Şehirleşme arttıkça dini pratikler azalıyor

Aliya İzzetbegoviç anısına düzenlenen Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali sempozyumunun ‘Kimlik, Kültür ve Hayat’ başlıklı ilk oturumunda Amina Sijak Jesenkovic, Faruk Karaarslan ve Alev Erkilet konuştu. Abdullah Said Can oturumdan notlarını paylaşıyor..

Şehirleşme arttıkça dini pratikler azalıyor

 

İLEM tarafından düzenlenen Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali sempozyumunun “Kimlik, Kültür ve Hayat” başlıklı ilk oturumuna Ali Büyükaslan başkanlık etti. İlk önce oturum başkanı, ardından da diğer konuşmacılar sahneye davet edildi ve haklarında kısaca bilgiler verildi. Ali Büyükaslan katılımcılara selamlarını ileterek sözlerine başladı. Açılış konuşmaları için İsmet Kasumagiç’e teşekkürlerini ileten Büyükaslan, şahit oldukları olayların bir kez daha tekrarlanmaması konusunda temennilerini paylaştı.

Kendisinin duygu dolu konuşmasının etkisinde kalan Büyükaslan oturumun da bu şekilde devam etmesini ayrıca vurguladı. Ali Büyükaslan’ın bu ifadelerinden sonra sunumunu yapmak üzere ilk önce Amina Sijak Jesenkovic, ‘İslam Birliği İdealine Mülhem Genç Müslümanlar Örgütü ve Kadın Kolu’ başlıklı sunumunu yapmak üzere konuşmasına başladı.

Örgüt ‘Cemaat, Edep, Şura, Amel’ ilkelerini benimsemişti

Amina Sijak, Bosna ve Aliya sevgisinin toplumun birçok kesiminden gelen vatandaşları bir araya getirmesinin önemini vurguladı. Kendisini böyle bir programa davet edip göstermiş oldukları nazik misafirperverliklerinden dolayı İlmi Etüdler Derneği’ne ayrıca teşekkürlerini iletti. Bosna’nın ve Türkiye’nin ortak tarihi boyunca birçok savaşlarda omuz omuza çarpışan bu halkın evlatları olarak, gösterilen ilgiden de ayrıca minnettar olduğunu sözlerine ekledi.

Sempozyumun isminden yaptığı referans ile konuşmasına başlayan Jesenkovic, İslam Birliği İdeali’nin ütopya olmaması için herkesin samimiyetle bu iddiaya inanması gerektiğini belirterek şunları söyledi: “Bu iddiaya inanmadığımız taktirde yüzeysel bir İslamiyet yaşayarak kendimize ve yüce yaratıcıya yalanlar söylemiş oluyoruz. İslam’ın şartlarının düzgün şekilde yerine getirilmesi için Müslümanların her birinin kardeş olması gerekmektedir. Hucurat suresinin 12. ayetinde yer alan ‘ölmüş kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mısınız’ ifadesi ile aynı surenin 10. ayetinde geçen ‘sadece müminler kardeştir’ ifadesi Müslümanların birlik olmalarındaki önemi vurgulamaktadır. Müminlerin kardeşlerine olan vazifelerinin unutuluyor olması, onların aralarını açan durumlardan bir tanesi. Birimize karşı olan sorumluluklarımızın tekrar hatırlanması ve uygulamaya konulması gerekiyor.”

Konuşmacı sözlerine Genç Müslümanlar örgütünün fikir ve faaliyetleri hakkında bilgiler vererek devam etti: “Ömer Behmen’in yazdığı Genç Müslümanlar 1939 – 2005 isimli kitap Türkçeye Amira Yarar ve Nevzat Akkuş tarafından çevrilmiş. Örgüt Ömer Behmen’in kitabında açıkladığı ‘Cemaat, Edep, Şura, Amel’ ilkelerini benimsemiştir. Buna göre örgüt vaktinin büyük çoğunluğu Müslümanlar için çalışmaya ayırmıştır. Bu doğrultuda Allah ile beraber olmanın kul açısından önemli olduğunu vurgularken Müslümanların kardeş ve birlik olma hedefleri en temel hedef olarak seçilmiştir.

