bir dünya görüşüyle kaleme alır şiirlerini. Dili de, terminolojisi de farklıdır. Arkasından gelenlerin sayısı da çok değildir, belki dört beş kişidir ama bu arkadan gelenlerin şiiri o kadar güçlüdür ki, sosyalist gerçekçilerin şiiri, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu gibi NFK ardılı olan şairlerin gölgesinde kalır zamanla. Bu durumu Ahmet Oktay gibi o dünyanın insanları da kabul etmektedir zaten.”
Celal Fedai, sanat-edebiyattaki terminoloji konusunun en önemli konu olduğunu da şöyle anlattı: “Modern şiir, yazık ki o terminolojiyle oluştu. Kabul etmeli ki günümüz Müslüman şairleri de o terminolojinin etkisi altında kaldı. Modern şiir o zihniyet ve o dille oluştu. Bunu değiştirmek gerek ve bu değişimi modern şiirin imkânlarıyla yapamayız. Onun için yeni bir dil, yeni bir şiir inşa etmeliyiz. İşte ‘Yeni Şiir’ bize bu imkânı sağlayabilecek şiirdir.”
Ömer Erdem: “Şiirimiz doğal şekilde akmadı ki…”
Celal Fedai’den sonra sözü Ömer Erdem alarak modernlik, modern şiir ve Yeni Şiir hakkında düşüncelerini aktardı. Ömer Erdem, Celal Fedai’den biraz ayrılıyordu aslında. Fedai, modern şiirin bittiğini söylerken Ömer Erdem, modern şiirin bize bazı imkânlar sağlayabileceğini düşünüyordu. Şunları anlattı Ömer Erdem: “Modernlikle tanışmamız nasıl sorunlu olduysa, şiirimiz de bu sorundan nasibini aldı. Bizim edebiyat, sanat, kültürel gelişmemiz normal olmadı. Dolayısıyla sanatımız ve şiirimiz de problemli oldu. Şiirimizin son yüz elli yılına baktığımızda, şiirimiz modern olanın ruhunu yakalayıp bunu yansıtabilmiş bir şiir. Yani şairlerimiz bir şekilde açığı kapattı, sorunu telafi etti ama yine de ortada çözülmemiş sorunlar var.”
Halk, şiirden koptu
Ömer Erdem, dünyada ve ülkede yaşanan gelişmelerin şairlerin şiirlerinde yer bulduğunu, bu duyarlılığın da şiiri ciddiye alan okurlar tarafından paylaşıldığını dile getirerek şunları anlattı: “Dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeler, 1960’lı yıllara kadar şiire yansıtılıyor ve şiiri önemseyen bir kitle de bunu izleyip topluma aktarıyordu. Bu durum 70’li yıllara kadar kesintisiz devam etti ama bu yıllardan sonra okur, şiir okumayı terk etti. Şiirle okur arasında yaşanan bu kesinti, bir sürü sorunu beraberinde getirdi ve ortaya aşılması güç sorunlar çıktı. En azından şiirin seyri izlenemedi ve şiirin nereye geldiği halk tarafından bilinmez oldu. Bu durum, okurla şiir arasındaki muhabbetin kopmasına yol açtı ve bu muhabbet bir daha kolay kolay kurulmadı. 1980’li yıllardan sonra ilginç bir şey oldu. Şairler şiiri belli bir yere oturtabildiler ama yine de ortada bir sorun var hâlâ.
Peki, ne yapmak gerek? Burada okura iş düşüyor. Şiir okuru, ‘modern, anlaşılmaz, can sıkıcı, şaşırtıcı’ diye nitelendirebileceği bu şiiri okumaya devam edip şiirle arasında tekrar o muhabbeti oluşturmalı.”
Bir toplumun sinir uçları sayılan şairlerin gündemlerindeki bu konular, sanat-edebiyatta da yeni bir dönemin sancılarının yaşandığını haber veriyor biz okurlara.
Ahmet Serin aktardı