Müslüman insan saflığını kentlerde yitirdi

Lütfi Bergen, 'Kent - Şehir - Kapitalizm' başlıklı, şehir hayatına dair 'bu bir hayal değil; biz bu rüyayı gördük' dedirten bir konferans verdi. Ömer Yüceller etkinlikten notlarını aktarıyor..

Müslüman insan saflığını kentlerde yitirdi

 

Ankara'da ikamet eden Lütfi Bergen, 1 Mart Cumartesi günü Eğitim İlke-Sen'in İstanbul Şubesi'nde bir söyleşi gerçekleştirdi. Yazılarını sık sık okuduğum Lütfi Bergen'i bugüne dek dinlemek nasip olmamıştı. "Kent-Şehir-Kapitalizm" başlıklı konuşmanın yapılacağı yere varmak için katılımcıların pek çok "kent" meşakkati çektiği az çok tahmin edilebilir elbette. Ben de kapitalizmin en berrak semtlerinden biri olan Etiler'den Beşiktaş'a, oradan Fatih'e doğru giderken yavaş ilerleyen trafikte hızlı akan yaşantıların arasında "şehir"li hayaller ile vaktimi değerlendirdim.

Lütfi Bergen'in itirazları ve tavsiyeleri bazı değerlendirenler tarafından bir hayal olarak addedilebilir. Oysaki Lütfi Bergen'in söylediklerine hayal demek yanlıştır. Çünkü bence Lütfi Bergen hayalden ziyade bir rüyadan bahsediyor; İsmet Özel'in hayal ve rüya arasındaki farkı anlatırken bahsettiği rüyadan. "Bu bir hayal değil, biz bu rüyayı gördük" diyebiliriz. İnsanlığın varoluşundan beri, Peygamberler ile, Asr-ı Saadet ile, bu coğrafyada Selçuklu ve Osmanlı tecrübeleriyle bu sahih rüyayı gördük ve belki de tüm insanlığın iyiliği için müslümanların vakit kaybetmeksizin istihareye yatması gerekmektedir.

Peygamber'in Mekke'deki tebliği ile bir medineti oluşmazdı

Her şeyden önce Lütfi Bergen'in “kent” ve “şehir”i iki ayrı kavram, hatta iki ayrı dünya olarak tanımladığını belirtmekte fayda var. Bergen'e göre Yasin Suresi'nde geçen "Medineti" ve "Karye" kavramları farklıydı. Firavun kendine ait şehirden bahsederken karye kelimesini kullanıyor. Karye, yani kent Firavun'un; Kur'an'da 10 ayette geçen medineti, yani şehir ise Musa aleyhisselam'ındı. Yesrib'in Peygamber Efendimiz tarafından "Medine"ye dönüştürülmesi ise rastlantı değildi. Medine olan yerde İslam bireysel değil toplumsal bir fıkıhtır, bir peygamber halka ahkam-ı şeriyye tebliğ ediyorsa orası Medine'dir. Hazreti Peygamber'in Mekke'deki tebliği ile bir medineti oluşmazdı çünkü Mekke'de bireysel müslümanlıklar vardı.

Bergen, Medine Pazarı'na dair okumalarında Cengiz Kallek'ten istifade ettiğini belirtti. Peygamber Efendimiz Medine'de yahudi pazarlarına bakar ve tekelci, sabit işleyiş için "bunlar bizim pazarımız değil" der. Düz ve geniş bir alan bulunduğunda ise "burası müslümanların pazarı olmalı" der. Alabildiğine genişleyen bir pazarın ve Medine'nin karşısında yahudi pazarları ve Arap Yarımadası'nın kapitalizm merkezi olan Mekke vardır. Ayrıca Mekke sıradan seküler bir kapitalizme değil; ilahiyatlı, putperest, her kabilenin putu olan bir kapitalizme sahiptir. Bergen'e göre eğer Mekke'yi tek boyutlu olarak bir şehir ya da kent olarak kabul edecek olsaydık; Hz. Muhammed'in o kapitalizme karşı "antikapitalist" mücadeleyi ilk olarak Mekke'nin içerisinde vermesi gerekirdi ve sarayların önüne "yeryüzü sofraları" açıp iftar verirdi. Halbuki Efendimiz Mekke'de kendi malını da bırakıp gitmiştir. Medine'de cami ve pazar müslümanlar için özgürlük alanıydı çünkü camide sınıfsız, saf saf dizilmiş ibadet ediyor; pazarda da sınıfsız, serbest rekabetli bir düzende ticaret yapıyordu. Bugün şahsi üretim yapılan bir nesnenin pazarı olmadığını, "ben bunu Taksim'de satmak istiyorum" diyen birinin bunu başaramayacağını söyleyen Bergen; Allah Resulü'nün müslümanlara "açık ve geniş pazar" ile vergilendirilmeden ve haraca tâbi olmadan ticaretin imkânını sağladığını ifade etti.

