Öykü, olayların yüreğine atılan bir bıçaktır

Öykücülüğün konuşulduğu Dünyabizim Buluşmaları'nda Cemal Şakar, Aykut Ertuğrul, Güray Süngü, Mihriban İnan Karatepe ve Ömer Lekesiz konuktu. Selvigül Kandoğmuş Şahin etkinlikten notlarını aktardı.

Öykü, olayların yüreğine atılan bir bıçaktır

Dünyabizim Buluşmaları Bahçelievler Belediyesi’nin katkıları ile devam ediyor. 31 Mart Salı akşamı Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’nde usta öykücüler ve yazarlar öyküyü ve hikâyeyi “Hikâye'den Öykü'ye Arayışlar” başlığı altında verimli bir şekilde ele aldılar.

Dünyabizim Buluşmaları okura dokunmak, okurla bağını daha derinlemesine samimi bir hal ile yaşamak, sitenin verimli ve bereketli kültür atmosferine katkı sağlamak amacıyla tertip edilmiştir kuşkusuz. Sanatın her alanında faaliyet gösteren sanatkârları, söz erbaplarını, yazar ve şairleri bu vesile ile okuyucu karşısına müşahhas bir şekilde çıkartarak, okuryazar buluşmalarının da sağlanmasına katkıda bulunmakta bu manidar programlar.

Hikâye’den Öykü’ye Arayışlar paneli, öykü ve hikâye üzerine yapılan sokak röportajlarının gösterimiyle başladı. Moderatörlüğünü, öykü üzerine kuramsal yazılar yazan, gençlere yazarlık serüvenlerinde öncülük eden usta öykücü Cemal Şakar’ın yaptığı panelde ilk sözü Aykut Ertuğrul aldı.

Öykü, bizim ait olduğumuz hikâyeyi anlatmada ne kadar yeterlidir?

Aykut Ertuğrul genç öykücü kuşağının önde gelen isimlerinden. Post Öykü dergisinin yayın yönetmenliğini yapan Ertuğrul, öykünün modern ve postmodern imkânlarını sonuna kadar kullanan cesur ve sağlam kalemiyle arkasından gelen kuşağa farklı yollar açan özgün bir kalem. Ertuğrul konuşmasında; öykü ve hikâyenin sözlük anlamlarını ve edebiyattaki karşılığını ifade ederek, hikâyeden öyküye geçişin tarihsel sürecini kısaca anlatmaya çalıştı. Öykünün neredeyse yüz yıllık bir geçmişi olduğunu, buna rağmen hikâyenin daha kadim olarak edebiyat tarihinde yer ettiğini belirtti.

Seküler bakış açısına yaslanan öykü dünyamıza modern edebiyatla roman gibi sonradan girmiştir” diye sözlerine devam eden Aykut Ertuğrul, “modern bir tür olan öykü, bizim ait olduğumuz hikâyeyi anlatmada ne kadar yeterlidir?” gibi anlamlı ve arayış yüklü bir soruyla sunumuna devam etti: “Yeterli değilse eğer bu türü dönüştürebilir miyiz, geriye dönüp geleneğe ait türleri tarayarak bir arayışa girmemiz mi gerekiyor?” Öykünün özetlenemez, hikâyenin ise özetlenebilir olduğunun altını çizen Ertuğrul, hikaye ve öykü ayrımının ilk Yaşar Kaplan’la başladığını belirtirken, “Hz. Âdem’den beri ana hikaye hep olagelmiştir; bunun yanında bir de sanatın formları vardır, öykü de bu formlara ait kurmaca bir türdür” diyerek sözlerine devam etti.

Romanın bir fikri olabilir ama tek etkisi yoktur

Panelde ikinci konuşmacı, yine son dönemde hikâyeleri ve yazdığı romanlar ile dikkat çeken genç kuşağın önemli isimlerinden Güray Süngü idi. Sunumuna romanla öykü arasındaki ayrımı anlatarak başlayan Süngü, “Bir sanatçının dünyayı imar etmesi için koyduğu hedeflere ulaşmaya çalışması, olmak istediği gibi olmaya çalışması ve bunun yanında bu yolda bir de kendini tüketmesi vardır” diyerek dikkat çeken ifadelerle girizgâh yaptı konuşmasına. Sanat eseri anlamında roman, hikâye olarak bir ayrım yapamayız derken, mezkûr türlere modern türler olarak bakılması gerektiğinin altını çizen yazar, “ikisi de modern sanat türüdür ama aralarında teknik anlatım farkları vardır” diye sözlerine devam etti.

