Kayseri'de kitapsız dindarlığa hayır paneli!

Kayseri İlim Hikmet Vakfı’nda bir kitap paneli yapıldı. Panelist öğrenciler, okudukları kitaplar üzerine sunum yaptılar..

Kayseri'de kitapsız dindarlığa hayır paneli!

 

Düşünce dünyamıza renk katan, ufkumuzda yeni pencereler açan bir kitap paneli düzenlendi Kayseri’de, İlim Hikmet Vakfı’nda. Birçok katılımcı için ilk tecrübeydi bu. Dimağımızda iz bırakan bir tecrübe. İlim Hikmet Vakfı Hanımlar Üniversite Komisyonu tarafından düzenlenen panelde 6 mütefekkirimizin hayatı, düşünceleri, eserleri hakkında bilgiler edindik ve her yazarımızın seçilen bir kitabı tanıtıldı, tahlil edildi. Çeşitli coğrafyalardan farklı görüşler sunuldu. Mısır, İran, Türkiye düşünce dünyasında kısa bir gezinti yaptık.İlim Hikmet Vakfı kitap paneli

Moderatörlüğünü Hatice Neşe Ağcalar’ın yaptığı panelde, Sezai Karakoç'un Diriliş Neslinin Amentüsü’nü Emine Ateş, Ramazan Kayan'ın Tevhidî Varoluş'unu Asiye Turgud, Mustafa İslamoğlu'nun Yürek Devleti'ni Fatıma Turgut, Seyyid Kutup'un Yoldaki İşaretler'ini Meşkure Betül Sayın, Ali Şeriati'nin İnsanın Dört Zindanı'nı Rümeysa Kürkaya ve Rasim Özdenören'in Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler'ini Şeyda Şirin bizlere sundu.

Açılış konuşmasını yapan Hanımlar Üniversite Komisyonu başkanı Ayşe Dursun, bu panelin kendileri için ilk tecrübe olduğunu belirtti. Moderatör Hatice Neşe Ağcalar ise, kitap sunumlarından önce yazarların hayatı, eserleri hakkında kısa bilgiler verdi. Her kitap tahlili için 15 dakika süre verildi panelistlere.

Diriliş Neslinin Amentüsü

Emine Ateş, öncelikle Diriliş Neslinin Amentüsü kitabının adı üzerinde durdu ve sözlerine şöyle devam etti: “Nedir diriliş? Öyle bir kelime ki; yazarın tüm düşünce dünyasına sirayet etmiş. Yazarın tanımlamasıyla diriliş; Allah'ı bilme, onunla özgür olma ve özgürleştirme, bu uğurda mücadele etme davasıdır. ‘İnkar tutsaklık, inanç özgürlüktür’ der Karakoç. Yani insanı ancak Allah özgür kılar. Kitabın isminde üzerinde duracağımız diğer kelime amentü. Üstad şöyle diyor; 'Benim amentüm, bir nesil amentüsüdür. Tek kişiye ait olmanın derinliği yanında, toplumun koro sesi gibi çoğul, çok yanlı bir yaygınlık özelliği de vardır. Sadece bir mutlu inanç metni değil, bir iş, eser, tarih örme, coğrafyaya hakikat rölyeflerini verme kavgasıdır’ diyor Karakoç.”

Ateş, bu eserin, Karakoç'un fikir planında çıktığı yolun ve neden çıktığının bizlere özetini sunan, özelliklere gençlere hitap eden ve Karakoç'un zihnindeki gençliği ifade eden bir eseri olduğuna değindi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bu eserde yazarın fikir planından daha ziyade, kendini bir diriliş eri olarak görmesi, ruhunun derinliklerinde yatan aksiyonun bir göstergesidir. Savaş meydanında savaşan bir kişi olarak resmeder kendisini, çağının İslam düşüncesinin izinde, İslam’a aykırı olan düşüncelere savaş açmış bir diriliş neferidir. Üstadın hedefi, İslam medeniyetini çağa uydurmak değil, çağın ona uymasına çalışmaktır.”

