Sünnete uyan bir tarafımız kaldı mı?

Prof. Dr. Bedri Gencer’den sıradışı bir Kutlu Doğum konuşması dinledik.

Sünnete uyan bir tarafımız kaldı mı?

 

Son yıllarda giderek yayılan Kutlu Doğum etkinlikleri kapsamında genelde ilahiyatçılar tarafından yapılan konuşmalardan farklı bir konuşma dinlemek isteyenler için Bedri Gencer, istisnaî, önemli bir isim. Gencer, hem uluslararası standartlarda seçkin bir sosyal bilimci, hem de aslî hüviyetiyle İslâm’ı öğrenme ve öğretmeye kendini adamış, günümüzün önde gelen Müslüman düşünürü sayılan, eskilerin deyimiyle “zü’l-cenâhayn” (çift kanatlı) biri. 25 Nisan Çarşamba günü Selçuk Kız Teknik ve Meslek Lisesi’nde Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle düzenlenen programa katılan Gencer, kendisini sosyolog, ilahiyatçı gibi etiketlerle kısıtlamadan her zaman olduğu gibi dobra, aykırı ve çarpıcı bir konuşma yaptı.

Selçuk Kız Teknik ve Meslek Lisesi salonunda Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın güzel ahlakını anlatan bir slayt gösterisinin ardından Zara, Senai Demirci ve Engin Noyan’ın seslendirdiği salavât klibini seyrettik. Erkeklerin başı açık Kur’ân dinlemesinin bile mekruh sayıldığı dinimizde başı açık bir hanımın oynadığı salavât klibini modernleşme ve sekülerleşmenin bizi getirdiği bir garabet noktası olarak hep birlikte ibretle seyrettikten sonra Bedri Hoca kürsüye çıktı.Hat: Davut Bektaş -

Efendimizin güzel ahlakı anlatılıyor ama buna nasıl ulaşacağız?

Son derece düzgün bir kıraatle okuduğu besmele, hamdele ve salvele ile başladığı, âyetlerle süslediği konuşmasının başında Bedri Hoca, bu kadar dar bir sürede Kâinatın Efendisi’ni anlatmanın imkânsızlığını vurguladı. Ona göre genelde Kutlu Doğum münasebetiyle yapılan konuşmalarda Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın tamamlamak için gönderildiği güzel ahlak anlatılırken bu ahlaka nasıl ulaşacağımız hususu muallâk kalıyordu. Yapmamız gereken, Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın ahlakını ulaşılmaz bir model olarak idealize etmek yerine bu ideal nebevî ahlakı kazanma yolunu öğrenmektir. Bu bilinmediği için O’nun ahlakıyla ilgili yapılan konuşmalar, yuvarlak sözlerden ibaret kalmaktadır Bedri Hoca’ya göre.

Ona göre bu ideal nebevî ahlakı kazanmanın yolu, O’nu niçin ve nasıl sevmemiz gerektiği bilincinden geçiyordu. Genelde olduğu gibi Bedri Hoca’nın kısa bir süre içinde de olsa meseleyi özünden ve derinden aldığı konuşmasını anlayan anladı. Zaten sevgi, anlamakla değil, hissetmekle olan bir şeydi.

O’nu niçin sevmeli?

Bedri Hoca’ya göre Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmı niçin sevmemiz gerektiği sorusunun cevabı, dünyaya geliş gayemizde yatıyordu.

Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de “İnsanları ve cinleri ancak beni tanısınlar diye yarattım” diye buyuruyordu (Zâriyât/56). Bu âyette geçen, genelde Türkçe’ye ibadet olarak çevrilen “a-b-d” fiilinin asıl anlamı, iki boyutlu tanımaktı. İbadetin marifetullâh denen birinci boyutu, Rabbimizi kavlen ve kalben tanımak, tâ’atullâh denen ikinci boyutu ise, bu ikrarın gereğini yapmak, fiilen tanımaktır. Bunun yolu, Rabbimizin bize gönderdiği dine bağlanmaktan geçiyordu. Din denen nizama bağlanma süreci ise bir ağacın yetişmesi sürecine benzerdi; “Hoş bir kelime, kökü sabit ve dalı semâda olan, Rabbinin izniyle her zaman yemişini veren hoş bir ağaç gibidir” (İbrahim/24) âyetinin anlattığı gibi.

