Kaydadeğer çok önemli bir soru olarak, Türk edebiyatında bu eserle bir ilk gerçekleşir ve Fatih-Harbiye’nin başkahramanı Şinasi, eserin henüz başında, bir usanç ve bıkkınlık kumkuması arasında, klasik edalı bir varoluş huzursuzluğu yaşarken, “Ne yapmak lazım?” sorusunu yöneltir kendisine. Evet, “Ne yapmak lazım?”
Bütün bir Batıcılık ekseninde neşvünema bulmuş, sosyolojik fragmanlarını Batı doktrinlerine nazaran Doğu’nun munis kucağında büyütmüş sözümona Türk aydını, bütün öfkesini bu çatışmanın simgesi halinde Fatih-Harbiye’de biriktirmiştir. Yerli bir avuntunun mehteran direnişi olarak Fatih, bu açıdan Türk ve İslâm sancağını, adlı adınca Doğu’yu temsil etmektedir. Oysa Harbiye, yüzyıllardır sorgulanan ve Doğu’nun yekdiğerine hasım olduğu bütün halinde bâtılı nakşetmiştir zihinlere. Meseleyi bu perspektif ve iç dinamikle örgüleştiren üstad Peyami Safa, dönemin aydın kadrosu arasında yer alan meşum ittihatçı ihtilal artıklarını ve düşüncesini bu eser üzerinden vurmayı planlar. Doğrusu üstadın Fatih-Harbiye paralelinde kaleme aldığı Sözde Kızlar, Yalnızız, Biz İnsanlar, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu bu seromoniyi tastamam yansıtır. Yine üstadın, “Şarkla Garbın mültekasında olan Türkiye, Garptan tesir almakta tereddüt etmemelidir. Ancak bu tesir, bizim tarafımızdan yapılacak mukabil bir tesiri ihlal etmeyecek derecede kalmalı, yani kültürümüzün güzel ve halis köklerine kadar tesir etmemelidir.” cümlesinde hayat bulan yeni Türkiye’nin düşünce ekseni Batı orijinli düşüncelerin nizamnamesine bir dibace olarak katkı sunar.
Kaderin garip bir cilvesidir ki Batı ve Doğu kavramlarının yeni bir dünyaya uyanan Türkiye’nin sekerat halinde bekleyen hasılası daha çok ‘araf’ kavramı etrafında açıklanmaya çalışılmıştır. ‘Araf’talık 19. yüzyılın ortalarında, Batı karşısında teknik ve medeniyet buhranlarının övgüler eşliğinde Doğu toplumlarına sunulan bir alternatif olarak günümüze kadar tartışılageldi. Siyaset, sanat, ekonomi ve hatta spor enstrümanları arasında daha çok sanat cephesinde gelişen Batıcılık olgusu, edebiyat başta olmak üzere, sinema ve tiyatro türünden sanatın diğer şubelerinde önemli ölçüde şekillendi.
Yeni neslin zihninde izledikleri şekliyle yer edinen eserler
Pek âdetim olmamak üzere ve fakat bir şekilde ucundan kıyısından olsa da edebiyattan uyarlanan filmlere karşı önceleri alâka besliyordum. Sonraları bu hissiyatım alelusul çekilmiş, hiç de esere bağımlı olmayan, estetik nizamlardan yoksun, diyalog fakiri dizileri görünce büsbütün soğudum. Bizde uyarlama eser ve esere bağlılık titizliği özellikle ikibin sonrası yönetmenlerin bir çeşit gösteri, piyasa düşüncesine endekslenince işin rengi büsbütün değişiverdi.
Edebiyat eserinden uyarlama bir sinema filmi, televizyon dizisi belki paranın rengini belli etmeyebilirdi ve fakat sahteliklerle örülü bir senaryo, biçim yoksunu bir set ve konuya her yönüyle uzak oyuncu seçimi eşliğinde çekilen bu türden eserlerden zevk almak şöyle dursun, hâlihazırda buhranlar geçiren günümüz edebiyat meraklısı için de ayrı bir ıstırap halini alıverdi. Bu türden eserlerin biricikliği, önceliği seksenli ve doksanlı yıllarda kalmış olsa bile hafızam beni çoğu vakit ‘Kavanozdaki Adam’a, ‘Küçük Ağa’ya, ‘Osmancık’a, ‘Üç İstanbul’a, ‘Tatar Ramazan’a ve ‘Anayurt Oteli’ne çağırıyor. Bu filmlerin ve dizilerin esas itibarıyla esere ve yazarına bağlı kalmak/olmak gibi endişeler taşıdıklarını işin erbabı hatırlayacaktır. Yılların değiştiği, zamanın paraya tahvil edildiği günümüzde, çekilen eserlerin bu endişelerin çok uzağında olduğunu yakından gördük.
