Sana şüphe veren şeyi bırak!

Mustafa Keleşoğlu’na göre, Müslümanın akıl ve kalp selametini mutlaka koruması gerekiyor. Bunun için de Hz. Peygamber’in (sas) hadisinde belirttiği üzere, kendisine şüphe veren şeylerden hemen uzaklaşması gerekir. Ahmet Serin’in etkinlik haberi.

Sana şüphe veren şeyi bırak!

Müslümanın hayatını aydınlatan, gideceği yolu belirleyen, neyi nasıl yapacağını öğreten şaşmaz rehberlerdir hadisler. Hadisler olmasa İslam’ın doğru anlaşılması mümkün olmayacaktı. Sırf bu yüzden, mümkünse hadisleri Müslümanın hayatından çıkarmak, bu mümkün değilse hadisleri Müslümanlar için güvenilir liman olmaktan uzaklaştırmak için hadisler üzerinde çeşitli kötü niyetli uygulamalar olmuştur. Bazısı satamadığı ürünü satabilmek için o ürünle ilgili hadis uydurma yoluna giderken bazısı da Müslümanların zihnini bulandırmak için hadislerle ilgili çok karmaşık yöntemlere başvurmuştur.

Müslümanlar da bunu bildikleri için hadisleri çeşitli yöntemlerle koruma altına almıştır. Bu koruma yöntemlerini zamanında ve sağlıklı şekilde uygulayan İslam dünyası, bu yöntemler sayesinde hadisler üzerinden Müslümanın saf zihnini bulandırma girişimlerini olabildiğince etkisiz bırakabilmiştir.

Kırk hadis yazma geleneği

Hadisleri koruma yollarından biri de “Kırk Hadis” yazma geleneğidir. İslam dünyasının muteber isimleri hem hadisleri zapturapt altına alma hem de Müslümanlara bir rehber olması amacıyla böyle güzel bir gelenek başlatmıştır zaman içinde. Zamanla yaygınlaşan bu gelenek, edebiyatçılarımızın da ilgisini çekmiş ve ortaya çoğu manzum olmak kaydıyla kırk hadis tercümeleri çıkmıştır.

Mustafa Keleşoğlu da İmam Nevevi’nin “Kırk Hadis”ini şerh ediyor Ensar Vakfı Bursa Şubesi’nde. Her ayın ikinci salısında Ensar Vakfı Bursa Şubesi’ne konuk olan Mustafa Keleşoğlu, geçen sene başladığı “Kırk Hadis” şerhine bu sene de devam ediyor.  Keleşoğlu, 13 Kasım Salı gecesi İmam Nevevi’nin “Kırk Hadis”inin 11. ve 12. hadislerini yorumladı.

Sözlerine hamdele ve salvele ile başlayan Mustafa Keleşoğlu, “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene geç.” hadisinin üzerinde duracağını belirtikten sonra, hadisten anladıklarını “Daha önce de ‘Haram belli, helal bellidir. İkisinin arasında şüpheliler vardır. Kim ki kendini şüphelilerden sakınırsa muttakilerden olur.’ mealindeki hadis üzerine konuşmuştuk. O hadisteki ‘şüpheli’ ifadesi, herkes için şüpheyi anlatan bir ifadeydi. Burada ise farklı bir durumla, öznel bir durumla karşı karşıyayız. Bu hadisteki şüphe, kişiye özgü bir şüphedir, herkesi kapsayan bir şüphe değildir. Yani bir eylem veya herhangi bir şey bir başkası için çok meşru olurken sen bunu kendi adına şüpheli bulabilirsin. Bu, sadece seni ilgilendirip seni bağlayan bir şüphedir. Bu hadiste Peygamberimiz (sas), insanın kulluğunu sahih bir şekilde muhafaza etmesi için ne yapması gerektiğini söylemiştir. İnsanın kulluğu elde edebilmesi, rahat ve huzur içinde olmasına bağlıdır. O halde insan, kendisine şüphe veren şeyi bırakıp şüphe uyandırmayan bir şeye geçmelidir. İnsanın kulluğunu sağlıklı bir şekilde yapabilmesi, onun akıl, kalp ve istikametinin salim olmasına bağlıdır.” sözleriyle açıklamaya başladı.

