Osmanlı minyatürlerinde neler anlatılmamış ki

Hesna Haral, Menakıb-ül Arifin ve Tercüme-i Sevakıb-ı Menakıb kitaplarından hareketle 'Osmanlı Minyatürü’nde Mevlana’nın Yaşam Öyküsü'nü anlattı. Ömer Yüceller etkinlikten notlarını aktarıyor.

Osmanlı minyatürlerinde neler anlatılmamış ki

Medeniyetimizde resimlerden ziyade yazının önde olduğunu biliriz. Şifahî kültür de yazı ile yarışır cinstedir. Buna karşılık görsel tasvir hem şer’i boyutundan hem de başka sebeplerden ötürü pek hoş görülmemiştir. Bu durumda minyatürler ön plana çıkmış ve kullanılmıştır. Selçuklu ve Osmanlı devrindeki minyatürlerin genelde yaşanmış tarihî bir olayı sergilediğini biliyoruz. Öyle ki bu minyatürler bugün çok bilinen yazılı eserlerin içinde de kullanılmış. Bunlardan ikisi Menakıb-ül Arifin ve Tercüme-i Sevakıb-ı Menakıb’dır.

Menakıb-ül Arifin, Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin torunu olan Ulu Ârif Çelebi’nin müridi Ahmed Eflâkî tarafından 1312’de yazılmaya başlanmıştır. Eserde on bölüm mevcut olup bunlar Bahaeddin Veled, Seyyid Burhaneddin Muhakkik TırmızÎ, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Şems-i Tebrizi, Selahaddin Zerkubi, Hüsameddin Çelebi, Sultan Veled, Arif Çelebi ve Şemseddin Emir Abid’den oluşmaktadır. Eserde Selahaddin Zerkubi hariç tüm isimler için en az bir minyatür mevcuttur.

Sevakıb-ı Menakıb ise Menakıb-ül Arifin’in Hamedanlı Abdülvahab bin Mehmet Dede tarafından Farsça olarak kısaltılmış hâlidir. Kısaltmada ‘şeriata mugayir kısımlar’ çıkarılmıştır. Derviş Mesnevihan Mahmud Dede bu Farsça eseri Türkçe’ye çevirmek ister. Her türlü hayırlı hizmetin hadîmi olan Zeyrek Ağa Mahmud Dede’nin bu isteğini Sultan 3. Murad’a belirtir. Sultan, Zeyrek Ağa’ya Mahmud Dede’nin Konya’ya dönmesini, gönül huzuruyla tercümesini yapmasını, kendisine geçimini temin edecek tahsisat verileceğini ve kendisi için dua etmesini söyler.

Hesna Haral işte bu iki büyük kitap üzerine kurmuş tezini. Geçtiğimiz cumartesi günü BİSAV’da “Osmanlı Minyatürü’nde Mevlana’nın Yaşam Öyküsü başlığıyla Haral’ın tezini dinlemeye imkânımız oldu.