Binlerce üyesi olan Genç Müslümanlar Hareketi, II. Dünya Savaşından sonra anti-faşist ve anti-komünist faaliyetlerde bulunmaya devam etti. Bu eylemler mitingler, bağırıp-çağırmalar, futbol takımı taraftarlarının yaptıkları gibi tezahürat tutmaktan ibaret değildi. Örgüt özellikle II. Dünya Savaşı sırasında kapı kapı dolaşarak Doğu Bosna ve Hersek bölgesinden Çetnikler tarafından sürgün edilen çocuk, kadın ve yaşlı muhacirlerin barınma sorunlarını çözmek, giyim ve gıda sorunlarını çözmek için yardım toplayarak çalışmalarına devam ediyorlardı. II. Dünya Savaşından sonra komünist Yugoslavya iktidarı bu hareketi bastırmak için en itibarlı ve en olgun üyelerini ölüm cezasına çarptırmıştır. ‘Dinime ve milletime saygı göstermeyen kardeşim değildir.’ sözünden dolayı Aliya İzzetbegoviç’e verilen üç yıllık hapis cezası da bunların içindeydi.” Amina Sijak Jesenkovic, ilerleyen cümlelerinde bu ve benzeri olayları anlatırken gözleri dolup sesi titrese de konuşmasına devam etti. Kardeşlik ve birlik kavramlarının önemine dikkat çekerek “gerek bu örgüt, gerekse Bosna insanının bireysel kimlik arayışları sonucu yeniden bir araya gelebildiklerini” belirterek sözlerini sonlandırdı.

Şehirleşme arttıkça dini pratiklerde azalma görülüyor

Oturumun başkanı, Amina Sijak’a duygu dolu tebliğinden dolayı teşekkür ederek, ‘Medeniyet Tartışmalarına Anti Ütopyacı Bir Yaklaşım: Aliya İzzetbegoviç Örneği’ başlıklı tebliğini sunmak üzere sözü Faruk Karaarslan’a bıraktı.

Karaarslan, Aliya İzzetbegoviç’in liderlik yönüne sık sık atıfta bulunulduğunu belirterek başladı konuşmasına. Konuşmacı Aliya’yı yüksek lisans tez konusu olarak seçerken kendisinin akademik arka planına ve felsefi derinliğine merakı olduğunu belirtti ve bunun kendi alanı olması münasebetiyle bu konu üzerine yoğunlaşmayı tercih etiğini söyledi. Kendisi böyle bir alanda söz söylenmesinin ihtiyaç olduğunu belirtse de, tüm katılımcılara hitap edebilmek için çerçeveyi biraz daha geniş tutmaya çalışacağını belirterek şöyle devam etti: “Kültür ve medeniyet kavramları özellikle hızla modernleşen Türkiye’de kimi zaman doğru, kimi zaman yanlış veya eksik anlaşılabiliyor. Kavramların tartışmalı ve muğlak oluşu herkese kendi perspektifinden yorum yapabilme imkanı sunsa da doğru tanımları bulmak elbette önemli. Aliya İzzetbegoviç’i okumak bu anlamda insana tutarlı ve doğru kavram perspektifini sunabiliyor. Kendisinin bu kavramlara dair daha gerçekçi, ayakları yere basan analizleri mevcut.”

Karaarslan tebliğine verdiği başlığı açıklayarak, anti ütopyacı yaklaşımlar ve Aliya’nın örnekleri üzerinden Türkiye’deki siyasi hayatın nasıl yorumlanabileceği üzerinden ilerlemeyi tercih etti. Bu bağlamda medeniyet tartışmalarının pratik okumaları hakkında açıklamalar yapacağını da ekledi. Konuşmasına Aliya’nın medeniyet tasavvurunu kendisinin ahlak, insan, İslam, kültür fikirlerinden anlayabildiğimizi vurgulayarak devam etti: “Aliya bütüncül perspektifle konuyu açıklamaya çalışır ve bu perspektif temelde zıddiyetler cetveline dayanmaktadır. Aliya tüm fikirsel, düşünsel, kültürel, siyasi ve diğer uzamları iki uca yerleştirebileceğimiz görüşünü savunur. Bu uçlardan biri idealizm, diğeri ise materyalizmdir. Aliya’nın bütün çabası bu uzamları aşarak bir orta yol bulma çabasından ibarettir. Onun bu çabası temelde İslam ve insan anlayışından mülhem bütüncül bir perspektifi benimsemiş ve hayatın tamamını kavramaya çalışan bir perspektiftir.

