Küçükçekmece Belediyesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi tarafından ortaklaşa tertip edilen “Büyükdoğu’nun Kapakları: Özü Yüzünden Okumak” adlı sempozyum Küçükçekmece Belediyesi’nin Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi. Sempozyumun sonunda “Üstad’ı Anılardan Okumak” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Ali Haydar Haksal, Mehmed Niyazi, Hüsnü Kılıç, Musa Çağıl ve Rasim Özdenören, Üstad Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili anılarını paylaştıkları bu panelin oturum başkanı da Âlim Kahraman’dı.
Panelde tatlı tatlı anlatılan hatıraları aynı canlılık ve lezzet ile anlatmak zor olacak fakat bir grup öğrenci veya kendini hâlâ öğrenci hisseden arkadaş ile kahve tadında bir akşam geçirdik. Gün boyuna paylaşılanların dışında Üstad’ın hazır cevaplılığı ekseninde döndü panel. Karşıdakini cevapsız bırakmazken onu küçük düşürmeye de çalışmayan Üstad, nüktedanlıkta fevkaladenin fevki imiş.
Bugünlere gelmek kolay olmamış. Çileyi çekmesine rağmen, dostlarına ve ailesine teselli vermek zorunda olan da kendisi imiş. 1950’lerde sokulduğumuz bulanık tüneli bize çok gören şeref yoksunu insanlar, ileriki yıllarda daha karanlık tünellere sokmuşlar bizi. “Üstad gibilerin emekleri, gözyaşları ve zindanlarda çektikleri çileler ile bir aydınlığa çıkıyor olsak dahi; bu aydınlığın daimliği için dünyayı ahirete tercih etmeyecek insanlar lazım bize” diyerek üstada dair hatıralarını anlatmaya başladı konuşmacılar.
"Türk solu, hoparlöre bağlı sinek vızıltısı imiş"
Mehmet Niyazi, onu anlatmaya en belirgin özelliklerinden başladı. Üstad duruşmaya çıktığı zamanlar mahkemeye hakim olur, “kızım; satır başı, büyük harf” der, kendi istediğini dikta ettirirmiş.
Kitabın adını küçük ince ince hatla işleyen ve yayınevinin adını nal kadar yazan yayınevi sahibi hakkında “kısa boylu ve Meksika fotürlü” bir adam diyen Üstad, bir gün balkonda dikildiği sırada adamın uzaktan gelişini görmüş ve “bu mantar nereden peyda oldu; bu dava, estetik bir davadır” demiş.
Bazen “bulutların arkasından geçen güneş gibi” parmaklıkların arkasından geçen Necip Fazıl’ın hapisten çıkacağı gün şakır şakır yağmur yağıyormuş. Kendisini karşılamaya gelen eşinin ve birkaç dostunun müteessir çehrelerini görünce eşine dönmüş ve “Neslihan dua et yağmur yağıyor, yoksa izdihamdan içeri girmek zorunda kalırdım” demiş.
Bir gün MTTB’de sürpriz oturum yapılmaya karar verilmiş ve gelecek isimler halka açıklanmamış. Sol görüşün bir iki zirve ismi ve Aziz Nesin de davetliler arasında imiş. İsmi yazılan konuşmacılar gelmeyince, meydan Necip Fazıl’a kalmış. Mikrofonu eline alıp haykıran Necip Fazıl, “Burada olmayan Türk solu, hoparlöre bağlı sinek vızıltısı imiş; şimdi ben konuşuyorum ey Türk gençliği, SOLO!” diye gürlemekteymiş.
“Hayır hayır, bir dirsek teması kâfi”
Panelin diğer konuşmacılarından Hüsnü Kılıç’a göre kendisi sadece muhalifler açısından değil, müdafilere karşı da solo vaziyette imiş. Onda ‘muhatabın şahsını iptal eden’ bir meziyet bulunmaktaymış.
İsmi lazım olmayan bir örgüt bir gün Üstad’ı tehdit edip, ardından Erenköy’deki köşkünü taramış. Kendisini korumak için bir alet rica etmiş Üstad ve sunulan seçenekler içinde kendisine uygun olacak şekilde gösterişli bir Arjantin modelini seçmiş. Ertesi gün oğlu Ömer gelip “siz ne yaptınız, biliyor musunuz” diye sormuş. Olayı anlatmaya başlayan Ömer Bey, “Babam odasında verdiğiniz alet ile uğraşırken alet patladı ve odaya girdiğimde kurşun masayı delip geçmişti” demiş. Bu olay karşısında istifini bozmayan Üstad’ın cevabı hayranlık uyandırıcı: “Bu alete güvenebilirim, çalışıyormuş.”