Müminin kalbi de istikameti de salimdir

Mümin için salim kalbin önemini bu hadise dayanarak “İşte sana şüphe veren bu şey, senin akl-ı selimini, kalb-i selimini bozup ortadan kaldıran bir şeydir. Bu şey, senin akl-ı selimini, kalb-i selimini bozup ortadan kaldırmıyorsa bile ortadan kaldırıp götürebilecek bir şeydir. Fıkıhta sedd-i zerai diye bir konu vardır. Bu ifade, kişiyi kötü ve zararlıya götürmesi muhtemel olan şeylerin engellenmesini anlatmaktadır. İşte insan, sedd-i zerai ile akıl ve ruh sağlığını korur ve bu şekilde kulluğu elde edebilir. Şüphe denilen şey, düşünce sağlığını bozan bir şeydir. Düşünce karmaşıklığı, insanda şizofreniye yol açabilecek seviyeye gelebilir. Şüphe, insanda sıkıntı ve saplantıya sebep olabilir. Takıntılı hal ortaya çıkabilir. İşte insanda takıntı dediğimizin şeyin başlangıç noktası, insanda ortaya çıkan o ‘masum’ şüphedir. ‘Acaba abdest alırken yüzümün şu noktasını yıkadım mı?’ şeklindeki şüpheler, en başta insana masum gelebilir ama zamanla bunlar şeytanın insana ilmek atmasının sebebi olur. İşte bu masum şüphe, şeytanın insana attığı o ilmek olabilir ve şeytan insanı o şüpheden yakalayabilir. İşte insan, bu kuşkuyu takıntı haline getirmeden tedbir almalı. Buna tedbir olarak Peygamberimiz (sas) “Sana şüphe veren şeyi bırak…” diyerek insanın kalp ve akıl sağlığını korumasının yolunu insanlara göstermektedir. O yol da sana şüphe veren şeyi hemen bırakıp şüphe vermeyen bir şeye geçmendir. Mesela abdestli misin, değil misin, diye şüphedesin. Bu şüphe ile yaşama. Ya abdestliyim de ya da abdestsizim deyip git abdest al ama asla o şüphe halinde kalma.” şeklinde açıklayan Mustafa Keleşoğlu, bu şüphenin büyümesi halinde bu şüphenin önce kalbi, daha sonra da tüm organları istila edebileceğini söyledi.

Mustafa Keleşoğlu, kişinin kulluğunu muhafaza edecek tek kişinin yine kendisi olduğunu söyledikten sonra, bunu temin için Müslümanın akıl ve kalp selametini mutlaka koruması gerektiğini, bunu korumak için de Peygamberimizin (sas) hadisinde olduğu üzere, kendisine şüphe veren şeylerden hemen uzaklaşıp şüphe vermeyen şeylere geçmesinin şart olduğunu ekledi sözlerine. Bunu da ancak insanın kendisinin yapabileceğini söyleyen Mustafa Keleşoğlu, tüm diğer insanlar gibi, bu tip insanların da kendilerine makul bir hayat tarzı seçerek kulluğa talip olmaları gerektiğini ifade etti.

Malayaniyi terk etmeli Müslüman

12. hadisi de ‘Malayani işleri terk etmek kişinin İslam’ının güzelliğindendir.’ biçiminde çeviren Mustafa Keleşoğlu, sözlerine “Demek ki herkesin İslam’ının bir güzelliğe ihtiyacı var. Dolayısıyla herkesin İslam’ının güzelleştirilmeye ihtiyacı var, anlamı çıkar bundan. Her Müslüman’ın dinini güzelleştirmek gibi bir mükellefiyeti var. Toplumdaki insanlara baktığımızda, herkesin mesleğiyle ilgili alanlarda bilgisini tazelediğini görüyoruz. Ama insanların çoğu aynı tazelemeyi dininde yapmıyor. Oysa din, canlı bir organizmadır ve asla statik değildir. Bilgimizi tazelemediğimizde, dinimizi dondurmuş oluyor ve dolayısıyla onu güzel kılmıyoruz. Oysa her insanın birinci görevi dinini güzelleştirmek olmalıdır.” diyerek devam ettikten sonra kişinin İslam’la olan ilişkisine değindi.

Dinini geliştirmeyen insanın hem kendini hem de dinini üzdüğünü “Çoğumuz İslam’ı bir ölüyü taşır gibi taşıyoruz. Ölü taşımak insanı yorar. Geliştirilip güzelleştirilmeyen bir din de insanı yorar. Bizim yorulmamızdan çok, İslam’ın zarar görme riski önemli. Biz, nasıl ki çocuğumuz geliştikçe ona uygun yeni giysiler alıyorsak dinimiz de bizde işte böyle yaşıyor. Dolayısıyla ona da aynı özeni göstermeli, onu güzelleştirmeliyiz. Kabul edelim ki toplumda şahit olduğumuz bazı insanlar, bizleri inancımız adına utandırmaktadır. Yaptıkları işlere bakarak ‘Bu insan keşke Müslüman olmasaydı.’ dediğimiz insanlardır bunlar. İşte bu insanlar dinini geliştirmeyen, İslam’ını donduran insanlardır. Bir başka hadis-i şerifte ‘Allah size din olarak İslam’ı seçti. Siz de ona güzel ahlak ve cömertlikle ikramda bulunun.’ denmektedir.” sözleriyle anlatan Mustafa Keleşoğlu, Müslüman’ın dinini güzelleştirmek gibi bir mükellefiyeti olduğuna değindi daha sonra.

