İnsanı derinden etkileyen bir tevazuyu, bir karınca incitmez hâli çehresine yayılmış ifadeden ilk bakışta çıkarıyorsunuz. Zulüm ve mihnetlerle (hatıratının isminin ‘Ölüm Daha Güzeldi’ olduğunu da hesaba katarak) dolu hayatında tevekkül ve gayreti elinden hiç bırakmamış. Azmi, duruşu ve tarz-ı hayatıyla bugün ondan çıkaracağımız çokça dersler var.
İstanbul’da, Büyükşehir Belediyesi’nin tertibiyle Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde gerçekleşen Ahmed Davudoğlu Hoca’yı anma merasiminden notlar aldım. Oturum başkanlığını Prof. Ümit Doğay Arınç’ın yaptığı panelde Mehmet Şevket Eygi, Prof. Cevat Akşit, Prof. Osman Güler ve Bekir Yıldız var. Konuşanlar bu kadar, ancak takdim edilenler bu kadar değil. Ön sırada, bastonunun sapına yasladığı elleri, kucağına bıraktığı başlığı ve insanı boncuk boncuk terleten her zamanki heybetiyle Emin Saraç Hocaefendi de var.
Emin Saraç Hocaefendi niye kalkmadı?
Takdim edildiği hâlde Emin Saraç Hocaefendi kürsüye çıkmadı. “Asrımızın âlimlerinden, -Allah şefaatine nail eylesin-” şeklindeki takdimden bunalmış olma ihtimali var. Zira ağacın meyvesi ne kadar çok olursa o derece eğilirmiş. Bu ihtimal onun için var olmakla birlikte sonradan kendi ağzından öğreniyoruz ki, “konuşmaya tahammülü” yokmuş. Tansiyondan rahatsız oluşu sebebiyle uzun kelama dayanamıyor.
Onu tanımayan bir insan dahi, uzaktan baktığında ‘yılların belini büktüğü nur sakallı bir dede’den çok fazlası olduğunu görecektir. Titreten bir vakar, pür-nur bir sima, konuştuğunda espri gayreti de taşıyan sözler güzeli. Birçoğumuzun dünyada sefa sürmeyi hayal ettiği kadar uzun bir ömrü usanmadan hadis ilminde harcamış. Bugün konuşulacak Ahmed Davudoğlu Hocaefendiyle de bol bol teşrik-i mesaisi var. Allah sıhhatine zeval vermesin, başımızdan eksik etmesin.
Tilavet-i Kur’an’la başlayan program, hocaefendinin kısa bir terceme-i hâliyle sürdü ve konuşmalara geçildi. Konuşmacılardan Mehmet Şevket Eygi Üstad ve Cevat Akşit Hocaefendi, ‘Ahmed Davudoğlu’ etiketiyle alakası olan ama doğrudan bugünkü anmayla alakasını kuramayacağımız konuşmalar irat ettiler. İkisinin de hareket noktası, ehli sünnet akidesi ve cemaatine oynanan birtakım oyunlar, siyasî dalavereler, tehlikelerdi. Bir panelde belli bir şahsı konuşmak yerine o şahısla alakalı bir yönü, diğer bütün taraflardan tecrit ederek konuşmak bize enteresan gelebilir. Davudoğlu Hocaefendinin, ehli sünneti sıkıntılarla dolu hayatına rağmen nasıl müdafaa ettiği akla getirilirse bu tavrı anlamak daha kolay olur. Hem Şevket Eygi’nin hem de Cevat Akşit Hocaefendinin yaptığı, yumuşak karnına dokunulmuş birinin ani olarak verdiği şiddetli bir reflekse benziyor, onu suçlayamazsınız.
Nedir bu Avrupa normlarından çektiğimiz!
Aile adına bir konuşma yapan hocaefendinin damadı İbrahim Yıldız, enteresan bir teferruat nakletti. Hocaefendinin kitaplarını tekrar bastırma gayreti içinde oldukları zaman biraz zorluk çekmişler. Evvela, yayın haklarını bir yayınevinden geri alıp tekrar basması için başka bir yayınevine vermek uzun bir süreç olmuş. Nihayet, ahkâm hadislerini mündemiç hadis kitabı Bulûğu’l Meram’ın tercüme ve şerhi Selamet Yolları basılmış. “Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi’ni, daha kalıcı olması açısından, devlet teşekkülü olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na basması için müracaat ettiğimde, reis bey, eseri basacaklarını ve çok önemli bir kitap olduğunu söyledi.” “Ancak” diyor İbrahim Yıldız, “Yaklaşık 2-2,5 senelik ‘tetkik’ sürecinden sonra Ankara’ya davet edildiğimde aldığım cevap şuydu: Eseri basamayız.” Diyanet’in, eseri basamama sebebini geçen sene heyet başkanından dinlemiş Yıldız: “Kitabın içeriği Avrupa normlarına uymuyor.” Humor gibi duruyor, değil mi?