Tevhidî Varoluş

Ramazan Kayan’ın Tevhidî Varoluş eserini sunan Asiye Turgud, kitap hakkında şunlara değindi: “Tevhid, İslam’ı hayatın her alanına yaymaktır. Allah’tan başka hiçbir anım, alanım, amacım olamaz demektir. Gereği gibi tevhid için gereken haklar 5 ayette açıklanmıştır. Bunlardan ilki ‘Hakka kadrihi’, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir etmektir. İkincisi ‘Hakka tukadihi’, hakkıyla takva sahibi olmaktır. Üçüncüsü ‘Hakka cihadihi’, hakkıyla cihat etmektir. Dördüncüsü ‘Hakka tilavetihi’, Kitabı hakkıyla tilavet etmektir. Hayat kitabı olan Kur’an-ı Kerim’e hayatımızı açmadan tilavetin hakkını veremeyiz. Beşincisi ‘Hakka riayetihi’, İslam için ortaya sürdüğümüz tüm ahitlerimizi ve adaklarımızı hatırlayıp yerine getirmemizdir.

İlim Hikmet Vakfı kitap paneliKayan, kitapta namazla ilgili bölümde dirilişimizin namazla olacağını, bunun için önce namazımızı diriltmemiz gerektiğini kaydeder. İnfakla ilgili ise mülkün Allah’ın olduğunu, kimsenin vermemek gibi bir lüksü olmadığını ve bunun fakirin hakkı olduğunu söyler. Ramazan ayı ise dağınık belirsiz ve boş yaşamdan kurtulup kullukta toparlanmak içindir. “Ramazan ayında indirilen Kur’an-ı Kerim bizim hayatımıza inecek mi yoksa mushafla mahfuz mu kalacak” sorusunu sorar.

Müslümanlar İslam’ı sorgularken hep unutulan sünnetlerden bahsederler. Halbuki hayatımızdan çekilmeye yüz tutmuş farzların olduğunu, bunlardan birinin de “emri bil maruf nehyi anil münker” olduğunu söyler. Kitapta, “Geciken adalet” bölümünde şimdilerde adaletin uygulanmadığını, uygulananın yasalar yığınından ibaret olduğunu, adaletin mahkum edildiği bir ülkede ise doğruların yerinin cezaevi olduğunu söyler. Kurtarıcı bekleme yanılgısının zulmün ömrünü uzattığını, halbuki bizim kurtarıcı olabileceğimizi hiç düşünmediğimizi belirtir. Ramazan Kayan, “ödünç özgürlükler” bölümünde liberalizmin, “dini hayattan uzaklaştırdığın müddetçe özgürsün” dediğini, Batılıların ise, Allah’ın semaya çekilmesini isteyen dolayısıyla insanı Allah’tan uzaklaştıran bir özgürlük tanımlaması yaptığını, ancak kullukla çelişen, vahiyle sağlaması yapılmayan bir özgürlüğün savunulmayacağını söyler.

“Gazi Gazze” bölümünde mazlumun ahının sadece zalimleri değil, Müslümanları da vuracağını, Gazze ile sınandığımızı belirtir. İnşanın sadece binalarla sınırlı kalmaması gerektiğinden de bahseden Kayan, yeryüzünde bir bilinç inşasının gerekliliğinden bahseder.

Yürek Devleti

Söz sırası Mustafa İslamoğlu’nun Yürek Devleti’ni işleyecek olan Fatıma Turgut'ta idi. Turgut, İslamoğlu'nun kitabında, hakikati keşfetmekle hakikatten bir parçayı keşfetmenin farklı şeyler olduğunu ve bu durumun üç tip kurban ortaya çıkardığını zikrederek bu kurbanları sıraladı. İlk olarak kitap kurbanları: Kur'an-ı Kerim'i okuyor olmak onu elinde, evinde, hafızanda, kitaplığında bulunduruyor olmak hidayete ve rahmete nail olmanın garantisi olamaz. Kitaplı bir dinin, kitaplı bir medeniyetin çocuklarıyız. Teknolojinin ürünlerini toteme, müziği ve sporu yarı çıplak rahiplerin yönettiği bir ayine dönüştüren modern zihniyetin ürünü olan kitapsız kuşaklar yetiştiriliyor.

İkincisi tesbih kurbanları: Zikrin yalnızca tesbih anlamına gelmediğini, bundan daha kapsamlı olduğunu Kur'an'dan öğreniyoruz. Biz müminlere hem zikir hem tesbih emredilmiştir. Bununla beraber dil ile zikir olan tesbihi küçümsemek, yoksaymak ya da terk etmek biz Müslümanlara yakışmaz. Cihad kavramının içinde öldürmenin yeri neyse, zikir kavramının içinde tesbihin yeri de orasıdır. Bir tesbih kurbanının itaat anlayışı, görerek değil körü körüne bir itaat anlayışıdır.