Müfessirlerin açıklamasına göre burada “hoş bir kelime”den murat, imanın gereği olan, Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehâdet denen “Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Rasûlullah”, ağaç ise marifetullah ağacıdır. Bedri Hoca’ya göre bu ağacın aslı=kökünü, marifetullah=iman, fer’i=dalını ise tâ’atullâh=İslâm olarak düşünebilirdik. Buradaki din ağacının kökü imansa, imanın tohumu da muhabbettir. Nitekim Arapça’da harekesiz yazıldığında “h-b-b (ب-ب-ح)” hem sevgi, hem de tohum anlamına gelir. Bunun içindir ki Cenab-ı Hak, “Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onunla kalplerinizi süsledi, küfür, fısk ve isyanı da size sevimsiz kıldı. Rüşde erenler, işte onlardır” (Hucurât/7) buyurmaktadır. Bu imanın tohumu, habbesi de Rabbimizin habibim buyurduğu Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâma muhabbettir.

Hat: Ali Toy - İnsan dünyaya inmekle hem aslî vatanı Cennetten sürülmüş, hem de Rabbinden uzaklaşmıştır. Bu yüzden insanın bütün arzusu, tekrar Rabbine kavuşmaktır. Arapça “hubb=sevgi” kelimesinin kök harfleri “hâ-bâ (ب-ح)”, bu kavuşmanın yolları arasındaki irtibatı gösterir. Arapça lâfzen “yaklaşma” anlamına gelen “kurban” kelimesinin gösterdiği gibi “ibadet”in gayesi, Allah’a yaklaşmaktır ki (bâ=ب) harfinin ortaklığı, iki kelime arasındaki irtibatı gösterir. Ancak ibadeti layıkıyla öğrenebilmek için ibadet mercii Rabbimizin Habibinin yanında durmaya, sohbete ihtiyacımız vardır.

Aralarında “hâ-bâ (ب-ح)” olarak iki harfin ortaklığı, “sohbet ile muhabbet” kelimeleri arasındaki morfolojik ve semantik yakın ilişkiyi gösterir. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın arkadaşı anlamında kullanılan sahâbî kelimesinin türediği sohbet, bir şeye, ön, arka veya sağ, sol şeklinde dört taraftan birinden, muhabbet ise her taraftan tamamen yönelmek demektir. Bu itibarla nihaî gaye, muhabbetullâh=Allah’ın sevgisine ulaşmaktır; ancak muhabbetullâhın yolu, O’nun Habibi ile sohbet ve muhabbetten geçmektedir. Bunun içindir ki İmâm-ı Rabbânî, “O Server’in muhabbeti beni öyle kaplamıştır ki Allahü Teâlâ’yı Muhammed sallallâhü ‘aleyhi ve sellemin Rabbi olduğu için seviyorum” demiştir.

Eskiden mühürlere hikmetli söz veya şiirler hakkettirmek âdetti. Sultan II. Mahmud’un hanımı ve Sultan Abdülmecid’in annesi olan büyük hayırsever Bezm-i Âlem Vâlide Sultan da mührüne şu derin anlamlı mısraları kazıttırmıştı: “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,/ Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl,/ Zuhûrundan bezm-i âlem oldu vâsıl.”

O’nu nasıl sevmeli?

Bedri Hoca, Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmı “niçin sevmeli” sorusunu cevaplandırdıktan sonra “nasıl sevmeli” sorusuna geçti. Ona göre Kur’ân-ı Kerim’de geçen âyete bakarak bu, daha kolay anlaşılabilirdi: “De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Âl-i İmrân/31).

Bu âyet, Allah’ı sevmenin yolunun Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmı sevmekten, bu da onun sünnetine tâbi olmaktan geçtiğini bize bildirmektedir. Şu halde Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmı sevmek, sözle değil, özle, somut olarak iki şeyle olur: Birincisi, onun sünnetine tâbi olmak; ikincisi, ona salâvat getirmek...Hat: Mustafa Büyüksakarya Tezhib: Müzehher Özdallı Bice

Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın “Sünnetimi ihya eden, üzerime salâvat getiren, darda kalanlara yardımda bulunanlar, kıyamet gününde arşın gölgesinde olacaklardır” hadisi, bir anlamda kendisini sevme yollarını topluca ifade etmektedir.