Güreşi sever, çokça tebessüm ederdi
Bir süre Davudoğlu Hocaefendinin yanında da bulunmuş olan İBB başkan vekili Ahmet Selamet, “alışılmış eski hoca profilinin dışında” tavrı olduğundan bahsediyor onun. Bir meseleyi anlatacağı zaman ince ince ve daima tebessüm ederek anlatırmış. Dedesi Mehmet Ağa, hocaefendinin doğduğu köyün (Bulgaristan/Şumnu/Kalaycıköy) namlı bir pehlivanı olduğundan olsa gerek, Ahmed Davudoğlu, talebelerine güreş tutturup keyifle izlemeyi çok severmiş. Ufak tefek bir görünümü varmış.
Cevat Akşit Hocaefendi, bıkmadan ömrü boyunca hizmet ettiği ehli sünnet binasının “yıkılmak istenmesi”ne tepkili. Bütün konuşmasını buna teksif etti. Millet olarak tarihte hep mezhep taassubundan uzak ve ehli sünnet akidesine sımsıkı bağlı olduğumuzu söyledi.
Televizyonlar ilahi yayınlıyor, ya fıkıh?
Dinin temelinin fıkıh olduğunu, fıkıh olmadan din olmayacağını vurgulayan Akşit Hoca, “Fıkhı çekip aldığınız zaman bugün camide ortaya çıkan manzarayla karşılaşıyorsunuz, adam nasıl secde edeceğini bilmiyor. Secdenin nasıl yapılacağını bize fıkıh öğretir.” dedi. “Ben İspanya’dayken” diyerek acı bir hatırasını da anlattı hoca efendi. Eski Kurtuba’da, Roger Garaudy’nin evine misafir olmuş. Hocaefendiyi misafir eden Garaudy’nin eşi, Cevat Akşit’in “fıkıh meselelerini konuşması”na “yasak” diyerek engel olmak zorunda kalmış. Hoca efendinin, “Peki ne yapalım?” sorusuna, “Zikir yapabilir, ilahi söyleyebiliriz.” cevabını vermiş. “Sarıklı mezar taşına bile tahammül edemeyen ve bir taş dahi taş üstünde bırakmayan Avrupalılar, zikir çekmeye müsaade ediyor; ama dinin temeli olan fıkıhtan haber yok.” diyerek hâl-i pür melâli anlatıyor.
İmam hatipte ve İslam enstitüsünde derslerine girdiği, sonradan hususî olarak Dürer okuduğu Davudoğlu Hocaefendiyi, “hakiki bir ehli sünnet âlimi, bir fakih, kaya gibi sarsılmaz imanlı” olarak tavsif eden Cevat Hoca, onun peşinden gitmenin tam da bu noktada ehemmiyet kesbettiğini söylüyor. Edirne’ye sürüldüğü zamanlarda Selimiye Camii’ni tıklım tıklım dolduran cemaate sohbet ettiğini ve bunun, Davudoğlu Hocaefendinin bereketiyle olduğunu anlatıyor. “Serahsî’nin 31 ciltlik eseri Mebsut’u 10 yıl geceli gündüzlü çalışıp tercüme ettik; sarhoş insanlar bile gelip teşekkür etti ama hocalar kızıyor bize, niye? İkilik çıkarıyormuşuz güya.” sözlerinin ardından, vefatından dört gün evvel ziyaret ettiği Davudoğlu Hocaefendinin ağlayarak ona, “Hamd olsun, talebelerimden tam istediğim gibi biri yetişti.” dediğini de aktardı.
Hocaefendi 30 yıl önce bugünü gördü
Davudoğlu Hocaefendinin Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri kitabıyla da paralel düşünebiliriz; Mehmet Şevket Eygi, onun 30 yıl evvel bugünleri görecek kadar uzak görüşlü biri olduğunu ifade ederek bugün gelinen manzaranın, hepsi birbirinden kopuk ‘irili ufaklı binlerce’ hizbe ve fırkaya ayrılmış bir ülke oluşumuz hakikati olduğunu söyleyip, “İslam’ı ülkemizden kazımak istediler; başaramayınca bir İslam Protestanlığı çıkarttılar.” diye ekledi.
Bugünkü karmaşaya ve yıkım hareketine karşı “Ahmed Davudoğlu’nu bayraklaştırmamız lazım.” diyen ve Allah’ın 14 sıfatını bilmeyen imam hatip talebelerine “zavallı” diyerek dış mihrakların çevirdiği oyunlar olduğunu ima eden ve her gün yazdığı meseleleri hızlıca hülasa eden Eygi, konuşmasını “Ehli sünnet tehlikededir efendim.” diyerek bitirdi.