İkibin sonrası çekilen uyarlama dizi ve filmlerin kaderi olsa gerek, ‘günümüze uyarlama’ adı altında kuşa çevrilen güzelim eserler, yeni neslin zihninde izledikleri şekliyle yer ediniyor. Esastan uzaklaşan, eserin ruhundan bihaber nesil için durum hiç de gözüktüğü gibi değil. Kültür ve medeniyet algımızın önemli eserlerine bu bakış açısıyla yaklaşan yönetmenlerin, senaristlerin paraya tahvil edilen şartlarını sermayenin egemenliğinden kurtarmadıkça bu sıkıntıyı sürekli yaşıyor olmak dayanılır bir şey değil. ‘Peyami Safa’nın romanından’ üst başlığıyla bir televizyon kanalında gösterime giren Fatih Harbiye dizisi, ikibin sonrası sözünü ettiğim bu yavanlığın son örneği ve hayal kırıklığını tekrar yaşadığım bir uyarlama dizi olarak talihsizliğimize bir yenisini daha eklemiş oldu.
Bir edebiyat adamının ve eserinin bu şekilde istismar ediliyor oluşu
Diziyi kanalında ve saatinde izlemek yerine sonradan internet üzerinden takip etmeye çalıştım ancak bu saçmalığa daha fazla tahammül edemediğim için izlemeyi yarıda bırakmak durumunda kaldım. Edebiyat eserinin, özellikle Peyami Safa gibi çok önemli bir edebiyatçı ve düşünce adamının varislerinden yoksun oluşundan kaynaklanan bir boşluk var ortada. Bu boşluğu kendilerince çok iyi değerlendiren yapımcılar şekil itibarıyla eseri istedikleri kalıba sokabilmişler. Zira roman ve dizi arasında hiçbir biçimde paralellik söz konusu dahi değil. Romanda başat unsur olarak yer eden Doğu-Batı karşıtlığına has düşünce dizide dekor olarak dahi olsun yer almamış. Bununla birlikte, dönemin yaşayış biçimi, dünya algısı, kahramanların düşünce yapıları, sosyal ilişki düzeyleri tümden yok sayılmış. Eser ve dizi paralelinde, Peyami Safa’nın roman üzerinden vermek istediği ‘millî ahlak’ kavramı, yerini alelusul aşk mottosuna bırakıvermiş. Dolayısıyla Fatih-Harbiye olarak ve de Peyami Safa’nın ismi kullanılarak ortaya konulan yapım tam bir fiyasko olarak ortada duruyor.
Son tahlilde dizinin bir eser uyarlaması olduğu belirtilmeden gösterime girmesi bu anlamda daha isabetli bir tercih olabilirdi. Zira üstad Necip Fazıl’ın, “Kafası vardı. Kültürü vardı. Cümlesi vardı. Üslubu vardı. İç dünyası vardı. Hafakanları vardı. Çilesi vardı. Metafizik arayıcılığı vardı. İmanı vardı. Şüpheleri vardı. Estetiği vardı. Diyalektiği vardı. Cesareti vardı.” dediği bir edebiyat adamının ve eserinin bu şekilde istismar ediliyor oluşu karşısında şaşırmamak elde değil.
Netice itibarıyla edebiyat eserinin bu şekilde anlamsızlaştırılması, ruhundan tamamen uzaklaştırılması karşısında edebiyat adamlarının veya varislerinin seslerini daha fazla yükseltmeleri gerekiyor. Zira bir aktarıcı olarak kültür adına geleceğimizi şekillendiren yeni bir nesil bulmak bu anlamda işimizi oldukça zorlaştıracak.
Arif Akçalı yazdı
fatih harbiye samanyoluna uygun bir dizi olurdu ama onu da seyretmezlerdi kanaldan dolayı