Sünnetini de “suret ve siret” olarak ikiye ayırırsak O’nu sevmenin yolu üçe çıkar.

Bir kişiyi sözde değil, özde sevmek; onu her anlamda örnek almak, ona benzemeye çalışmak demektir. Bu da başlıca sünnetin iki boyutundan birincisi olan suret, yani tipimizde, ikincisi siretimizde, yani hayat tarzımızda ona uymaktır. Malumdur ki bugün çocuklar, gençler, sevdikleri bir futbolcuyu, şarkıcıyı örnek alarak saç tiplerini bile ona benzetmeye çalışmaktadırlar. Bugünse maalesef bizim tipimiz bakımından Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ile bir alakamız kalmamış gibidir. Buna karşılık yan yana durduğumuzda bizim gibi bir Müslüman erkeği bir İtalyan, Fransız’dan ayırt etmek imkânsız hale gelmiştir.

Diğer taraftan bizim siret dediğimiz hayat tarzımızda da sünnete uyan bir tarafımız kalmamış gibidir. Yeme, içme, uyuma, uyanma, yolda yürüme, selamlaşma, sohbet ve sair konularda hiçbir davranış tarzımız sünnete uymuyor bugün. İşin daha da kötüsü, bunun farkında bile değiliz. İnsanların kimliklerini silip süpüren bir modernleşme fırtınasına teslim olmuş durumdayız. Bugün sekülerizmin etkisiyle maalesef sünnet, tabiri caizse Fahr-ı Âlem Efendimiz ‘aleyhi’s-salatü ve’s-selâmın gözüne girmek, ahirette şefaatine nail olmak için izlenecek bir yol, fazilet olarak algılanmaktadır. Hâlbuki sünnet, fazilet değil, adalettir; adalet ise sıhhat demektir. En doğru, sağlıklı bir hayat tarzının reçetesi, sünnette yatmaktadır. Onun bütün sünnetlerinde yatan tıbbî hikmetler bugün yavaş yavaş keşfedilmektedir. Örneğin sünnete aykırı olan ayakta su içmenin mahzurları bugün tıbben anlaşılmıştır. Bu bakımdan dünyada maddi-manevi sağlıklı yaşam için uyulacak yegâne rehber, hekim, Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmdır.

Unutmayalım ki suretimiz ve siretimiz, duyuş ve düşünüş, dünyaya bakış tarzımızı belirler.  Bu bakımdan suret ve siretini nebevî siret ve surete uyduramayan gerçekten onu sevemez. O yüzden maalesef bugün salonlarda yapılan Kutlu Doğum etkinliklerindeki konuşmalarla peygamber sevgisi, bir tür Batı’da hagiography denen “azizlerin hayat öyküsü”ne çevrilmiş durumdadır.

Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmı sevmenin üçüncü ve belki bugün daha mümkün yolu, ona bol salâvat getirmektir, şu hadislerde belirtildiği gibi:

*İnsanların bana en yakını üzerime en çok salavât getirenidir.

*Üzerime salavât getirenlere kıyamet günü şefaatçi olurum. Salavât getirmeyenden ise uzağım.

*Gerçek cimri, yanında anıldığım hâlde bana salavât etmeyendir.

Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, kendisine çeşitli sayılarda salavât getirenleri de türlü ödüllerle müjdelemiştir:

*Üzerime getirilen salavât, sırat üzerinde bir nurdur.

*Kim bana bir defa salât getirirse, Allah da ona on salât getirir ve on günahını affeder, on derece yükseltir.

*Kim sabahları üzerime onar defa salavât getirirse kırk senelik günahı silinir.

*Cuma günü üzerime yüz defa salavât getirenin seksen yıllık hatalarını Allah celle celâlühû affeder.

*Üzerime Cuma günü veya gecesi yüz defa salavât okuyan kimsenin yüz türlü haceti kabul edilir.

*Bin defa üzerime salavât getiren, ölmeden önce cennetle müjdelenir.

Bedri Hoca, “Bu şekilde Rabbim, Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmı layıkıyla seven, âhirette onun Livâü’l-Hamd sancağı altında toplanan kullarından eylesin” diyerek konuşmasını bitirdi.

 

Fatma Betül Demirel haber verdi

YORUM EKLE