Modern dünyada Müslümanca düşünmenin imkânları

Ensar Vakfı Bursa şubesinde bir konuşma yapan Prof. Dr. Feridun Yılmaz, Müslümanın modern dünya karşısında nasıl vaziyet alması gerektiğine dair düşüncelerini aktardı. Ahmet Serin’in etkinlik haberi.

Modern dünyada Müslümanca düşünmenin imkânları

Modern dünya ile yüzleşen her Müslüman, modern zamanların sorunlarıyla da karşılaşıp onlara yanıt bulmak zorunda. Değerleri değişen bir dünya, her Müslüman için yeni sorunlar ve yanıtlanması gereken birçok soru demektir aynı zamanda.

Modern dünyayı diğer zamanlardan ayıran şey, tüm insanları yönlendirebilecek araçlara her zamankinden fazla sahip olmasıdır belki de. Artık insanlar gerçekler üzerinden değil, algılar üzerinden yönetiliyor. Muhtemeldir ki birçok konuda başkasının düşüncelerini kendi düşüncelerimizmiş gibi söyleyip savunuyoruz; farkında olmadan hem de.

Bu durumun inancımız gereği savunduğumuz ya da savunmamız gereken düşüncelerle de ilgili olması pek mümkün. Sözgelimi, gayet Müslümanca hayat süren birisinin, İslam’ın ekonomide çizdiği sınırları rahatça aşabildiğine şahit oluyoruz.

Kısacası, zor ve karmaşık ve olaylar karşısında insanı her zamankinden daha fazla edilgin kılan bir çağdayız.

Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feridun Yılmaz, özgün düşünceleri olan bir akademisyen. Onu dinlemek her zaman keyif vermiştir bana ve onu her dinleyişimde, bir şeyler öğrendiğimi hissetmişimdir.

12 Şubat Salı gecesi, Ensar Vakfı Bursa Şubesine konuk olarak Müslümanın modern dünya karşısında nasıl vaziyet alması gerektiğine dair düşüncelerini aktardı Feridun Yılmaz. Konu başlığı da “Müslümanca Düşünmenin İmkânları ve Modern Dünya” gibi kışkırtıcı bir başlıktı üstelik.

Müslüman, modern dünyaya nasıl cevap vermeli?

Konuşmasının başında, öncelikle, nasıl bir dünyada yaşadığımızı bilmemiz gerektiğine dikkat çeken Feridun Yılmaz, konuya dair düşüncelerini “Zor bir başlığa dair bir şeyler söylemeye çabalayacağız. İçine doğduğumuz dünya, zor bir dünya çünkü. Öncelikle, modern dünyanın hepimizi kuşatıp hepimizi tanımladığını unutmaktan yana olduğumuzu bilmeliyiz. Bizim kadim ilim anlayışımızın bir yerde kesintiye uğradığını ve günümüzde farklı bir anlayışla yaşadığımızı bilmeliyiz. Üniversite personeli olarak bizler, bilgi üretmekle meşgulüz ama bu bilginin kadim anlayışımızla ne kadar uyumlu olduğunu da bilmiyoruz. Sezai Karakoç’un ‘Hızır’la Kırk Saat’ şiirinde bahsettiği ‘Yeşil sarıklı ulu hocaların’ bize öğretmediği bilgiler, onların cevap vermediği sorular vardır. Bizler de kendilerimizi o yeşil sarıklı ulu hocaların devamı addediyoruz. O halde bazı sorulara cevap verme, bazı bilgileri aktarma sorumluluğumuz var ama biz bunu yapabiliyor muyuz? İşin aslı, bizler modern dünyanın bize öğrettiklerini yine modern dünyanın belirlediği tarzda sunuyoruz ve bunun doğru olup olmadığı konusunda kaygılı da değiliz. Bana sorsanız, kaygılı olmamız gerekir. Şairin, ‘Bize öğretmediler’ dediği bilginin peşine düşmeliyiz. Mesela modern dünya, her canlının öldüğünü söylüyor ama bizim kadim bilgilerimiz bize ecel duygusunun sadece insanda olduğunu söylüyor. Ecel duygusuna sahip bir varlıkla ecel duygusuna sahip olmayan varlıklar arasında fark olması gerekir, diyor bize geçmiş dönemin alimleri. Oysa günümüz biyologları böyle bir şeyin farkında bile değildir ve bizler de bu bilgiyi ezberimizden tekrar eder dururuz. Ecel, hesap verme demektir ve bu ciddi bir şeydir. Bize bunu kabul ettiren modern dünya, bu kabulün ardından bize evrimi ve diğer başka şeyleri de dayatır. İnsanı sadece biyolojik bir varlığa indiren günümüz bilimi, insana dair her şeyi biyolojik salgıların eylemi olarak kabul eder. Böyle yaparak Allah’a muhatap kılınan insanı hayvan ve bitkilerle eşleştirir.” sözleriyle açıklamaya başladı.