Üstad’ın direniş ruhunun her daim devam ettiğinin kanıtı olacak nitelikte bir hatıra da paylaştı Hüsnü Bey. Öyle ki, hastalığa karşı bile her daim direniş halinde imiş kendisi. Merdivenlerden inmekte zorlandığı zaman sırtlanmak istenmesine rağmen, kendisinin cevabı hazır imiş: “Hayır hayır, bir dirsek teması kâfi.”
Bir gün Necip Fazıl bir arkadaşını ziyarete gitmiş, kapıyı açan bayana “evin hanımı yok muydu” diye sormuş. Sorudan rahatsızlık duyan bayan “buyurun, benim” deyince, Üstad kibarlığını konuşturmuş: “Zarafetinize hayranım.”
“Benim şair olduğumu bilse, bana saygısı kalmazdı”
Rasim Özdenören ise bir gün, Cahit Zarifoğlu’nun da olduğu bir grup ile beraber Üstad’ı ziyarete gitmiş. Kızıltoprak’taki evinde o dönem kiracı olan Üstad, çevresindekilere bir şeyler anlatmaya başlamış. Zarifoğlu merhum, odaya girer girmez raftaki plaklar ve boynu bükük duran birkaç kitap ile ilgilenmeye başlamış. Üstad’a hangi sanatçıyı sevdiğine dair sorular sormuş. Üstad “Bethoven severim” deyince Zarifoğlu “kendim Wagner severim” diye eklemiş. Üstad sohbete geri dönmüş fakat Cahit Zarifoğlu’nun soruları son bulmayınca cevabı yapıştırmış: “Virtüöz burada konser veriyor, sen notalarla uğraşıyorsun.”
Bir gün Necip Fazıl’a sormuşlar “Akif senin şiirlerini okudu mu?” diye, o da gülümseyerek cevap vermiş: “Benim şair olduğumu bilse, bana saygısı kalmazdı.”
Bir başka gün eşi Neslihan ile bir pirinç mangal üzerine tartışan Üstad, çevresindekilerin de fikirlerini almak istemiş; eşi kandırıldığına dair kendisi ile tartışmakta imiş çünkü. Üstad eşine 1,5 metrelik mangalı getirtmiş ve çevresindekilerden fiyat tahmininde bulunmalarını istemiş. Üstad öyle enteresan bir insanmış ki, sizin verdiğiniz fiyata göre parayı isteyip, mangalı koltuk altınızda sizinle yollayabilirmiş. Bu çetrefilli duruma rağmen Rasim Bey 10 bin lira olan bir tahmin beyan etmiş. Cevaba sevinen Üstad “İşte” demiş, “antikadan anlayan biri.” Eşi Neslihan’a seslenip zaferini ilan etmiş: “Ben 500 liraya aldım ama 10 bin lira fiyat biçiyorlar.”
Üstad’ın eli açıklığını ifade etmek adına da tebessüm ettirici bir cümle aktardı Özdenören: “Üstad’ı bir milyon ile bir kavanoza kapatsanız, ertesi gün o parayı harcayarak çıkar kavanozdan.”
Son olarak zindandaki çileli hayatından bir hatıra paylaşan Rasim Özdenören, Üstad’ın hayret verici kişiliğini de gözler önüne seriyordu. Hapishanede soğuk bir akşam geçirirken Üstad, “Şevket, salamandırayı kurcala” diye seslenmiş ve “Üstad çubuk yok” şeklinde bir cevap almış. “Burada bir uzun klişe var” diyen Üstad, klişeyi Şevket Bey’e uzatmış. Ateşe değen klişe anında sarı, mavi ve yeşil alevler saçmaya başlamış. Bunu gören Üstad hemen yerinden fırlayıp ışığı söndürmüş ve heyecanla bağırmış: “Şevket; bütün klişeleri sobaya at, sabaha kadar sürsün bu cümbüş.” Durumu trajikomikleştiren bir başka ayrıntı da, mevzu bahis klişelerin Ağaç dergisine ait olması imiş. Klişeler yandığı, yerine para bulunamadığı, yeni klişeler de alınamadığı için; dergi uzun bir süre baskı yapamamış ve süresiz şekilde tatil olmuş.
Fatma Betül Demirel haber verdi
bu sohbeti ben de dinledim. sanırım bazı yanlış anlamalar olmuş. akif inan, üstada soruyor 'falanca bakan sizin şiirlerinizi okumuş mudur?"diye,üstat bunun üzerine o cevabı veriyor.mangal olayında da, mangalı üstadın eşi değil, uşağı salona getirir.bunun da düzeltilmesi lazım.rasim bey,kavanoz anekdotunu da baki süha ediboğlu referansla anlattı.salamandıra olayı da hapisanede değil,üstadın ankara'daki evinde geçmiş diye anlatıldı.orada cümbüş değil,şehrayin kelimesi kullanıldı.ayrıntı önemlidir.