Müslüman, dinini güzelleştirmelidir

Kişinin dinine güzel ahlak ve cömertlikle ikramda bulunmasını da “Bu, aslında dininizi güzelleştirin, demektir. Kişinin Müslüman olduğunu söyleyip ahlaken şeytanın safında olması kabul edilemez. Herkesin de kendi İslam’ını güzelleştirmek gibi bir görevi var. Bu görevi yerine getirdiğimizi anlamanın en iyi alameti, malayaniyi terktir. Bir insanın dininin güzelleşip güzelleşmediğini, o insanın malayaniyle ilişkisine bakarak anlayabiliriz. Malayani terk edildiyse o kişi dinini güzelleştirmiştir. Malayaninin terk edilmediği durumlarda, dinin güzelleştiğini söylemek de zordur. Hasan-ı Basri’nin dediğine göre, Allah’ın bir insanı sevmediğinin alameti, o insanın malayani işlerle meşgul olmasıdır. Nasibini boş işlerde bulan kişi, Allah’tan uzak düşen kişidir. Malayaniden uzak duran kişi, Allah’a yakın olan kişidir.” biçiminde yorumladı Mustafa Keleşoğlu.

Konuşmasını Asr suresindeki “lefi husr” ibaresine getiren Mustafa Keleşoğlu, bu ibareyi de “İnsan sürekli olarak zarardadır. İnsana düşen de bunun farkına varmaktır. Bunun farkına varan insan, bu zararı azaltma yoluna gitmelidir. Bunu azaltmanın yolu, öncelikle kendine sevap kazandırmayan işleri terk etmekten geçer. Burada kişinin kendisini günaha sokmayan ama sevap da kazandırmayan işlerle ilişkisi önemlidir. İnsan, kendisini günaha sokmayan ama sevap da kazandırmayan işlerle uğraştığı her an zarardadır. Burada insana şeytanın kurduğu bir haz tuzağı vardır. İnsan, malayani işleri yapmaktan haz alırsa bu tuzağa düşmüş demektir. Mesela Büyük İskender Kudüs’te şeri devletlerinde yaşayan İsrail oğullarını malayani işlerle tanıştırıp onların malayaniden haz almalarını sağlamıştır. Mesela spor salonları açmıştır ve bu salonlarda bulunmayı da çıplak olma şartına bağlamıştır. O dönemde sadece Yahudi kadınlarının değil, Yahudi erkeklerinin de tesettürde olduğunu göz önüne aldığımızda, yapılan işin ne kadar büyük zararlara yol açtığını, insanın safiyetini bozduğunu anlayabiliriz. Yapılan iş günah olmasa bile, malayani iştir ve malayani de insanı Allah’tan uzaklaştırır.” sözleriyle yorumladı.

Allah, maksatsız iş yapmaz

İnsanın, yapmakla bir hayır elde etmeyeceği şeyleri yapmamasının malayaniden uzak kalmak anlamına geldiğini söyleyen Mustafa Keleşoğlu, Allah’ın da bunu istediğini “Allah, maksatsız ve boş bir iş yapmaz. İnsan da böyle olmalıdır. Bir şeyi, sadece günah olmadığı için yapmamalıdır. Bu, insana kurulan bir tuzaktır aynı zamanda. Çünkü bir şeyin zarar vermemesi, onun hayırlı olduğu, yarar getirdiği anlamına gelmez. Bunlar, bilindiği gibi mubahlardır. Ne zararları vardır ne de faydaları. Ama böyle yaparak da din güzelleşmez, donuk kalır, gelişmez. Geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olan Peygamberimizin (sav) günde yetmiş kez istiğfar ettiği biliniyor. Bu istiğfarları, onun günde yetmiş derece aldığı şeklinde yorumlayıp onun günde yetmiş kez istiğfar etmesinin sebebini, onun, bulunduğu bir önceki hali beğenmemesi, ‘Ben daha iyi olmalıyım. Bulunduğum hal bana yakışmaz.’ deyip bir kademe daha iyi olmak istemesi şeklinde açıklayanlar vardır. Yani Peygamberimiz, her istiğfar arasında, bir önceki halinden memnun olmayıp bir üstteki iyi hale talip olmaktadır.” sözleriyle açıkladı.

Mustafa Keleşoğlu, Müslümanın, herkesin kendisinden hayır beklediği bir insan olması gerektiğini ve bunun yolunun da özellikle malayaniden uzak düşmekle mümkün olabileceğini söyleyerek sözlerine son verdi.

Ahmet Serin

YORUM EKLE