Medeniyet şehirsiz, şehir vakıfsız kurulmaz

Vakıflar, Bursa'da düzenlenen Cuma Meclisinde, Prof. Dr. M. Asım Yediyıldız tarafından vakıf-iktisat ilişkisi ön plana çıkarılarak anlatıldı. Ahmet Serin sohbetten notlarını aktarıyor..

Medeniyet şehirsiz, şehir vakıfsız kurulmaz

Osmanlı medeniyetinin uzun soluklu bir medeniyet olmasında en önemli paylardan birinin kendilerine ait olduğu konusunda üzerinde hiçbir kuşku bulutu bulunmayan vakıflar, Birlik Vakfı Bursa Şubesi'nin 9 Mayıs Cuma tarihli Cuma Meclisinde, Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. M. Asım Yediyıldız tarafından vakıf-iktisat ilişkisi ön plana çıkarılarak anlatıldı. Vakfın kelime ve terim anlamlarından yola çıkarak medeniyeti ve iktisadı hangi veçheleriyle nasıl etkilediğini örneklerle açıkladı Prof. Dr. M. Asım Yediyıldız.

Vakfın sözlük anlamının “Bir şeyi durdurma, hapsetme” anlamına geldiğini söyleyerek sözlerine başlayan Prof. Yediyıldız, konuşmasını vakıflara dair şu sözlerle sürdürdü: “Kelime anlamı olarak durdurma anlamına gelen vakıf kelimesinin terim anlamı ise, kişinin helal yoldan kazandığı malı-mülkü, bir zamandan sonra kendi mülkü değil de Allah’ın mülkü sayarak o mal-mülkü belli bir amaca ebediyen tahsis etmektir.”

Vakfın medeniyet ve iktisatla ilişkisi olabilir mi?

Vakfın sadece iktisatla değil, birçok şeyle de ilgisinin olduğunu söyleyen Prof. Yediyıldız, iktisadın, bir toplumun üretimden paylaşıma kadar olan bütün ekonomik ilişkilerini kapsadığını belirterek, vakfın iktisat ve medeniyetle aşikâr bir ilişkisi olduğunu şu sözlerle anlattı: “Medeniyet, bir toplumun inandığı değerlerin hayata tatbikidir, denebilir. Dolayısıyla medeniyetin temelinde kültür vardır. Bu, işin manevi boyutudur. Bir de medeniyetin dünyaya yansıyan boyutu vardır. Bu boyut ise insanın/toplumun birbirleriyle, diğer insanlarla, eşyalarla, doğayla ve hayatla kurduğu ilişkidir. İç içe geçmiş bu ilişkilere baktığımızda, Osmanlının hem iktisadında hem de medeniyetinde vakfın izlerinin silinmez biçimde yer aldığını görürüz.”

İnsanlara vakıf kurduran itici güç nedir?

Prof. Yediyıldız, Müslümanları vakıf kurmaya iten gücün elbette İslam olduğunu söyleyerek, insanlara vakıf kurduran itici gücü şu sözlerle anlattı: “Vakıf kurma isteğinin arkasında, dayanağını Kur’an ve sünnetten alan 'hayrat' kavramı vardır. İnancımız bize ‘En sevdiğimiz şeyleri infak etmedikçe’ kamil insan olamayacağımızı söylüyor. Yine ayrıca, öldükten sonra amel defterimize yazılacak sevaplardan birisinin, başka insanların yararı için kurduğumuz eserler olduğu bildiriliyor bizlere. İşte sahip olduğumuz bu inanç, bu topluma vakıf kurduran zihniyeti açığa çıkarmaktadır. Bu zihniyet ve bu ruh yaşadıkça vakıf eserleri yaşar, bu zihniyet ve bu ruh öldükçe de vakıf eserleri ölür. Osmanlının çekildiği bölgelerdeki vakıf eserlerinin yok edilmesi, buna çok iyi bir örnektir.”