Romanla öykü arasındaki teknik ve içeriksel anlamdaki farkları maddeler halinde sıralayan yazar, roman ve öykünün yapısal özelliklerine ve okur üzerindeki etkilerine değindi. Yazarlık atölyesinde hocalık görevini de sürdüren Güray Süngü, adeta bir öğretmen edasıyla öykü ve roman arasında belirginleşen yapısal ve anlamsal farklılıkları usta bir üslupla paylaştı. Roman yazmanın belki yıllar sürdüğünün, öykünün ise daha kısa bir zaman diliminde yazıldığının altını çizen yazar, okuma eylemi olarak da bu iki türün farklı şekilde okunduğunu, romanı okuyup bitirmek bir haftayı alırken öykünün ise hemen başlayıp bittiğini anlattı. İki tür arasında karakterin anlatımında dahi farklılıklar olduğuna değinirken öyküde tek ve vurucu bir etkiden söz edildiğini, romanda bu etkinin zamana ve metne yayıldığını belirten yazar “romanın bir fikri olabilir ama tek etkisi yoktur” diyerek iki tür arasındaki önemli ayrıntıya dikkat çekti.

Öykü olayların yüreğine atılan bir bıçaktır

Panelin üçüncü konuşmacısı Mihriban İnan Karatepe, kendi kuşağı içinde, öyküde yapısal ve dil anlamında yeni açılımlar gerçekleştiren usta bir öykücü. Öykü incelemeleri ve kuramsal yazılar da yazan Karatepe, öyküde ısrarlı yürüyüşünü yayına hazırlanan dördüncü öykü kitabının hazırlığıyla sürdürüyor. Konuşmasına, sunum yapan yazarlara ek olarak, öykü türünü masal, hikâye gibi türlerden ayıran özelliğinin kurmaca olmasından kaynaklandığını belirterek başlayan Karatepe, hikâyenin anlatma esasına dayandığının, öykünün ise kurmaca bir tür olduğunun altını çizdi. Kurgunun sinemadaki ‘kurgu’dan esinlenerek öykü ve romanın formuna girdiğini belirterek kurgu olmadan roman ve hikayenin yazılamayacağını belirtti.

Karatepe, Yaşar Kaplan’ın “öykü -öncesini ve sonrasını sezdirmek koşuluyla- olayların yüreğine atılan bir bıçaktır” ifadesinden yola çıkarak, “olayların candamarına kesik atarsınız, önceye ve sonraya dair malumatlar vererek” diyerek öyküye dair bir tanımlamada bulundu. Yazar ve yapıtı arasındaki mesafenin çerçevesini çizerken, “bu sizin hayatınız mı?” diye çokça sorulan soruyla muhatap olduğunu belirtti. Bu durumdan memnun olmadığını ve yazdığı eserin kendi hayatı dışında kurmaca bir yapı olduğunu belirtti. Her zaman yazarla eser arasında mesafe olduğunu belirtirken, yazarın eserinden uzaklaşabileceğinin altını çizdi. Masallarla öykünün benzerliğine değinirken, masallarda olağanüstü olayların varlığını zikretti, öyküde ise bunun fantastik anlatımlarla gerçekleştiğini anlatmaya çalıştı. Şuara Suresi’ndeki aylak aylak vadilerde dolaşan ve İlahi olana daima karşı olan şairlerin yanında, hakikat savunuculuğunu yapan şairlere dair ayetlerin bir manifesto gibi yol çizdiğini, inanan sanatçıların her daim surede belirtilen ve doğru yolda olan şairlerin izinde olduğunu vurucu bir dille aktardı.