Köye dönemeyiz, çünkü...

Hazreti Musa'nın Firavun'la tek başına muhatap olduğuna değinen Lütfi Bergen, "Firavun Musa'nın tek fiskesini yemeden boğulmuştur. Musa dememiştir ki 'arkadaşlar gün bizim günümüz, intikam saati geldi. Geçelim saraya, iktidarımızı ilan edelim. Bu ülkeyi tepeden tırnağa ahlaki bir kapitalizmle yeniden inşa edelim.' Bilakis çöle götürmüştür kavmini. Bunu günümüz İslamcılığının bence tartışması gerekir." dedi.

Batı dışı toplumların proleter, Batı'nın ise topyekun burjuva olduğunu söyleyen Bergen, Batı'nın her girdiği yerde ardında kendisine çalışan protelerler bıraktığını söyledi. Yeni bir çeşit feodalizmin türediğini, kredilerle ve faizlerle kendimizi mülklere özgülediğimizi, mülkün kredisini ödeyebilmek için sabit iş ve maaş aradığımızı, böylece bir işe mecbur hale geldiğimizi ve prangalarla dolaştığımızı ekledi. Bir kanser olan kentin kemirdiği bedenlerimizi çocukluktan yetişkinliğe kadar eğitime feda etmektense köye dönüp kendi üretimimizi de yapamayacağımızı çünkü tohumumuzun, hayvanımızın, traktörümüzün, mazotumuzun, aslında en acısı pazarımızın olmadığını da belirtti.

Lütfi Bergen'in evlenecek müslümanların çeyizleri üzerinden verdiği örnekler de gayet somut sorunlardı. Eşya tutkunluğunu, gereksiz masrafları, işe yaramayan nesnelere saçılan paraları sömürgecilik ve kapitalizmin eve galebesi olarak gören Bergen bunu Amerikanlar'ın Kızılderililer'e inci boncuk verip onlardan bizon derisi almasına benzetti.

Bizim şehrimiz cuma namazı kılınan bir alandır

Kent fıkhımızı donduruyor, kent formülasyonu da fıkhımızı belirliyor Lütfi Bergen'in ifadesiyle. "Metroda namaz kılmak" gibi eylemlerin kapitalizme karşı bir duruş değil bilakis kapitalizme yardımcı olan "görünmezlik"ler olduğunu düşünüyor. Çünkü "Cuma namazı şehirde kılınır. Namazdan sonra insanların rızık aramaya yönelmesi gerekir. Bu, toplumsal ve iktisadi düzenleme yapmayı gerektirir. Cuma namazı kılanların rızık aramadığını, direkt mesaiye koştuğunu görüyorsunuz. Bu, memur namazıdır. Resmi dairede cuma namazı kılınıyor, siz giriş kartınız olmadığı için giremiyorsunuz. Böyle bir cuma olamaz. Cuma şehirle ilgilidir. Bizim şehrimiz cuma namazı kılınan bir alandır."

