Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Özdemir Bey, 16 Ekim Cuma akşamı Altunizade Kültür Merkezi’nde Ağgül ile Ağgelin türkülerini andı. Bu türkülerin türü uzun havaydı. Çünkü anlatılan kısa değildi. Hava zerrelerinin taşıyamayacağı hikayelerdi belki bunlar. O yüzden ağır ağır, uzun uzun, yavaş yavaş akardı hayata.
Ahmet Bey’in “Hikayeleriyle Bir Şiir, Bir Türkü ve Bir Şarkı” isimli programına beste ve güftekâr Sami Derintuna, Erol Atlı, Şükriye Turan, Meral Dalaman, Ayten Ayna gibi gazeteci, yazar ve sanatkâr dostları iştirak etti. Bir dostluk buluşmasıydı yaşanan. Tüm dostlar bir araya gelmiş, Ahmet Bey’den türküleri dinleyecek, hikayeleri okuyacak, şiirleri birlikte seslendirecektiler. İkram olunan hoş kokulu lokumlar damakları tatlandırırken, Mustafa Tatlıtürk’ün sazından salona türküler yayılacaktı. Programın sonunda Tatlıtürk, kendisine verilen hediye karşısında ise, “Bana verilen en büyük ödül, Ahmet Özdemir gibi bir ustayla onun dizi dibinde saz çalıp türkü söylemektir.’’ diyecekti. Sunumuna iki uzun hava almıştı Ahmet Bey. “Çünkü” dedi, “Ülkemizin geçirdiği bu acı günlerde, uzun hava almaktan başka elimden bir şey gelmedi.”
Külebi, mısralarla resim çizerdi
Programda şair Cahit Külebi, şair Kemalettin Kamu, bestekar ve güftekâr Yıldırım Gürses ve Ağgül ile Ağgelin türküleri, resimler ve sazdan süzülen melodiler eşliğinde anlatıldı. Cahit Külebi’nin hayatından ve öğretmenlik yıllarından bahsetti Ahmet Bey. Külebi, şiirlerine kimi zaman bir ırmağın şırıltısını dokumuştu, kimi zaman da halkın ağrıyan yanını: “Yüce ırmaklar gibi sessiz, sürekli / Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla /Akıp köylere gitmelisiniz! / Yurdumuza ışık iletmelisiniz...” “Irmaklar gibi uzaklaşır / Bir türkü kadar uzak / Tekerler iki iz bırakır / Hamutlar şak şak eder, dön geri bak!" “Sivas yollarında geceleri / Katar katar kağnılar gider / Tekerleri meşeden. / Ağız dil vermeyen köylüler / Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler? / Ağır ağır kağnılar gider / Sivas yollarında geceleri”
Külebi, aynı zamanda mısralarında kendisinden yaklaşık 4 asır önce vefat etmiş olan Karacaoğlan gibi resimler yapıyordu. Mesela “Hikaye” şiirinde bir bebeğin pembe dudakları, bembeyaz elleri, ceviz ağaçları, buğday tarlaları fırça olup kalemine dokunuyordu: “Senin dudakların pembe / Ellerin beyaz/ Al tut ellerimi bebek / Tut biraz”
Yıldırım Gürses, “Gurbet” şiirini iki yıl cebinde taşıdı
Şair Kemalettin Kamu ise gurbete dair şiirler yazmıştı. Öyle ki “gurbet şairi” olarak bilinirdi. Besteci Yıldırım Gürses, “Gurbet” şiirini çok beğenmiş, ancak o şiirin ruhuna uygun düşmeyebilir kaygısıyla beste yapamamış, şiiri 2 yıl cebinde taşımıştı. Ta ki bir gün babasından, hasrete dair telgraf alana kadar: “Oğlum, şu an belki Türkiye’nin en uzak köşesindesin ama kalbimin içindesin.” O gün telgrafın kendisine verdiği derin hislerle Uşşak makamındaki besteyi yapmıştı: “Gurbet o kadar acı / Ki ne varsa içimde,/ Hepsi bana yabancı / Hepsi başka biçimde!”
Haykırıştır “uzun hava”
Program, seyrini sazın ince mırıltılarıyla Ağgelin ve Ağgül türkülerine bırakmıştı. Ağgelin (Akgelin), eşi gurbete çıkmış iki çocuklu bir hanımın eşkıyalar karşısındaki zorluklarının hikayesiydi. İki çocuğuyla dağlara kaçan ve orada “Ey Allahım, ya bizi taş et, ya da kuş et” diye yalvaran bir hanım. Rivayet odur ki taş kesilmişler, eşkıyaya teslim olmamışlardı. Gün gelip eşi gurbetten sılaya varmıştı. Ona bir yankı kalmıştı artık: “Yiğidim namusunu bir eşkıyaya çiğnetmedim. O eşkıyadan ahımı koma.” Taş kesilen ailesine bakan delikanlı, haykırmıştı: “Alırım ahını, koymam Ak Gelin!” Öylece doğmuştu uzun hava… Haykırış ses, ses söz, söz feryad olmuş, Anadolu insanını ağlatmıştı: “Ağ gelin de indi m'ola yayladan/ Kaşın değil gözün beni ağlatan/ Bu güzellik sana Kadir Mevla’dan / Alırım ahını koymam Ağ Gelin”
“Ağgül” türküsünde ise fakir bir oğlanın zengin bir kız ile olan gönül bağlarının içli hikayesine tanık oluyorduk. Bir köylüye değil, şehirliye vermeyi istemişti babası. Sevenlerin yüreklerine ateş düşürmüştü. Oğlan deli divane gezerken kız ise camda derin derin dalıp gitmekteydi uzaklara. Oğlana haber getirmişlerdi. Sevdiğin kız camdadır, dertli dertli uzaklara bakmaktadır: “Ağgül seni camekanda görmüşler/ Siyah saçın sırma ile örmüşler/ Ürüyamda seni bana vermişler / Beni bırakıp kor gider misin”
Bu türküyü Divriği Çamşığı’ndan Ali Ağa, çocuk yaşta gözlerini kaybeden Âşık Veysel’e öğretir. Muzaffer Sarısözen de Âşık Veysel’den derleyip TRT Repertuarına kazandırır.
Özge Sena Bigeç, türkülerimizi ve hikayelerini dinledi