İlk vakfeden: Hazreti Osman

Malını ilk vakfeden kişilerin de yine sahabeler arasından çıktığını söyleyen Prof. Yediyıldız, İslam tarihindeki ilk vakıf kuranın, Müslümanların su ihtiyacını karşılamaları için ihtiyaç duyulan tatlı su kuyusunu satın alarak bunu Müslümanların hizmetine veren Hazreti Osman olduğunu ifade etti. Prof. Yediyıldız, daha sonra sözlerini şöyle sürdürdü: “Hazreti Osman’ın vakfiyesinden sonra mallarını vakfedenler çoğalmaya başladı, zamanla tüm İslam coğrafyasını kuşattı. Ama vakıfları en işlevsel kullananlar, hiç kuşku yok ki Osmanlılardır. Hatta Osmanlıyı inceleyen Batılı bilim adamları, Osmanlıdaki vakıf sistemine hayran kalarak Osmanlıyı 'vakıf medeniyet' olarak isimlendirmişlerdir.

Vakıflara ve vakıf sistemine kuşbakışı baktığımızda, Müslümanların rastgele vakıf kurmadıklarını, ihtiyaç duyulan yer ve ihtiyaç duyulan alanlarda vakıf kurduklarını görürüz. Mesela Selçuklular, Anadolu coğrafyasını vakıflar aracılığıyla imar ve inşa etmişlerdi. Osmanlı vakıflarının çoğunun ise Balkanlarda olduğunu görürüz. Bu, Osmanlının Anadolu’yu ihmali değil, Balkanların buna ihtiyacı olduğunu görmek olarak okunmalı. Çünkü zaten Osmanlılar döneminde Anadolu’nun imar ve ihyası bitmişti. Kısacası şu: Müslüman coğrafyanın neresinde ihtiyaç varsa, vakıflar oradadır.”

Vakıfların ekonomik, sosyal, kültürel işlevleri olmuş mudur?

Prof. Yediyıldız, vakıfların görünür görünmez birçok işlevi olduğunu belirterek bu işlevlerin başlıcalarını şu sözlerle anlattı: “Vakıflar, eğitim- kültür alanında da önemli çalışmalar yapmıştır. Vakıfların kurdukları eğitim kurumlarında okuyan öğrencilerin, onları okutan hocaların tüm giderleri vakıflar tarafından karşılanıyordu. Ve bu vakıflar çok ama çok yaygındı. Mesela 16. yy'da sadece Bursa’da elli civarında medresenin varlığı biliniyor. Aslında, medreselerin birçoğu da 'külliye' adlı vakıfların bir birimiydi ve bu külliyeler, bir şehrin cazibe merkezi olarak iktisadî, sosyal, kültürel işlevlere sahipti. Genellikle merkezinde camilerin yer aldığı külliyelerin diğer birimleri, sosyal hayatın tüm ihtiyaçlarına cevap verecek kurumlarla örülür ve bu birimler, şehrin kalbi olurdu. Bu birimlerde insanlar diğer insanlarla insanî ilişkiler tesis eder, alışverişlerini yapar, sağlık hizmetlerini alır, kültür alışverişinde bulunurlardı.”

Vakıflar, sermaye yığılmasını engelliyordu

Sözlerinin sonlarına doğru Prof. Yediyıldız, vakıfların sermayeyle ve toplumsal barışla ilişkisini ifade eden bir işlevine de şu sözlerle değindi: “Vakıflar, aynı zamanda sermayenin belli ailelerde bulunmasının da önüne geçerek bir anlamda herkese mal-mülk sahibi olma fırsatı veriyor, tekeller oluşmasını da engelliyordu. Unutulmamalı ki günümüz dünyasının en büyük sorunlarından biri de tekellerdir. Oysa bizim toplumumuzda, vakıf sistemi sayesinde ailelerde sermaye birikimi olmaz, sermaye ve dolayısıyla mal-mülk, toplum yararı için dolaşıma sokulurdu. ”

Unutulmamalı ki medeniyet şehirsiz, şehir ise vakıfsız kurulmaz.’ sözleriyle sohbetini noktalayan Prof. Yediyıldız’a, sohbetinin sonunda Vakfın plaketi takdim edildi.

 

Ahmet Serin bildirdi

YORUM EKLE