Üçüncüsü silah kurbanları: “Kalk devrim oldu şakası, kalk ezan okundu gerçeğinden daha uyarıcıdır” diyor İslamoğlu. Silah kurbanı gerçek inkılabın mahiyetini kavrayamamıştır. Kurban, götürebileceği küçük yüklere tenezzül etmez, sarıldığı büyük yükleri de kaldırmaya gücü yetmez. Turgut kitap hakkındaki sözlerini şu cümlelerle sonlandırdı: “Şeytan adlı düşmandan kurtulmak için içimize salih amelden muhafızlar dikmeli, içimizin ahalisini ayaklandırmalı ve önce içimizin dünyasında fitne kalmayıncaya değin, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar savaşmalı ve yürek devletini bileklere, topraklara, coğrafyalara taşımalıyız.İlim Hikmet Vakfı kitap paneli

Yoldaki İşaretler

Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler’ini anlatan Betül Sayın, kitabı tahlil etmeye adından başladı. Yazar kitaba “Yoldaki işaretler” ismini vermiştir çünkü kitapta bu yolda hak yolunda ilerleyen İslam davetçilerinin, İslam davası için mücadele verenlerin bu yolda ilerlerken dikkat etmeleri gereken noktalar anlatılmaktadır. Seyyid Kutup’un bu kitabı bir bakıma hakiki imanın ne olduğunu felsefî bir üslupla anlatan bir kitap olduğu gibi, “iman yolunda mücadele verirken hangi metot ve strateji uygulanmalıdır” sorusuna da cevap verilen önemli bir eserdir.

Sayın sözlerine şöyle devam etti: Seyyid Kutup denilince akla ilk bu kitap gelir, zaten Seyyid Kutup’un idam edilmesinde bu kitap önemli bir etkiye sahipti. Seyyid Kutup bu kitabında bu yolda yürüyen Müslümanlara Kuran’ın işaret ettiği şeylere dikkat çeken, işaret eden ayetleri gösterip, gözümüzden kaçan ayetleri önümüze koyar. Kutub, bu yolda sapmadan doğru bir şekilde ilerleyebilmek için sahabeler gibi İslam’ı yaşayıp, yaşadıkları islam’ı nasıl hakim kıldılarsa bizim de o şekilde hakim kılmamız gerektiğinden, “La ilahe illallah” diyen herkesin cahiliye toplumu ile ilgili bütün ilişkilerini kesip yalnızca Allah’ın egemenliğine girmeleri gerektiğinden bahseder. İslam, inanç sistemini tek olan Allah’a kulluk etme temeline dayandırır. Bu kulluk ilkesini itikad, ibadet ve yasama sisteminde hayata geçirir. Allah’ın şeriatına bağlanmak, insan hayatı ve diğer kainata hükmeden ilahi düzen arasındaki zorunlu bağlantının bir gereğidir der.

İslam’da, Müslümanı İslam ümmetinin bir üyesi yapan inanç biçiminden başka bir milliyetçilik anlayışı kesinlikle olmadığından, iman bağı sayesinde kabilecilik, milliyetçilik ve bölgecilik asabiyetlerinin tamamen ortadan kaldırıldığından bahsedilir. Allah’ın dilediği mutlaka olur. Bu, mücadele sürecinde çekilen acılar ve verilen kurbanlar karşılığı olarak değildir. Çünkü dünya karşılık verme yeri değildir. Sadece Allah’ın davet görevinin onun takdiri gereğince tebliğ edilmesi, onun davasının ilahi yönteminin bizzat kendi seçtiği kullar tarafından onun dilemesiyle yerleştirildiği yerdir. Böylesine bir anlam taşıyan seçilme olayı dünyavi ödül olarak müminlere yeterlidir. Bu ödül yanında dünyevi nimetler, yaşam boyunca karşılaşılacak sevinçler acılar basit kalır.

İnsanın Dört Zindanı

Ali Şeriati’nin İnsanın Dört Zindanı adlı eserini sunan Rümeysa Kürkaya ise Şeriati’ye göre günümüzdeki temel problemin insan olduğuna, insanın ne olduğunu kavramadan kültürü, eğitimi, öğretimi, toplumu düzeltme çabalarımızın boşuna olduğuna, beşer ve insanın farklı kavramlar olduğuna, beşerin hedefinin insan olması gerektiğine değindi. Şeriati’nin tezinin esasıyla ilgili şunları kaydetti: İnsanın dört zorunluluğu vardır, insan dört zindanın tutsağıdır. Bu dört zindan insanı bilinçten, seçim yapmaktan ve yaratıcılıktan alıkoyar. Bu dört zorunluluktan kurtulduğu zaman tam manasıyla insan olabilir.

