7 Güzel Hafta’nın 16 Ağustos tarihli buluşmasında Alaeddin Özdenören’i ve ‘Geleceğin İnsanı’ adlı kitabını konuştuk. Misafirimiz Ömer Karaoğlu idi. Bu kez müzisyen kimliğiyle değil, entelektüel birikimiyle aramızdaydı. Akıcı anlatımı da tıpkı ezgileri gibi sarıyor insanı ve cümleler bir şarkının nakaratı misali akılda kalıcı oluyor.
Ömer Karaoğlu kitabı tahlil ederken, yazarını konuşturmaya özen gösterdi. Kendi yorumlarını “bana sorarsanız” şeklinde ifadeler kullanarak belirtti ki bu dinleyici arkadaşların kitaba nüfuzu açısından bir kolaylık sağladı. Çünkü 7 Güzel Hafta’nın başından itibaren çok kıymetli kitaplar okumakla birlikte, bizim için en bilgi yoğunluklu eser ‘Geleceğin İnsanı’ olmuştu. Ayrıca Alaeddin Özdenören’i de ilk okuyuşumuzdu. Düşünce ve edebiyat dünyasına zengin eserler kazandıran bir gizli kahramanla, evet kıymeti bilinemediği için gizli kalmış bir kahramanla tanışıyorduk. Rasim Özdenören de Yeni Şafak gazetesinde 26 Haziran 2014 tarihli köşe yazısında ikiz kardeşi olan Alaeddin Özdenören’in, kıymeti vefatından sonra anlaşılanlardan dahi olamamasından yakınıyordu.
“Aktüel değerini yitirmeyen bir kitap”
Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Mavera oluşumunun her birinin de içinde yer almasına rağmen daha az tanınmasında Ankara ve İstanbul çevresinden uzakta, Balıkesir’de yaşamasının etkili olabileceğini söyledi Ömer Karaoğlu. Burası Özdenören’in öğretmenlik yaptığı şehirdi. Alaeddin Özdenören'in felsefeci, öğretmen ve şair kimliği Karaoğlu’nun son kısmını okuduğu ‘Güneş Donanması’ şiirinde beliriyordu:
Haydi muhacir kalk
Önce gider susuzluğunu
Sonra sevgiyle uyandır çocukları
Yüzlerinde yeni haberler uçuşan.
Ve öğret onlara
Kelimelerin nasıl dizildiğini
Usta askerler gibi.
Ömer Hoca “Aktüel değerini yitirmeyen bir kitap” dedi Geleceğin İnsanı için ve devam etti: “Kişiyi vahye dayalı, sağlıklı bir düşünce biçimine götürür, Batı’dan geçirerek. Çünkü Batı insanlığa çözüm sunamaz. Çözümün imkânı dinimizde saklıdır. Beşeri akıl yürütme/akıl merkezli ya da ilahi olanla ilişkili/vahiy merkezli bir düşünme biçimi; bu aslında bir Hak-Batıl tasnifidir. Yolların ayrım noktası burasıdır. İnsan ya inanarak düşünmeye başlar ya da yok sayarak ki Batı’nın hikâyesi ikincisidir. Akıl yaratılmış ve sınırlıdır, nakısalarla maluldür. İnsanı sınırlayan da güçsüzlüğüdür.
Sokrates ve ondan sonraki Batılı filozoflar metafizikle ilişkilerini tamamen koparmış değillerdir. Ta ki 18.-19. yüzyıla, Kilise’nin kapitalizme yol vermeye başlamasına dek… Akıl iyiyi kendisi bulabilir. İlahi olanın maksadını akıl da gerçekleştirebilir. Bu ise vahiy ile irtibatı koparır. Alaeddin Özdenören buna karşı çıkar. Çünkü biz inanırız ki akla rağmen peygamber gönderilmiştir.”
Kendi düşünce yapısından şüphe etmek
Daha sonra Batı’nın bu anlayışının o dönemden günümüze kadar dünyaya ve insanlığa olan etkilerine değindi Ömer Karaoğlu: “Sömürgeciliği bu bakış açısıyla anlayalım: Akıl son nokta ise adalet ortadan kalkar. Çünkü birden fazla akıl vardır. Akılcılık; akla uygun olmakla aynı şey değildir. Akılcı ahlakî de olmak zorunda değildir.” Demek ki Batı’nın bir yandan ‘özgürlük, özgürlük!’ derken bir yandan milyonlarca insanı köleleştirmesi, milyonlarcasını sömürgeleştirmesi, bu uğurda milyonlarcasını katletmesi, hakikat ve aklıselime göre olmasa da Batılı aklın kendi içinde bir çelişki değilmiş…
Bu etkinlik dizisinde bizi yönlendiren ve her zaman yanımızda olan Abdulaziz Tantik Hoca da Batı’daki en büyük kırılmalardan birinin Kant’ın ‘Akıl emredicidir’ yargısı olduğunu ekledi. Peki akıl bu yetkiyi nerden alıyor? Akıl kendine nasıl buyuruyor? Ömer Hoca’yı dinlemeye devam ediyoruz: “İnsan, aklı merkeze alınca varlığın kaynağı sorunu doğar. Bu Batı’nın çıkmazıdır, hikâyesidir; bize de yaşattığı hikâyesi… Buna ‘yaratılmak’ cevabını veremeyince birçok şizofreni, birçok intihar ortaya çıkar. Bazıları da hikmeti bulmuş numarası yapar. Yanlış sorulara yanlış cevaplar verirler.