Medeniyet tartışmasına gelecek olursak, Aliya medeniyet kavramını İngilizcedeki ‘civilization’ tabiri ile kullanır ve bu iki kamplaşmada materyalist bir uzantısı olarak görür. Bu yüzden medeniyet mefhumunu maddeden, teknolojiden, uygarlıktan ayrı bir şekilde ele almamızın imkânı yoktur. Aliya’ya göre bunun karşısında kültür mefhumu bulunmaktadır. Kültür ise dinden, sanattan, mistisizmden ayrı ale alınamaz. O bu skalanın içinde medeniyet tartışmasını daha maddeci bir tasavvurun içine yerleştirir ve medeniyeti insanın tabiat ile arasındaki madde teatisi olarak görür. Yani insanın maddeye yüklediği anlam sonucunda ortaya çıkan zihniyet dünyası Aliya açısından medeniyet kavramını ifade eder.”

Konuşmacıya göre Aliya’nın akademik ilgisinden bir tanesi, kendisinin meseleleri sadece teorik çerçeve içerisinde tartışmıyor, gündelik hayattaki örneklere ve istatistiklere başvuruyor olmasıdır. Bu örneklerin içinde eğitim sistemi, köy-şehir hayatı, endüstrileşme, kadının iş hayatına girmesi, annelik kavramı bulunmaktadır. Ona göre medeniyet dünyayı değiştirme arzusudur. Çünkü teknik ile uğraşı sonucu insanda zorunlu olarak dünyayı değiştirme arzusu doğmaktadır. Buna karşılık kültür insanın kendisini geliştirmesine imkân vermektedir. Aliya’ya göre medeniyete iyi ya da kötü bir vasıf addedilemez, medeniyet bir vakıadır.

Konuşmacı Aliya İzzetbegoviç’in sorduğu önemli sorulara atıf yaparak ilginç bir noktaya dikkat çekti ve ardından Aliya’nın şöyle bir sorunun cevabını aramaya giriştiğini belirtti: “Neden ‘İslam şehirli dinidir’ düsturu bir tarafta dururken, şehirleşme arttıkça dini pratiklerde azalma görülür?” Aliya uzun bir süre seküler, maddeci bir dünyada kutsaldan yoksun olmanın imkânı üzerine kafa yorar. Faruk Karaarslan tebliğini sonlandırırken medeniyet kavramına İslam ahlakı ile yaklaşmamız gerektiğini, tekniğe İslam ahlakını biçmemiz gerektiğini belirtiyor.

Aliya düşünce sistemlerini üç kategoride ele alıyor

Oturumda son olarak ‘İslam Dünyasını Yeniden Kurmak: İslamcı Bir Dilin ve Hareketin Zemini Olarak Aliya’nın Düşüncesi’ başlıklı tebliği ile Alev Erkilet söz aldı. Erkilet, Faruk Karaarslan’ın açıklamaya çalıştığı bütüncül tasnifi biraz daha gündelik hayat içerisinden örneklerle anlatmaya çalışacağını belirtti. Öncelikle Aliya’nın yapmış olduğu üçlü tasniften bahsedeceğini söyleyerek şu şekilde devam etti konuşmasına: “Aliya düşünce sistemlerini üç kategoride ele alıyor. Bunlardan biri maneviyatçı sistemler -ki bunu dini sistemler olarak çevirenler de var-, ikincisi materyalist sistemler, üçüncüsü de İslami sistemler. Bunlardan kastedilen, ‘gerçekliğin doğası nedir, insanların karşılaması gereken temel ihtiyaçları nelerdir ve bunların karşılanma sınırı ne olmalıdır’ sorularına verilen cevaplardır. Bu tasniflerden anlaşılması gereken bir husus gerçekliğin kavramsal sonucu ile ilgili. Buna göre dini tasnif özünde ruhi gerçekliği ifade eder ve gerçeklik dediğimiz şeyin görünürün arkasında bulunan maneviyatı ifade eder. Buna bağlı olarak insanın karşılanması gereken ihtiyaçları tamamıyla manevidir, öte dünyaya ilişkin çabalarla taçlandırılmalıdır ve elbette bu ihtiyaçlar sonuna dek karşılanmalıdır.