"Bazı fakihler bir yerin şehir olmasını ticaretin olmasına bağlamışlardır. Kadı'sız ticaret olmaz. Kadı'nın yani hukukun olmadığı yerde şehir olmaz. Peygamber'in Medinesi'nde bunu görebiliyoruz. Orada cuma ile iktisat düzeni ilintilidir. Hz. Ali dağdan topladığı odunu engelsizce pazara sürebiliyordu, rızkını alıyordu. İslam halifeleri geçimleri bürokrasiden değil ticaretten sağlıyordu. İslam toplumları iktisadi toplumlardır." diyen Lütfi Bergen, son cümlesini "Onlar ki inandılar, iyi işler yaptılar, namazı kıldılar ve zekatı verdiler." ve "ne bir alışveriş ne bir ticaret onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyamaz" ayetiyle delillendirdi.

İslamcılık ilerleme, terakki gibi kavramlardan kurtulmalı

Bergen'e göre 60'lı yıllarda TİP'in "toprak işleyenin, su kullananın" ve "kula kulluğa son" sloganları müslümanca idi. Buradan İslam'a yakın söylemleri olan Hikmet Kıvılcımlı'ya geçen Bergen, Kıvılcımlı'nın köylü ile proleteryanın ittibak ettiğini söylediğini, oysaki kendisinin bu fikre katılmadığını söyledi. Çünkü Bergen açısından proleterya burjuvanın müttefiğidir, burjuva toplum inşaasının bir parçasıdır, özellikle Türkiye'de çiftçiyi-köylüyü-zanaatkarı-esnafı yok etmek için üretilmiş ve 1923'ten bu yana endüstriyelleşen toplumsal düzenin kendi lehine yapılandırıldığı bir emek sahasıdır.

Takipçisi olduğu Nurettin Topçu'nun kentlerin yoğunlaşmasının Türkiye'de üretimi bitireceğini ve müslüman insanın saflığını kentlerde yitirdiğini söylediğini alıntıladı. İslamcılık'ın ilerleme, terakki gibi kavramlardan kurtulması gerektiğini; Müslümanların Kur'an kıssalarını hikaye gibi okumamaları gerektiğini; buharlı gemi yapan Batı'ya övgü dolu şiirler düzerken Nuh'un gemisinin aklımıza bile gelmediğini, Hazreti Musa'nın sürüyü suya götürme sözü ile başlayan durumun fütüvvet ve mehir ihtiva ettiğini belirtti Lütfi Bergen.

"Osmanlı mahallesi muhtarı itibariyle direkt padişaha bağlıdır. Aynı zamanda imamdır. Aynı zamanda sulh ceza yargıcıdır. Aynı zamanda muallimdir. Bu imamı yeniden inşa etmemiz lazım. Bu bize bir alan açıyor. Avarız akçası mahalle bekçisinin, imamın yanındakilerin geçimini sağlıyor. Fazlalık varsa bu parada, borç veriliyor mahalleliye. Mahallenin üstünde hiçbir otorite yok. 'Köprü yapacağım, üst geçit yapacağım' diyerek müdahalede bulunamıyorlar. Mahalleli karar verir buna. Bunu yaparken de hakları korur. İmam Malik'te okudum, soru var, 'benim evimi görecek şekilde karşısında bina yapılsa ona men gerekir mi?' 'Evet gerekir.' Siz şu binayı diktiniz, karşının içini göremezsiniz İslami mimariye göre. Osmanlı ve Selçuklu'da bunun karşılığı var. Evlerin pencereleri birbirine bakmıyor. Kadınlara alan var, avlu var. Yüksek duvarlarla çevrili. Bahçe işleri yapılır. Osmanlı'da her hane bir üretim birimidir. Kadınlar Batılı anlamda tüketici gezgin ya da gösteri toplumunun bir üyesi değildir. Orada iş yaparlar. Bugün bir kadın 20 senede üniversite lisansı, yüksek lisansı, doktorayı alıyor, 4 bin lira maaşı var diyelim ki. Senede iki tane Bünyan halısı dokusa alacağı para belki onun 4-5 senelik maaşıdır. Bu, müslüman pazarlar kurarak gerçekleşir. Bu da AVM'nin yıkılması anlamına gelir." diye aralıksız bir Müslüman mahallesi ve üretim tasviri yaptı Bergen.

Emeğin ucuz olduğu yerden pahalı olduğu yere neden gidilemiyor?