Batı’da Kilise baskısı dine cephe alınmasını açıklar. Aydınlanma Felsefesi ile metafizik, tanrısal olanla ilişkili olan bilgi tamamen itildi. Hıristiyanlığın dişleri söküldü, ehlileştirildi. Din yerine bilim, hakikat yerine bilimsel gerçeklik konuldu. Maddi ilerleme öne çıktı. ‘ilerleme, ilericilik’ kavramları bizim dilimize de nasıl sirayet etmiş, değil mi? İlerleme; artık insanları tek tek değil topluca öldürme kabiliyeti. Biz de Osmanlı’dan itibaren bu ilerleme zokasını yuttuk. Bazı Osmanlı aydınları askeri yenilgilerin şaşkınlığıyla kendi düşünce yapısından şüphe etti.”
Dikkatle anlatılanları dinleyen 7 Güzel Hafta ekibini oluşturan genç arkadaşların gözleri üç yüz yıl öncesine çevrilmişti adeta. Bir kere daha savrulmuş bir medeniyetin çocukları olduğumuzu hissettik. ‘Kendi düşünce yapısından şüphe etmek’, ‘kendi’ düşünce yapımız, kendi ‘düşünce’ yapımız… Zihnimiz bize mi ait gerçekten? Yo yo, karamsarca, kara kara düşünmüyoruz. Aşmak için düşünüyoruz. “Batı’yı konuşuyoruz, çünkü tanımadan aşamayız.”
Devlet bizde bir araçtır; amaç erdemli, ahlaklı bir toplumdur
Tanzimat; Batılı, seküler, dünyevi düşünce yapısından etkilenme sürecidir. Kendi köklerinden yola çıkmak değil, köklerinden koparak Batı’yı taklit etmek çıkış sanıldı. Bunun adı farklılaşmaktı, oysa bizim yenilenmeye ihtiyacımız vardı. Tanzimat sonrası ahlak, siyaset ve dinin alanları ayrıldı. Oysa bizde ahlak ve hukuk ayrılmaz. Ahlak hukuku gerektirir. Devlet ise bizde bir araçtır. Amaç erdemli, ahlaklı bir toplumdur. Makyavelizm’de ise her şeyi mübah kılan bir araçtır. Egemen güçler birbirinin işgaline susarak destek verir. Bu düşünce tarzıyla Müslümanlar dünyaya adalet taşıma yetisini kaybetti. Ve aslında bütün dünya kaybetti.
Batı’nın bizim açımızdan iç karartıcı aydınlanma tarihini dinlediğimiz bu güzel sohbetin son cümleleri kaybedişimizle kalmayacaktı elbette: “Din bilimsel deney ve gerçekliklere teslim edilemeyecek bir alandır. Denenmemiş ‘izm’ kalmadı. Sıra İslam’ın. İmkân İslam’ın. Çünkü insana, eşyaya, kavrama ve kuruma tapmayan sadece İslam ve Müslümanlardır.”
Güzel bir kahvaltı ve ondan daha leziz muhabbetimizin ardından ekibimizden Elif Nur “Zihnim tamamen açılmış gibi” diyordu. Ayaküstü soruların, cevapların, daha sonra konuşulmak üzere zikredilen konu başlıklarının havada uçuşması aslında herkesin Elif Nur’a katıldığını gösteriyordu. İki saat boyunca bir kitap tahlili üzerinden ciddi konuları dinlemiştik ama yorulmak bir yana dinçleşmiştik. Zaten güzel adamların işi dinleyip, okuyup, anlatıp, ‘özünü gürleştirerek’ başkalarına ait kalıplardan kurtulmak değil midir? İşte geleceğimizin insanı!
Zeynep Yücel haber verdi
Zeynep Yücel ne güzel anlatmış. Keşke ben de orda olsaydım, dedirtiyor insana. Alaeddin Özdenören'in en güzel ve etkileyici kitaplarından biri de "Açılı/yorum"dur, Hece Y.'dan. Bence Türkçenin ve düşüncenin imkanlarının sonuna kadar zorlandığı ve başarıldığı bir kitap. Ben çok etkilendim. Arkadaşlara da naçizane salık veririm. Onun değerinin anlaşılmasına yeni bir kapı açar bu kitap.