Müslümanın kendisini herkesten farklı bir şekilde konumlandırıp kendisine güven duymasının temel koşul olduğunu belirten Feridun Yılmaz, Müslümanın duruşuyla ilgili düşüncelerini de “Biz Müslümanız ve diğer inançlardan farklı olduğumuzu biliyoruz. İnancımızın bizden istediği bir hayat tarzı var. Bunu biliyoruz ama bunu ne kadar içselleştirip uygulayabiliyoruz. Mesela faiz haramdır, bunu biliyoruz. Ama günümüz iktisadi dünyasında faizi kaldırıp yerine ne koyacağız? Bu, o kadar basit cevabı olan bir soru değil. Faiz denilen faaliyet, bütün iktisadi faaliyetlerle o kadar iç içe geçmiş durumda ki aradan faizi çekip alamıyorsunuz aslında. Günümüz dünyasında faizi kaldırdığını söyleyen ülkeler var. Onlara baktığımızda, sadece faizi kaldırdıklarını söylüyorlar ama gerçekte her şeyin aynı kaldığını görüyoruz. Bu, modern dünyada bizim yüzleşmemiz gereken bir sorundur ve bizim bunu hem gündemimize almak hem de buna cevap vermek gibi bir sorumluluğumuz var.” sözleriyle ifade etti.

Aklı tanrılaştıran bir Batı var

Batı ile aramızda derin bir uçurum olduğunu kayda geçiren Feridun Yılmaz, tarih sahnesinde böylesi uçurumların hep olduğunu ve olmaya devam edeceğini söyledikten sonra Batı düşünce geleneğiyle ilgili şu sözleri söyledi: “Batı ile aramızda, onların lehine, bir uçurum var. Bu nasıl oldu, bunu sorgulamalıyız. Batı, özellikle Descartes’le birlikte bir açılım sağlamış, modern dünyanın nesneleri bilme ve tasnif etme gelişimine öncülük etmiştir. Bu gelişim, zamanla aklın dünyayı ve toplumu kavramasına yol açmıştır. Akılla nesneleri ve toplumu kavradığını gören Batı, akılla dünyayı ve insanları yönetebileceği cesaretine sahip olmaya başlamış, dolaylı yollarla da olsa, dini tümüyle devreden çıkarmış, onun yerine insanın aklını ikame etmiştir on dokuzuncu yüzyılda. Aklıyla dünyayı yöneteceğini iddia eden insana karşı din durmuştur ve bu çatışma sonucunda laiklik denen şey ortaya çıkmıştır. Zamanla bu kavganın galibi insan olmuş, kilise kaybetmiştir. İnsan, aklını tanrısallaştırmıştır zaman içinde. Artık toplumu dinin değil insanın dizayn edeceğini iddia edenler hakimdir dünyaya. Ama Batı, bir yandan da Hristiyan dünyasının teslisini, “özgürlük-eşitlik ve kardeşlik” biçiminde sürdürür.”

