Şiir nedir ki kendini satsın!

Şiirimizin Beyaz Kartal’ı Bahaettin Karakoç… Sabah vakti gibidir o. Daima ayakta, sürekli genç. 83 yaşında olmasına rağmen, diri bir beden, taze bir şiir… Kendisiyle Bursa’da görüşmüş Cevat Akkanat..

Şiir nedir ki kendini satsın!

 

Bir sabah, geçtiğimiz hafta sonu. Telefon. Haftalar, hatta aylar boyu aramızda tatlı bir Bursa edebiyatı geliştirdiğimiz üstad konuşuyor. Sesi “ben yakınlardayım” diyor. Beyaz Kartal ovaya inmiş. Bursa ovasına konuşlanmış.

Daha sonra öğreneceğiz, edebiyat camiasında bizden başka kimsenin haberdar olmasını istememiş, sadece bize bildirmiş Bahaettin Karakoç. Bunu, kendisiyle buluştuğumuzda söylüyor, “bir Cevat’ı bir de Metin’i ararım, başka kimseye söylemem” diyor.

Bunu daha önceden de bildiğim halde kendimi tutamamış, “Ben Bursa’dayım” diyen telefon gelir gelmez elektronik ortama “Şiirimizin Beyaz Kartalı Bursa’da!” diye bir askı bıraktım. Ama benim bu ifşa cümlemden kimse “feys!” almadı; dolayısıyla geri dönen olmadı. İyi ki olmadı…

Kendisiyle Bursa’ya gelmesi konusunda uzun muhabbetler yaptığımız halde üstadın kesin geliş gününü bize bildirmemesinin bir sebebi olmalıydı. Sürprizleri severdi diyebiliriz, ama bu yetersiz kalır şimdi. Öyleyse söyleyelim şimdi: Bursa’yı çok sevmesi, özlemesi! Ve bu özlemi bilen bir dostunun, bir okurunun şairi ‘gizlice’ davet etmesi…Bahaettin Karakoç ve Cevat Akkanat

Birlikte gidiyoruz birkaç arkadaş

Telefon görüşmemizde “Uç Beyi”ni soruyor, Metin Önal Mengüşoğlu’nu… İzmir’e bir konferansa gittiğini söylüyorum. Ardından da kendisinin bulunduğu noktayı öğreniyorum. Güvenli bir ortamda olduğunu öğrenince, kendisini ne zaman ziyaret edebileceğimi soruyorum. Anlaşıyoruz buluşma saatinde…

Şiirimizin Beyaz Kartalı’nın Bursa’da olduğunu alenen iki arkadaşa söylüyorum. İlki, “Üçgen Piramitinin Zirvesindeki Cihan Şairi Abdurrahim Karakoç” kitabının hazırlayanı Hayrullah Eraslan. Bugünlerde Bursa’ya kök salmanın uğraşısını veren Eraslan, eski bir dergici, bir sivil toplum lideri. Daha önce ruberu görüşmemiş Karakoç’la. Birkaç kez de telefonlaşmış. Fakat Abdurrahim Karakoç’la sıkı bir mesai ortamı yaşamış. Hazırladığı derleme kitap da bunun göstergesi… Bahaettin Karakoç’u ziyarete davet ettiğim ikinci kişi ise bir şair: Abdurrahman Adıyan. Kendisine 15 Nolu Sınır Taşı’nı yanında getirmesini tavsiye ediyorum.

Akşama doğru üç arkadaş Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’nın kuzey girişinde buluşup üstadın mukim olduğu Üç Evler semtine doğru kanatlanıp uçuyoruz.

bMihriban şiirinin Mihriban’ı gerçek isim değildir

Tatlı diller, mütebessim yüzler karşılıyor bizi kapıda. İşte, ev sahipleriyle birlikte üstad Bahaetin Karakoç da karşımızda. Her birimizi kucaklıyor.

Bir tatlı huzur vakti. Kucaklaşma, tanışma, tanıştırma faslından sonra sıra edebiyat ortamlarının merkezî konumunda bulunan şiire geliyor. Şiire ve şaire… İşte birkaç cümleyle bu sohbet ortamından aktaracaklarım:

Sözün Abdurrahim Karakoç’tan açıldığı bir anda konu dönüp dolaşıp “Mihriban” şiirine geliyor. Bir kardeşimizin, Lütfi Şehsuvaroğlu’nun “Mihriban” bağlamında bir roman yazdığını, fakat bunun yayını konusunda tereddütlerin oluştuğunu bildiriyor Eraslan. Oluşan tereddütlerin lüzumsuzluğunu bildiriyor Bahaettin Abi. “Mihriban şiirinin Mihriban’ı gerçek isim değildir” diyor. “Abdurrahim bu şiirde anlatılan aşkın gerçek kişinin ismini hiçbir yerde açıklamamıştır” diye ekliyor. Abdurrahim’in bu konuyu kendisine özellikle belirttiğini, ‘Ben öldükten sonra yapılacak kimi yakıştırma ve tasarrufların kesinlikle doğru olmayacağı’ şeklinde hatırlatmalarda bulunduğunu belirtiyor.

