Hoca Ahmet Yesevi 1093 yılında Kazakistan’da dünyaya geldi. Babası bir şeyh, annesi ise bir şeyh kızıydı. Böyle bir aile ortamında daha küçük yaşta bütün İslami bilgileri öğrendiği ilk eğitimini babasından aldı. Ömrü boyunca medreselerde ders verdi, talebe yetiştirdi. Gönüllerin sultanıydı. Bir yandan Çin’e, diğer yandan İran, Özbekistan, Tataristan, Türkmenistan’a uzanan topraklarda yaşadı.
UNESCO tarafından 2016 yılı Ahmet Yesevi Yılı olarak ilan edilince çeşitli kurum ve kuruluşlar, üniversitelerce bu kapsamda Ahmet Yesevi’yi anma etkinlikleri düzenlendi. TYB İstanbul Şubesince Eyüp Belediyesi işbirliğinde 26 Nisan’da ‘Sufi Öncüler’ başlıklı etkinlikte Mustafa Özçelik Ahmet Yesevi’yi anlattı. Mahmut Bıyıklı’nın moderatörlük yaptığı etkinlikte Mustafa Özçelik ufuk açıcı bir konuşma yaptı.
Ahmet Yesevi’nin neden önemli bir şahsiyet olarak anıldığı üzerinde durarak konuşmasına başlayan Mustafa Özçelik, Yesevi’nin meçhul birisi olduğunu ancak geriye bıraktıklarıyla bugüne kadar geldiğini, hâlâ anıldığını kaydetti. Semerkand ve Buhara’nın da içinde bulunduğu coğrafya Türk İslam medeniyeti ve tasavvuf kültürünün mayalandığı bir coğrafya idi. Ahmet Yesevi’nin bu coğrafyada bir kutup yıldızı olduğunu ifade eden Özçelik, Yesevi’nin ışıklarını buradan Anadolu ve Rumeli’ye göndererek oraları da aydınlattığını söyledi.
40 yıl odun taşımadı, 40 yıl aslında nefsinin odunlarını düzeltti
Tasavvuf deyince bugün içinde bulunduğumuz dünyadaki kimi şahsiyetlerin hemen aklımıza geldiğini, aslında Semerkand ve Buhara coğrafyasına baktığımızda gerçek tasavvufun daha farklı boyutlarda yaşandığını ifade eden Mustafa Özçelik şunları söyledi: “Semerkand ve Buhara topraklarında tasavvufa giren hemen herkes temel manada önce din eğitiminden geçiyor. Arkasından tasavvuf yoluna giriyor. Şeriatın önemine binaen şeriat yoksa tarikat da olamaz diyorlar, bu nedenle önce din eğitimine ağırlık veriyorlardı. Şeriat olmazsa tarikatın korunmasız olduğuna inanıyorlardı. Çünkü şeriat namaz kılmayı emrediyor ama tasavvuf insana namazı nasıl kılacağını öğretiyor.”
Yesevi Hazretlerinin “mesleği olmayanın kerameti olmaz” dediğini aktaran Mustafa Özçelik, müritlerinin her birinin hem bir meslek sahibi, hem iyi bir savaşçı, hem de tasavvuf yolunda iyi bir derviş olarak yetiştiklerini söyledi. Menkıbelerin önemine de dikkat çeken Özçelik, menkıbelerin aslında bir hikâye olmaktan öte, iç âlem hakkında gerekli donanımları, bilgileri bize ulaştırdığını kaydederek Yunus Emre’nin hikayesinde anlatıldığı gibi gerçek manada 40 yıl odun taşınmadığını belirterek, “40 yıl aslında nefsinin odunlarını düzeltiyor, eğriliklerini, yanlışlıklarını düzeltiyor. Menkıbelere bu gözle bakılmalı, bunda içsel bir durum söz konusu. Menkıbeler tarih kitabı değildir, halkın ürettiği hikâyeler, destanlardır. Çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze kadar gelmişlerdir, tozlarını üflersek geriye kalan hakikattir” dedi.
Şiirin bir adı da doğuştur, içten doğuş
Nakşibendiliğin ve Yeseviliğin iki ayrı yol olarak geldiğini kaydeden Özçelik, zikirlerde, üsluplarda, tarzlarda farklılıklar görülebilse de iki kolun da beslenme kaynaklarının aynı olduğunu söyledi. Özçelik’e göre Yunus Emre ile Ahmet Yesevi arasında da çok benzerlik var. Her ikisi de şairdir. Bu zatlar şiirlerine şiir demiyorlar, normal şiirden farklı bir anlam yüklüyorlar. Özçelik, şiire bakışları aynı olan bu iki şahsiyetin aynı zamanda Anadolu sufiliğinin öncüleri olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “İç arınmayla ilgili bir tamamlanma olduktan sonra şiir söyleniyor. Şiirin bir adı da doğuştur zaten, içten doğuş… Tekke şiirinin kaynağı rahmanidir. İçe doğmadan söz söylenmez. Gerek Yunus Emre gerekse Ahmet Yesevi’nin şiir anlayışlarında sanat gayesi yoktur, tebliğ vardır. Şiir bir vasıta olarak kullanılmış ve arka planda bir ayete, bir hadise atıf yapılmıştır. Dünyayı kurtarmak diye bir problemleri yok, insanlar önce kendisini, kendi nefislerini kurtarsın, derler. Rahmani kaynağa dayalı olarak söylerler.”
İnsanda kibir varsa, hak hakikat dinlemeden başkalarına savaş açarak onları küçük gördüğünü belirten Özçelik, aslında insanın kendi iç yolculuğuna yürümesi gerektiğini, tasavvufun bu yolculukta insana yardımcı olduğunu ifade ederek, “insanın kendini kurtarma planı dışında bir cihada hazırlanması hedefi vardır” dedi.
Çeşitli tarihlerde Semerkand ve Buhara coğrafyasına yaptığı ziyaretlerde gezdiği yerlerde önemli detaylar gördüğünü kaydeden Özçelik, “Semerkand ve Buhara’yı görünce Osmanlı mimarisi gözümden silindi, muhteşem medreseler yapılmış, ayrışmanın, kavganın olmadığı merkezler oluşturmuşlar” dedi.
“Yesevi kültürü dediğimizde İmam-ı Azam, İmam-ı Maturidi, hadis ilmi aklımıza gelmel”i diyen Mustafa Özçelik, Ahmet Yesevi’yi anlamanın önemine işaret ederek konuşmasını şöyle tamamladı: “Yunus Emre, Mevlana, Şeyh Edebali, Battal Gazi, Orhan Gazi, Osman Gazi Osmanlıyı kuran şahsiyetlerdir. Kendi tarihimize, kendi büyüklerimize yerli gözle bakmalıyız. Hedefimiz, Ahmet Yesevi uzmanı, Muhiddin-i Arabi, İbn-i Sina, Yunus Emre uzmanları yetiştirmek olmalıdır. Ne yaparsak bu uzmanları yetiştirebiliriz, nasıl yapmalıyız, buna kafa yormalıyız.”
Şakir Kurtulmuş