Çocukluğumu yaşadığım doksanlı yıllarda ve o zamandan bugüne en çok tartışılan konu, herhâlde yeni devire ayak uydurmaya çalışan İslam’la devir arasındaki çelişkiler ve kesişimlerdir. Bu başlığa dâhil edilecek konuların başında da demokrasi mefhumu geliyor fakat her çok tartışılan kavram gibi bu da, zamanla birlikte içi gitgide boşaltılarak konuşulmaya başlanıyor sanki.
Günümüzün büyük mütefekkirlerinden Raşid el-Gannuşi, cumartesi günü CNR Kitap Fuarı’na gelerek “el-Hürriyâtü’l Âmme fi’d-devleti’l-İslamiye” (İslam Devletinde Kamusal Özgürlükler) kitabı çerçevesinde, Mana Yayınları’nın organizasyonunda bir konuşma irat etti. Konferanstan bazı notlar aldık.
Daha doksanlı yıllarda, İslam-demokrasi ilişkisi, İslamî bir idare altında seküler-Marksist partilerin imkânı gibi netameli mevzuları sorgulamış Gannuşi.
Zalim bir siyaset, İslamîlik vasfından uzaktır
Türkçe’de yayınlanmış sekiz kitabı olduğunu söyledi Gannuşi: “Bunlardan bugün konuştuğumuzu ve ‘Kuran ve Yaşam Arasında Kadın’ı hapishanede yazdım. Bunca kitabımın Türkçe’de yayınlanmış olması beni gerçekten sevindiriyor çünkü bu kitaplar aynı zamanda İslam halkları arasında kurulmuş köprüler anlamına gelir.” Kitabının ana fikrini açıklarken, yapmaya çalıştığı şeyin “İslam” ve “siyaset” kavramlarının birbirleriyle çelişmeyişini açıklamak olduğunu ifade etti Gannuşi. Siyaset, mademki dünya ve ahiret maslahatına yönelik kullanılabilir, mademki kadın-erkek, Müslüman-gayrimüslim herkesin faydasına olacak ve bütün dünyaya nizam ve adalet dağıtacak bir konumda şekillendirilebilir, “öyleyse siyasetin olduğu yerde İslam vardır. İslam düzeni, bir adalet düzenidir. Adaletin gerçekleştiği her yerde İslam şeriatı vardır.” Zalim bir siyasetin ise, İslamîlik vasfından uzak olduğunu ekledi Gannuşi; “velev ki o devleti şeyhler ve hocalar kurmuş olsun...”
Kur’an merkezli siyasal kavramların en önemlilerinden birinin “şura” olduğunu söyledi Gannuşi, “Onların işleri, aralarında şura iledir,” ayetine atıfla. İslam’da hüküm verirken adaletin şura ile mümkün olduğunu ve adil olanın İslamî olduğunu belirtip, bir kişinin aldığı kararın ve diktatörlerin hükümlerinin İslamî olmadığını, şura modelinin esaslığını ve hatta ailede dahi şuranın model alınması gerektiğini anlattı: “Aile, küçük bir parlamentodur.” Baba bir müstebit değil, kararları aile şurasına danışan reis konumunda.
İslam’ın, şura için belirlenmiş kesin bir modeli yok. Bu alanda söz hakkının, medeniyetin gelişimine bırakıldığını söyledi Gannuşi; elbette ki geliştirilen modelin, İslam’ın amaçlarına uygunluğunu gözetmek şartıyla. Günümüz için en uygun ve önemli modelin demokrasi olduğunu ifade etti Gannuşi ve ekledi: “İslam ve demokrasi arasında bir ilişki var mıdır? Demokrasi, ne Kur’an’da zikrediliyor ne sünnette. Ama İslam, maslahatları gözetir; velev ki söz konusu şey Kur’an ve sünnette zikredilmemiş olsun. Eğer demokrasi, halkın kendi yöneticisini seçmesi ve istediği zaman azletmesi anlamına geliyorsa, bunun İslam’la çelişen bir tarafı olduğu asla söylenemez. Kitaplarımda savunduğum demokrasi, İslam’ın amaçlarından biri olan demokrasidir. Gerçek İslam ve gerçek demokrasi arasında bir tenakuz yoktur.”
Gannuşi’nin demokrasi etrafında konuşurken kullandığı anahtar kelimelerden biri de Kur’an’daki “Ey insanlar!” merkezli hitaplar. Asr-ı Saadet’te Medine halkı içindeki Yahudiler’i de kapsayan “Sahife” adlı bir “vatandaşlık kanunları” layihasının olduğunu ve bütün Medine ahalisinin eşit oluşunun burada vurgulandığını anlattı Gannuşi.
Ordu, bir teşekkürü hak etti
Demokrasinin tercihine getirdiği delillerden biri de, sıkıntıları en aza indirgenmiş bir yol oluşu. Toplumsal dönüşümlerde barışçıllığı içinde barındırıyor oluşu, demokrasinin seçilmesini gerektiren unsurlardan biri Gannuşi’ye göre. İslam’ın genel olarak tasvip etmediği şiddet içeren modellerin tercih edilmesi ise, ancak bir istisna söz konusuysa mümkün olabilir. Burada çok dikkat çekici bir ayrıntı, şiddet içeren reflekslere istisnaîlikle birlikte sadece halk çapında cevaz veriliyor olması: “bir ırka ya da cemaate değil”.
Şiddet içeren eylem demişken, Arap Baharı’yla birlikte gündeme gelen beş devrim hareketinden başarıya ulaşan tek örnek olan Tunus için, yıkmanın yapmaktan kolay olduğunun farkındalığı sürecinin başladığını düşünüyor Gannuşi. Diğer devrimlerin de başarıya ulaşacağını ve halklar tarafından korkuların çoktan aşıldığını söylüyor. Sadece Tunus’un başarılı oluşunda ise, “Ordu, bir teşekkürü hak etti,” açıklamasını Gannuşi’nin şu sözleri takip etti: “Nerede durması gerektiğini bildi ordu. Sınırlarını aşmadı ve politikanın alanına müdahale etmedi. Ayrıca Tunus’un etnik olarak tek tipliliğinin de bu başarıda etkisi var.”
Vatandaşların mülkiyet haklarına dair meselede de İslam’ın, ne kapitalizmin serbestiyeti, ne de komünizmin pençesinin aşırılığına kaçmayan bir hürriyet alanı getirdiğini, zenginleşmenin önünü kapamadığını ama fakirin, zenginin malındaki hakkına vurgu yaptığını ve böylece sosyal adaletin teminini esas aldığını söyledi.
Tunus’taki ihtilal sürecinden sonra ülkeyi yönetmeye hak kazanan Nahda Partisi’nin liderliğini ve partinin hükümet konumunu birkaç hafta önce bırakmak zorunda kaldı Gannuşi ve ülke, yaşadığı siyasal krize bir ara formül olmak üzere teknokratların idaresine geçti. Ülkenin en büyük partisi ve hareketi olmasına rağmen Nahda, bu fedakârlığı memleketinin menfaati için yapmış. Gannuşi ise hâlâ Nahda Hareketi’nin lideri ve önümüzdeki aylarda hür bir seçimin yapılabilmesi için ümitli.
Sadullah Yıldız, zevkle tercüme etti
biz de zevkle okuduk.