Eline kalemi alan ve yazan bir insan anlaşılmak istiyordur

Son konuşmacı, öykü üzerine önemli çalışmalara imza atan, bu topraklarda öykünün kuramsal ve yapısal anlamda farklılığını ısrarla anlatırken öykücülere de yapıcı ve eleştirel anlamdaki katkıları ile yol haritası çizen yazar-eleştirmen Ömer Lekesiz oldu. Son zamanlarda, Cemal Şakar’ın ifadesi ile, eleştirel çalışmalardan ziyade “Sanat Bizim Neyimize?” gibi kapsayıcı çalışmalarla önemli bir sahada ön açan, medeniyet okumalarına mihmandarlık noktasında yeni söylemlerle geleneğe yaslı güçlü eserlere imza atan bir değerli kalem. “Günümüzde menakıp, mesnevi, fıkra yazılmıyor ama öykü ve roman yazılıyor; bu bizim bu günlerimizin gerçeğidir, ben de öykü türünün tutunması için çaba göstermişimdir” diyerek konuşmasına başladı Lekesiz. Hikâye türünün bizim geleneksel edebi türlerimizden bir tür olduğunu söyleyen Lekesiz, “yeni ortaya çıkan türün de bir adının olması gerekiyordu, buna da ‘öykü’ tanımı yapıldı” diyerek sözlerine devam etti.

Lekesiz, Maupassant, Çehov, Poe gibi yazarların öyküyü tanımlarken ve yazarken, Nabizade Nazım’ın da “Karabibik” öyküsünü onlarla aynı zaman diliminde yazdığını belirtti. Geçmişi doğuran, geçmişi ifadelendiren retrospektif yazarların yanında, geleceği inşa eden, geleceğe dönük prospektif yazarların varlığından söz eden Lekesiz, yani klasik Doğu eserlerinin tüm zamanlara hitap ettiğini belirterek, “onun zamanı eseri okuduğumuz zamandır, bize hitap ettiği zamandır” ifadesinde bulundu. Derin bir kırılmayla modern öyküye geçildiğinin altını çizen yazar, Nabızade’nin Karabibik eserininin gerçeklik noktasında çok önemli bir eser olduğunu belirtti.

Geçmişten günümüze öykü ve hikâyenin serüvenini ve öykü yazarının konumunu şöyle aktardı Ömer Lekesiz: “Her şeyin bir hikâyesi vardır. Bir şeyi iyi sunmak iyi bir hikâye anlatmaktır. Varlık hikâyesiyle vardır. Cenabı Hakk'ın bize öğrettiği ‘hikâyelerde’, ilahi form olduğu için biz ‘hikâye’ tanımı kullanmakta çekiniriz. Edebi olarak anlatılan ‘öykü’dür. Anlatmanın doğası kendiliğinden kıvranılabilecek bir durumdur. Eline kalemi alan ve yazan bir insan anlaşılmak istiyordur. Bunun için yazar. Batı anlatmanın doğasının doğasını merak etti. Oysa var olan bir tek gerçeklik vardır. O da kendini anlatmak. İyi bir öykücü anlatmanın doğasının doğasının yanında, derdi olan birisi olarak kendisini anlatır. Öyküsünü yazar. Kuramla, öykünün yapısıyla ilgilenmez; o, yaptığı işi en iyi şekilde sunar, eserlerini inşa eder. Edebiyat okuru, eleştirmen de onun peşinden gider. Yazdıklarını incelemeye alır.” Geçmişten günümüze öykü ve hikâyenin serüvenini ve öykü yazarının konumunu etkili bir dille aktardı Ömer Lekesiz.

Program, Dünyabizim'e geçen yıl en çok haber gönderen, sitede en çok okunan, sosyal medyada en çok paylaşılan ve en genç yazarların ödüllendirildiği Dünyabizim 2014'ün En'leri Ödülleri'nin takdimiyle sona erdi.

TRT Türk Devrialem programında yayınlanan Dünyabizim Buluşmaları haberinin videosu:

 

Selvigül Kandoğmuş Şahin etkinlikten notlarını aktardı

YORUM EKLE