Modern dünyanın zamanla sadece hazza ve tüketmeye yönelik bir dünya hâline geldiğini ve sistemin de buna göre kurgulandığını “Aklı yücelten bu gelenek, sanayi devrimiyle birlikte yeni bir düzen kurup yeni bir dünya inşa eder. Bu dünya, insanları fabrikaya hapsederek onları disiplinli bir şekilde ve saatlerce çalıştırır. Bu disiplini kurmak için de eğitim sistemine el atar bu dünya ve eğitimi kitleselleştirir. Eskinin özgür eğitimi, yerini modern eğitim sistemine bırakır. Yani, tıpkı fabrika sistemi gibi, dört duvarın arasına kapanarak saatlerce bir disiplin içinde bir şey yapmayı öğreniyoruz. Kısacası, ‘eğitiliyoruz’ ama bu eğitim neye yarıyor, onu düşünmeli. Mesela hem Batı’da hem de bizde eğitim çok ama çok artmış durumda ama bu bizim sorunlarımızı çözmüş, dünyayı daha güzel bir hale getirmiş midir? Bu sorulara vereceğimiz cevap, hayırdır. O zaman şunu soralım: Eğitim bize ne öğretiyor? İşin temeline inip baktığınızda, eğitim bize eşya ve nesneleri daha iyi kullanmayı öğretiyor. Yani eğitimle hem fabrika disiplini alıyoruz hem makineleri hızlı ve düzenli biçimde kullanmamız gerektiğini öğreniyoruz ve hem de tüketmeye hazır varlıklar halinde yetiştiriliyoruz bir anlamda. Aydınlanma dediğimiz şey, dünyayı daha müreffeh kılma iddiasının içini dolduramamış, insanları modern dünyanın tüketen varlıkları haline getirmiştir. Modern dünya, kol gücüne ve tüketen insanlara ihtiyaç duyar. İşte bu ihtiyacı da eğitimle, feminizm gibi aslında kadınları önce sokağa, daha sonra fabrikada kol gücü olmaya iten akımlarla karşılar.” cümleleriyle aktardı Feridun Yılmaz.

Batıdan yükselen muhalif sesler

Feridun Yılmaz, Batı aklının, öngördüğü dünyayı kurmak bir yana, dünyayı daha kötü hale getirdiğini de yine Batı içinden vicdanlı sesler tarafından dile getirildiğini “Ama aklı yücelten bu anlayış da zamanla itiraza maruz kalır. Mesela Batı’nın vicdanlı seslerinden olan Nietzsche, ‘Tanrı öldü.’ diyerek bu itirazı yüksek sesle yapar. Niestzsche’nin öldü dediği tanrı, Hristiyanların tanrısı değildir, biz hep onu yanlış anlarız. Onun öldü, dediği tanrı, aydınlanmanın kurduğu ve insan aklını merkeze oturtan ‘tanrı’dır. Böyle diyerek aslında Nietzsche, bir anlamda Müslümanlara selam çakmaktadır. Nietzsche, Müslümanlar kanlı canlı ve sahici hayat yaşıyor, biz ise fabrikasyon bir hayata mahkûmuz, anlamına gelebilecek sözlerle eleştirir Batı dünyasını.”  sözleriyle kayda geçirdi.