Prof. Osman Güler, âlimi âlem olarak bilen bir geleneğe sahip olduğumuzu söyledi. Bugünkü en mühim noksanımızın, yürüdükleri yolda bedeller ödeyen ulemamızı ve eserlerini anlayamamak, onları okumamak olduğunu ifadeden sonra hadislerin yanlış anlaşılmasını engellemek için İslam âlimlerinin ilim dalları oluşturduklarını anlattı: “Bir hadis söz konusu olunca biz -avam olarak- kendimizden menkul sözler söyleyip hadisle alakalı yorumlar yapmamalıyız.”
Ben böyle bir cüretkârlık etmezdim ama
60’lı yıllarda şerh ettiği Sahih-i Müslim üzerinden Ahmed Davudoğlu’nu anlatan Güler; eserde kullanılan kaynaklar, şerh metodu ve kullanılan Türkçe zaviyelerinden bahsetti. Rical ilmine dair kullandığı kaynaklar, o ilim dalındaki en temel isimler olan İbni Sad, el-İsfahanî, İbni Abdilberr, İbni Hacer, İbnü’l-Esir, İmam Suyutî iken şerh için en sık başvurduğu iki isim, Nevevî ve Aynî’ymiş. İtikadî konuları izah ederken Harputî’ye, erken cumhuriyet devri âlimlerimizden Ahmed Naim’in Tecrid-i Sarih tercümesi ve başka birçok tefsirin yanında Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirine de başvurmuş. Hattabî, İbni Battal, Ömer Rıza Doğrul, Kadı Iyaz, İmam Kurtubî ve başka birçok isim, istifade edilenler arasında. Zaman zaman ravilerin hayatlarından kesitler anlatıp bazen de doyurucu bilgileri okuyucuya arz etmiş hocaefendi.
Hatta Osman Hoca şunu da anlatıyor: “Eserini yazarken, Hindistan’da bir âlimin Sahih-i Müslim üzerine yeni bir şerh çalışması yaptığını duyuyor hocaefendi. Yazmaya ara verip o eseri günün zor şartlarında tedarik ediyor ve ondan da istifade edip kitabı öyle tamamlıyor.” Kitabın önsözünde, “Aslında ben böyle bir işe kalkışmazdım ama gördüm ki insanlar sadece meallerden faydalanma yolunu seçiyorlar. Hatta onlardan fetva veriyorlar; oysa her ayet ve hadisin izah edilerek okunması gerekir. Dolayısıyla böyle bir ihtiyaç olduğunu gördüm.” diye kitabın yazılış maksat ve sebebini açıklıyor.
Emin Saraç Hocaefendi ikna etmiş
Davudoğlu Hocaefendinin talebelerinden Bekir Yıldız, “Aslında ben burada konuşmak istemezdim; fakat ısrar edildi.” diyerek huzurunda bulunduğu hocalar hocası Emin Saraç Hocaefendiden izin aldığını beyan etti. Yine kendisinden öğreniyoruz ki, Ahmed Davudoğlu’nun en samimi dostlarından Emin Saraç Hocaefendi, dostunu, “Hâzâ hoca efendi denilecek bir zat idi. Memleketimizin son olarak tanıdığı fakih, halûk, halis ve feraset sahibi bir insandı. O da Zahit Efendi ve Mustafa Sabri Efendi hocalarımıza meftun idi.” cümleleriyle tanıtıyormuş.
Yine Bekir Yıldız Hocanın anlattıklarından öğreniyoruz ki, aslında hocaefendiye Sahih-i Müslim şerhi yazmasını teklif eden Emin Saraç Hocaefendiymiş. Ezher’deki hocalar arasında dahi namı ve şöhreti olan hocaefendinin hem Arapça’ya hem Türkçe’ye olan vukufiyeti sebebiyle bu eseri yazması gerektiğini ona söyleyince Davudoğlu, “Emin Hoca, sen bizi Kaf Dağı’nda görüyorsun…” demiş. Emin Saraç Hocaefendi: “Allah size o kudreti ve melekeyi vermiş. Bakınız efendim, Bulûğu’l Meram’ı ne güzel yaptınız. Büyük bir hizmet oldu.” cevabını verince hoca efendi düşünmüş, düşünmüş… Bakıp “Hadi bakalım, tevekkeltü alellah.” diyerek başlamış tercümeye. Bir gün Emin Saraç Hocaefendiye, “Kitap basıldı, senin nüshan hazır, gelip al.” diye haber göndermiş fakat Emin Saraç Hocaefendi kitabı almaya gittiğinde Ahmed Davudoğlu çoktan irtihâl-i dar-ı beka eylemiş.
Bekir Yıldız Hoca kendi hatıralarıyla da süsleyerek Ahmet Lütfi Kazancı Hocaefendinin hatıralarından Ahmed Davudoğlu Hocaefendiyi anlattı ve program, Emin Saraç Hocaefendinin okuduğu dualarla nihayete erdi.
Sadullah Yıldız, bende-i bendegân-ı evliya olmak istiyor
davudoğlu hocanın sahih-i müslim tercemesi yenilenmiş baskısıyla yakında Işık Yayınları arasında çıkacaktır efendim.