İkonolojik değil ikonografik okuma

Haral, Mevlana’nın hayatına dair minyatürler ihtiva eden menakıbnâmelerden dünyada yalnızca üç adet olan mezkur kitaplardan faydalanır. Menakıb-ül Arifin eserini dijital şekilde Uppsala Üniversitesi’nden sorunsuz şekilde alır. Yalnızca iki minyatürlü nüshası olan Tercüme-i Sevakıb-ı Menakıb’ın 1599 tarihli kopyasını Topkapı Sarayı Revan Kitaplığı’ndan temin eder fakat ne yazık ki buradaki minyatürler diğer iki kitaba nazaran daha zayıftır. Sırada Tercüme-i Sevakıb-ı Menakıb’ın 1590 tarihli diğer nüshası vardır. Bu nüsha New York’ta Pierpont Morgan ismiyle anılan özel bir koleksiyondadır. Bu nüshanın siyah beyaz fotokopileri Prof.Dr. Süheyl Ünver’in çabaları ve Prof.Dr. Feridun Nazif Uzluk’un aracılığıyla Konya Mevlana Müzesi’ne getirilmiş fakat kopyalar bir hayli yıpranmış. Hesna Haral, Morgan kütüphanesinden eserin dijital kopyasını ister. İster istemesine fakat daha yolun başında beklemediği bir tepkiyle karşılaşır. İslami Eserler Bölümü küratörü William Voelkle, “Bu esere dair bir çalışma yapacağım, size veremem” diyerek reddeder Haral’ı. Tam bir sene boyunca ‘pazarlık’ yaparlar. Küratör, Haral’dan bu kopyaya karşılık Topkapı’daki eserin kopyasını ister. Haral kabul etmez. Araya hocalarını sokarak sonunda New York’taki eserin bir kopyasını temin eder. Fakat bu kopyada sadece minyatürler vardır. Eserin metni ve cildi yoktur. Bu yazmanın cildinin ve yapraklarının ayrı ayrı muhafaza edildiğini, 100 sayfalık kısmının eksik olduğunu ve bu sayfalarda da minyatürler olduğunun düşünüldüğünü öğreniyoruz. (Mezkur yazmalar haricinde minyatür ihtiva eden eserler de mevcuttur. Örneğin 80 nüshası olan Mecalis-ül Uşşak sadece Mevlana’yı değil, Mevlevi büyüklerinin ve sufî şairlerin de minyatürlerini barındırır, Şems-i Tebrizi ve Yusuf Hamedanî gibi. 15-18.yy arası yazılan ve Beyazıt Kütüphanesi, Metropolitan Kütüphanesi ve pek çok yere dağılan bazı mesneviler de minyatür barındırır)

Hesna Haral, çalışmasının ikonolojik değil ikonografik okuma olduğunu söylüyor. Çalışmada metin ve minyatür ilişkisi açıklanıyor, üsluptan ziyade anlamlar değerlendiriliyor. Eserlerdeki metin-minyatür ilişkisi dört kategoriden oluşuyor: Keramet ikonografyası, tasavvuf makamları, Mevlana’nın beşerî hayatı ve İslam resminin eski ikonografyasının tekrarları (Örneğin Hallac-ı Mansur’un öldürülmesi). Haral, Tercüme-i Sevakıb-ı Menakıb’daki hat, tezhip ve minyatür üslubuna bakarak eserin hangi yıla ait olduğunun çıkarımının yapıldığını belirtiyor. 1590 tarihli Mahmud Dede yazmasının minyatürlerinin Bağdat Minyatür Ekolü'ne ait olduğunu ve muhtemelen ‘göçer sûfi’ler tarafından resmedildiğini söylüyor. Sanatkâr sûfîler, sanatkâr fabrikası olan Mevlevi tekkelerine ve Konya’ya gelerek bu tarz icralar yaparlarmış. Ayrıca Osmanlı’da kitap resmi üreten belirli merkezlerin olduğunu öğreniyoruz. İstanbul için saray nakkaşhaneleri, Edirne nakkaşhanesi, Bağdat, Diyarbakır, Herat, Şiraz bunlardan birkaçı.

Gaibden gelen bilgilere dair minyatürler ilgi çekici

Haral’ın kategorizasyonuna göre minyatürleri görmeye başladığımızda üç eserdeki ilk minyatürün ve konunun aynı olmasının yanısıra, üslubun da aynı olduğunu gördük. Bu minyatürler Sultan-ül Ulema Bahaeddin Veled’in ‘ölü diriltme’ kerametini gösteriyordu. Menkıbeye göre Selçuklu Sultanı, Bahaeddin Veled’den bir vaaz vermesini ister. Bahaeddin Veled kabul eder, Guristan-ı Kaani adlı mezarlıkta vaaz vereceğini söyler. Cemaatin içinde münkirler vardır. Sultan-ül Ulema bunun farkına varır, Karia Suresi’ni okur, şehadet getirir. Bu esnada bir ölü mezardan kefeniyle çıkar ve o da şehadet getirir, ardından mezara geri döner. Olaya şahit olanların aklı şaşar, münkirler tövbe eder, kimisi korkudan can verir. Bundan başka bir minyatürde Hz. Mevlana’nın Neyzen Hamza Dede’yi diriltme kerameti mevcuttur.