Bu bakış açısı ortaçağ Avrupasının teokratik zihniyetini açıklamak için son derece uygundur. Bu bakış açısı maddeyi, bedeni reddeder. Onun ihtiyaçlarını ve onun ihtiyaçlarının karşılanması için gösterilen çabaları hakir görür ve düşünce dünyasının dışına itme eğilimi gösterir. Dolayısıyla bunun sanatta yansımaları, tamamen uhrevi konular üzerinden sanatsal çalışmaların yapılması şeklinde görülebilir. Bu yaklaşımlar teokrasileri yaratmaya çalışmıştır. Özellikle ortaçağ teokratik hayatına baktığımızda bunun dine, maddeye ve bedene karşı olabildiğince uygulandığını görebiliriz. Aliya’nın materyalist sistem olarak tanımladığı bu oluşumlar, tam da materyalist sistemlere reaksiyon olarak çıkmıştır. Onlar ise ruha dair bütün ihtiyaçları reddetmeyi öne sürerek, tek bir gerçeklikten bahsederek bunları duyu organlarımız ile algılayabildiğimiz gerçeklikler olarak tanımlarlar. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre esas olan bedenin ihtiyaçlarıdır ve sonuna kadar karşılanmalıdır. Bu fikir akımlarından doğan kapitalizmin ortaya koyduğu hazcılık ve mülkiyet tasavvuru o kadar gelişmiştir ki hukuk sistemlerinde dahi, bir insanın mülkiyetinin ihlal edilmesi mülk sahibinin o kişiyi vurmasını dahi meşrulaştırmıştır. Bu da hazcılığın en uç noktalarını görebilmemize olanak sağlamaktadır.”

Konuşmacı Aliya’nın yaklaşımından bahsederek İslam’ın bu çizgilere nasıl yaklaştığını da ifade etti. İslam anlayışında ne tamamıyla ruhaniyeti reddedip madde üzerine odaklanma, ne de maddeyi ve bunun doğrultusunda mülkiyeti yüceltip ruhaniyeti ortadan kaldırma eğilimi vardır. Buna göre İslam maddenin ve mananın hakkını Kur’an-ı Kerim’in koyduğu ilkeler çerçevesinde estetik bir yaklaşımla dengeleyen sistemin adıdır. Alev Erkilet burada Aliya’nın ‘Müslüman hayat merkezlidir.’ sözünü vurgulayarak katılımcıların dikkatini çekti. Ardından Tommasa Campanella’nın ‘Güneş Ülkesi’ romanı ve ortaçağ düşünürlerinin ‘Tanrı Şehri’ karşılaştırması üzerinden konuşmasına devam etti: “Tanrı şehrinde sadece ruhanilerin bulunduğu bir cennet tasavvurunun yanında güneş ülkesinde tanrısal ilkeleri tamamıyla reddederek akıl yürütme ve felsefe yoluyla biz doğru yaşamları oluşturabiliriz yaklaşımları mevcuttu. Aliya bu iki yaklaşımı da reddederek Müslüman coğrafyalar için iki yolun da yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Bunu söylerken tamamıyla maddeci ve ruhani tasavvurlara hayır deyip bunların üzerinde bir İslami düzen arayışına girerken, Aliya’nın da söylediği gibi ideal, paket programlardan bahsetmemiz mümkün değildir. İslamiyet bizlere en ince ayrıntısına kadar hesap edilmiş, programlanmış bir düzen sunmaz; aksine İslam düşüncesi insana bir metod sunar.”

Erkilet’e göre günümüz İslam toplumları bahsedilen uç noktaların son derece farkında. Onlar da açık bir şekilde hazzı ve maddeyi tümden reddetmediğini görüyorlar fakat, buralara doğru evrilen sapmaların olduğunu da inkar etmiyorlar. Konuşmacı işte tam burada Aliya’nın bahsettiği gibi paket programlar değil de metodlar ve ilkeler sunan çalışmalar üzerine odaklanılması gerektiğini belirterek sözlerini noktaladı.

 

Abdullah Said Can haber verdi

YORUM EKLE