Modern dünyanın, kendisini tanıttığı albenili kavramlar üzerinden değil, gerçekler üzerinden tanımak gibi bir mükellefiyetimiz olduğunu “Batı, on sekizinci yüzyılda kurduğu dünya hayalini 1. ve 2. dünya savaşlarını yaşayarak terk eder. Batının dünyayı getirdiği noktada insanlar, müreffeh bir hayat yaşamayı değil, birbirini öldürmeyi öğrenmişlerdir. Batı’nın içinden çıkan vicdanlı insanlar, bu gidişin iyi bir gidiş olmadığını, tutulan bu yolun yanlış olduğunu yüksek sesle söyler artık. Batı’nın yetiştirdiği en büyük düşünürlerden biri olan Heidegger, Batı’nın sunduğu bu fabrikasyon hayata karşılık ciddi eleştirilerde bulunur ve bu itirazı “Düşünmek şükretmektir.” cümlesiyle formüle eder. Biz Müslümanlar için düşünmek öğütlendiğinden bu cümle bize bir şey ifade etmez ama Batılılar için muazzam bir karşılığı vardır. Burada Müslümanı bekleyen tuzak da düşünme eylemi değil, neyi düşünmesi gerektiğidir. Çünkü içine doğduğumuz dünyanın bize verdiği bilgi, modern dünyanın verdiği bilgidir ve hiç de Müslümanca bilgiler değildir bunlar.” cümleleriyle hatırlatan Feridun Yılmaz, Osmanlının Batı ile karşılaşmasını da “Osmanlı Batı karşısında gerilediği zaman buna çare olarak Batı’nın ilmini almayı ama kültürünü almamayı düşündü kendisi kalabilme adına ve Batı’nın insanı düşürdüğü hali görünce. Ama bilgi gelince kültür de geliyordu, bunu da yaşadı bizden öncekiler. Fakat bunu yaşamaları, onların Batı’nın zararlarını gördüğü gerçeğini küçümsemememizi gerektirmez. O, önemli bir duruştur. Çünkü Batı’nın bilimi, düşünmeye dayalı bir bilgi değildir. Onların bilgisi teknik bir bilgidir. Psikoloji de böyledir, tıp da sosyoloji de… Bu yüzden bizim düşünme dediğimiz şey ile onların düşünce dediği şey aynı değildir. Onların düşünme dedikleri şey, beynin salgılanmasından ibaret bir eylemdir. Oysa bizim düşünmemiz böyle teknik bir şey değil, Allah’a hesap vermeyi de hesaba katan, içinde ahlak da olan bir bilgidir.” sözleriyle anlattı.

İnsanlık ne yöne gidiyor?

Olan bitenlere bakarak geleceğe dair romantik hayaller kurmanın da yanıltıcı olacağını, bizim her zaman aklıselim insanlar olarak adım atmamız gerektiğini de “Çağ öyle bir hale gidiyor ki ne yapacağımızı anlayamıyoruz. Şimdiki gidişata bakarak “Müslümanlar dünyaya hâkim olsa dünya böyle olmazdı.” diyoruz. Mesela insan klonlanıyor, ölümsüzlüğün peşinde falan koşuluyor. Şimdi Müslümanlar dünyaya hâkim olsa klonlanma faaliyetleri duracak, dünya hemen Müslüman olacak sanıyoruz. Hayır, öyle bir şey olmayacak. Klonlama çalışmaları devam edecek ve insanlar da akın akın İslam’a gelmeyecek. Hidayet Allah’tandır ve ancak hidayet kime nasip olursa o Müslüman olacaktır. Biz, üzerimize düşeni yapmakla mükellef kullar olarak bu çağın sorularına Müslümanca cevaplar aramaya devam etmeliyiz. Bunu yaparken de iyi bir Müslüman olmaya çalışmalı ve birbirimize düşmemeliyiz. Mesela şimdi biz geri kaldık diye hayıflanıyoruz ama gerçekten de bu geri kalma çok kötü bir şey mi, biraz da onu düşünmeliyiz. Bugün geri kaldıysak yarın nasip olur, Batı’yı geçeriz. Bunlar hep olabilecek şeyler ama biz burada geri kalmaya suçlu arıyoruz ve içimizden bazıları da bunu dine bağlarken bazıları da din anlayışına bağlıyor. Bunlar bizim Müslümanlığımızdan memnun olmadığımız anlamına gelmektedir ki bu, Batılılardan teknolojik olarak geri kalmaktan daha feci bir şeydir. Bizim Müslümanlığımızdan memnun olmamız gerekir, çünkü çağa cevabımızı Müslüman kimliğimizle vereceğiz.” cümleleriyle anlatarak sohbetine son verdi Feridun Yılmaz.

Ahmet Serin

YORUM EKLE