Hz. Mevlana’nın Konstantiniyye’den gelen başrahip ve beraberindekiler için hidayet vesilesi olması, köpekler ile konuşması, kasaptan kaçan öküzü koruması, hastalara şifa vermesi, Sultan Veled’in küçük günahını keşfetmesi ve onu uyarması, Sultan Veled’in Moğol Hanı’nın elindeki doğanı alıp uçurup geri getirmesi, Hüsameddin Çelebi’nin Mevlana huzurundaki yağmur duasının kabul olunması keramet kategorisindendir. Burada metin ve minyatüre göre Hz. Mevlana’ya ve babasına peygamberlerde gördüğümüz bazı özellikler atfedilmiştir. Ölü diriltmek, şifa vermek, hayvanlarla konuşmak gibi.

Ayrıca gaibden gelen bilgilere dair minyatürler de çok ilgi çekici. Hz. Mevlana’nın Rükneddin Kılıçarslan’ın Moğol kumpası ile öldürüldüğünü görmesi ve sultanın çığlıklarını duyması da tasvir edilmiş. Aynı şekilde Hazret’in torunu Ulu Arif Çelebi de Gazan Han’ın ölümünü görüp sema esnasında gıyabî cenaze namazı kılmıştır.

Minyatürlerde velileri ve dervişleri nasıl tanırız?

Minyatürlerde tasavvuf makamlarına dair betimlemeler çok ince ayrıntılarla işlenmiş. Celaleddin Rumi, Muineddin Pervane’nin meclisinde mürşidliğini bir mumla sembolize ediyor. ‘Kırklar’dan üç kişinin Hazret’ten su sâkisinin aralarına katılmasını istemesi, Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tırmizî’nin bir kadın mürid ile nefsin kurban edilmesi hakkında sohbeti, Ilıca’da ‘su canavarı’nın Mevlana’ya hediye sunması ve tövbesini yenilemesi de bu kategoride yer almaktadır.

En ilgimi çeken minyatür Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) miraç dönüşü Hazreti Ali, Ashab-ı Suffa ve İhvan-ı Safa’ya mahrem tasavvufi bilgileri aktarmasının resmedilişiydi. Efendimizin yüzünde bir peçe olduğu halde, başında bir hâle bulunmaktadır. Keza Hazreti Ali’de de bu hâle vardır.

Pek çok minyatürde velîlerin omzunda ‘rida’ vardır. Velîler bu şekilde tanınmaktadır. Dervişler resmedildiğinde ise yanında yöresinde muhakkak bir kitap ya da divit-hokka bulunur. Nakkaşların, yaşlılığı betimlerken sakalların uçlarını beyaz renk ile uzattığını görüyoruz.

İki saatin yetmediği bu sunumda son iki kategoriyi çok hızlı bir biçimde geçtik. Umarız aynı konuya dair bir oturum daha yapılır ve tezin devamına ve detaylarına vâkıf olabiliriz. Umarız devletimiz kendi arşivlerimizi fütursuzca yabancılara açmaktan geri durur, mütekabiliyet ilkesine dayanarak nasıl muamele görüyorsak öyle muamele eder. Elden giden, kaçan, kaçırılan eserlere ah vah etmekten gayrı bir yapacağımız yoksa da en azından böyle bir tavırla kendi araştırmacılarımızın işini kolaylaştırırız, tarih namusumuzu daha iyi koruruz.

Ömer Yüceller yazdı

YORUM EKLE