Kentlere dair arkasında epey açıklama barındıran birkaç cümlesi de şu şekilde:

-Kentler sadece gençler için inşa edilmiştir.

-Kendisi kredi kullanmamakla övünen müteahhitler toplu konularla birlikte müşterilerini kredi almaya zorluyor.

-Konut politikası insanları borçlandırıyor ve bir tür feodalizm oluşuyor.

-Kent seyahat hürriyetini kısıtlar.

-Sermayenin dolaşımı serbest de emeğinki niye serbest değil? Emeğin ucuz olduğu yerden pahalı olduğu yere neden gidilemiyor?

-Toprak mülkiyeti ile ilgili kısıtlamalarımız var. Topraksızlaştırılıyoruz. Toplu konut müslümanın topraksız kalması demektir.

-Kentte manzara hakkına saldırı var. Güneşin batışını göremiyorsunuz, İbrahim olamazsınız.

-Otomobiller suç aletidir. 15 dakikalık yolu 1.5 saatte gitmek kapitalizmin hak gaspetmesidir.

-Silah ruhsatı almak için o kadar uğraştırılıyor insanlar ama rahatlıkla ehliyet veriliyor.

-Kuş gribi yüzünden bütün kuşları telef ettik. Senede 4 bin ölü verilen kazalardan ötürü tüm arabalar yok edilmeli o halde. Ulaşım tamamen toplu taşımaya tahsis edilmeli.

-Protezli toplumlarız. Yürüyen merdiven olmadan kentte yaşanmaz.

-David Harvey ve kent isyancılarına göre kentlilik insanlığın geldiği son merhaledir. 'Ne yapacaksak kentte yapmalıyız, bunun haricindeki her şey sağcılıktır' derler. 'İşçiler fabrikaları teslim alsınlar' derler. Bu bir burjuva ideolojisidir.

-İnsanları yeni bir praksise yöneltmek iddiasında olan kent devrimlerinin Batı'nın yeni bir tezgahı olduğunu düşünüyorum.

-Marka kent kavramıyla şehrimizi satılığa çıkarmış oluyoruz.

-İslamcılar ulus devlet eleştirisi yaparken bir tür Yunan Kentleri modeline döndük.

-Kent merkezleri burjuvalarındır.

-Önümüzdeki dönemin yeni çatışanları burjuva-proleterya değil, malikler ve mülksüzlerdir.

-Kentler kıtlık üretir çünkü bahçe üretimimiz yoktur.

-Kentler angarya üretir çünkü borçlandırır.

-Hz. Musa ve Hz. Muhammed kentleri hicretle terk etmişlerdi. Biz de üretim biçimlerine hicret etmeliyiz. Hicret için yeni bir coğrafya gerekmiyor.

-İslam'da mülkiyet kitaplarında "atıl duran malı ihya eden onun kullanma hakkını elde eder" der. Bu fıkhı canlandırmamız lazım.

Lütfi Bergen'i sık sık "Kent-i İstanbul"da görmek ve "Şehr-i İstanbul"a özlem duymak istiyoruz.

 

Ömer Yüceller haber verdi

YORUM EKLE
YORUMLAR
arda
arda - 9 yıl Önce

konuşma ütopik'e yakın olmuş. Teorikte herkes bunların farkında ama iş pratikte düğümleniyor... Bir bergen'in söylediklerine bakıyorum, bir de çalışma hayatımıza bakıyorum arası uçurum... Söylediklerinin güme gitmesini istemiyorum ama insan karnı acıkınca yemesi gerekir alternatifi yok... Barınması için de mülk gerekir.. Ev sahiplerimiz ve mide'miz felsefeden sosyolojiden anlamıyorlar ne yazık ki !

tespih
tespih - 9 yıl Önce

İslami sosyalizm diye bir şeyin olamayacağını düşünüyorum

Yusuf F.
Yusuf F. - 9 yıl Önce

Lütfi Bergen bence ev sahiplerine ve işverenlere değil, bunlara maruz kalanlara sesleniyor. Çözüm, özünüze dönüp kuvvetli durmanız diyor.

banner36