Eğer bu neşredilenler şiir ise, bu aptallıktan başka bir şey değildir

Hayrullah Eraslan, Abdurrahim Karakoç ile ilgili pek çok etkinliğin yapıldığını, özellikle Azerbaycan’da yapılan programın oldukça etkili olduğunu söyleyince Bahaettin Karakoç şu cümleyi kuruyor: “Azerbaycanlılar beni ve Abdurrahim’i kendi şairlerinden daha çok severler.”

Kendisinin yakında katılacağı bir etkinlikten söz açılınca ise şunları söylüyor Beyaz Kartal: “Aslında hiçbir etkinliğe gitmek istemiyorum. Çünkü ben Türkiye’de şiir olduğundan şüpheliyim. Hatta yok diyorum. Şiir diyorlar, eğer bu neşredilenler şiir ise, bu aptallıktan başka bir şey değildir. Demek ki ben de aptalım diyorum.” Üstat biraz durup nefeslendikten sonra, “Gençlere soruyorum, niçin şiir yazıyorsun, yazdığın bu metinler nedir, diye. Hiçbiri açıklayamıyor.” Ve bir iki saniye sonra şöyle devam ediyor: “Balad, sone, terzarima… Yazılan şekiller yabancı… Bununla birlikte kültürün Türk kültürü olduğu söyleniyor. Bu nasıl Türk kültürü olur? Olur mu böyle şey!..”b

Şiir nedir ki kendini satsın!

Bahaettin Abi’yle muhabbetimiz bu minval üzere devam ederken söz bir ara şiir yayıncılığına geliyor. Yoldan çıkan, sadece tüketime ve çok kazanmaya endekslenen yayıncılığa, yayıncılara öfkeli: “Şiir satmıyor deniyor. Bu ne edepsizliktir. Ulan şiir fahişe midir ki satılsın!”

Bu arada edebiyat ortamının bir başka yüzüne dair de tespitleri var. Edebiyat kliklerini, şair ahbap-çavuşluklarını, hatta bunların edep ve edebiyat dışı görünümlerini tenkid ediyor: “Edebiyat mı kaldı? Türk edebiyatı değil bu, sanki aşiret edebiyatı! Dergilere bakıyorum, yayınlanan kitaplara bakıyorum. Ya falanca hizbin, ya filanca cemaatin şairleri, yazarları, dergileri, kitapları. Herkes kendi dar çevresinde al gülüm ver gülüm. Bir tarafta bir hoca efendinin müritleri, diğer tarafta Nazım’ın gıdikleri… Aşiret edebiyatı bu…”

Bir hasretin terennümü

Bu sohbet ortamında zihnime kazınan bir başka sahne Bahaettin Karakoç’la Metin Önal Mengüşoğlu arasında geçen telefon görüşmesiydi. Bu görüşme ortamını özellikle sağlama ihtiyacı duymuştum her nedense. Sanırım içime doğmuştu Beyaz Kartal’ın Uç Beyi Mengüşoğlu’na söylediği şu cümledeki aşırı arzunun terennümü: “Benim seni ne kadar özlediğimi biliyor musun?”

Uç Beyi ne dedi bilmiyorum. Büyük bir ihtimalle İzmir’den döner dönmez ziyaretine geleceğini söylemiştir. Kim bilir, siz bu haberi okuduğunuzda, vezir ile uç beyi arasındaki hasret çoktan sona ermiştir.

Bursa’nın misafiri, şiirin Beyaz Kartalı ile sohbetimiz sürüp gidiyor. Bu arada bizim damak zevkimize ikram olunan sarmanın ve kırk yıl hatırı kalacak olan bir fincan kahvenin keyifli ortamımıza nasıl da renkli bir iştirak ile dâhil olduklarını fark ediyoruz. Bahaettin Karakoç’u misafir eden bu değerli aileye teşekkürlerimizi bir de buradan sunmak isteriz.

 

Cevat Akkanat haber verdi

YORUM EKLE