Bu dört zindan, dört belirleyici şunlardır: Tabiat, tarih, toplum ve kendimiz. Bu dört zindanın ilki olan tabiat zindanından kişi Teknoloji ve teknolojiden önce tabiatı tanımayla kurtulabilir. Tarih zindanından tarih bilinci ve bilgisiyle kurtulabilir. İnsan, kendine egemen olan toplumsal düzenlerin kayıt ve bağından, topklum zindanından toplumsal bilimler sayesinde, toplumsal düzenleri incelemek ve karşılaştırmak suretiyle kurtulabilir. Son zindan ve çıkılması en zor zindan olan kendi zindanından kişi ancak aşk ile kurtulabilir. Kişinin özgürlüğü bütün bunlara isyan ettiği ve bunlardan kurtulduğu zamandır.

İlim Hikmet Vakfı kitap paneliMüslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

Rasim Özdenören'in Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler’ini ise Şeyda Şirin sundu. Yazarın öncelikle günümüz dünyasında varolan bozukluklardan ve tersliklerden örnekler vererek kitabına başladığını belirten Şirin, bize bu örneklerden bahsederek konuşmasına devam etti. Doğmuş çocuğu doyurmak için sarf edilebilecek paranın, ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarf edildiği bir dünyada terslik olduğunu ya da iletişim araçlarının bu kadar gelişmiş olmasına rağmen insanların iletişimsizlikten bu kadar yakındıkları bir dünyada bir bozukluk olduğunu dile getirdi. Peki Müslüman bu tersliklerin, bozuklukların ne kadar farkında? İşte bu kitap Müslümanın bilincinin ne kadar açık olduğunu sorguluyor.

Bugün Batı'ya açıldığını söyleyen hemen her ülkede bilinçli ya da bilinçsiz Amerikan hayat tarzının izlerini görmek mümkündür. Mevcut hayat tarzı insanın nefsani yönüne hitap eden bir görüntüye sahip. Daha rahat, daha huzurlu, daha kolaylık sağlayacak araçlar nefsani yanımızı o kadar çok kabartıyor ki bir süre sonra yetinme, iktifa duygumuzu kaybediyoruz.

Günlük hayatta kullandığımız tabirlere bakalım biraz da. Dinî görevlerimiz… Nedir dinî görevlerimiz? Müslümanın dini olmayan bir hayatı var da din dışı görevleri mi mevcut! Din kuşatıcıdır, sokakta takındığı tavırdan tutun da uyurken uyanırken, tırnak keserken, konuşurken, susarken… Hayatın her alanında dinle bir bütün olmak gerekmez mi?

Peki, bizim sıkıntımız ne? Sıkıntı İslam’ı anlayamamakta… Anlayabilmemiz için Batının bizim gözlerimize taktığı gözlükleri çıkarıp atmamız gerekiyor. Çürük temellerimiz üzerine İslam binasını kurmamız ne kadar doğru? İslam, hayatımızın belli bir anını anlamlandırmak için ya da hayatımızda bir çeşni bulunsun diye yok.

Şirin konuşmasını şöyle sonlandırdı: Kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olmanın yolu nedir peki? Rehberimiz sahabeler olmalı, Asr-ı Saadet olmalı. Onlar o kötü dünyada iyi bir Müslüman olarak kalabilmişler, Müslümanca bir bakış açısını hayatlarının her alanına yerleştirmişler. Onlar bizim örneklerimiz olmalı.

Bu kitap sunumlarından sonra katılımcılardan sorular alınarak panele son verildi. Farklı kitap panellerinin bizi farklı düşünceler, coğrafyalar, eserler, kişilerle tekrar buluşturmasını temenni ederek dinleyicilere veda edildi.

 

Eşfa Uzunçayır ve Amine Büşra Kaçmazer haber verdi

YORUM EKLE
YORUMLAR
Fatih PALA
Fatih PALA - 10 yıl Önce

Kardeşlerimize maşaAllah. Takdire şayan bir organize. Gençliğin artık çok uzak durduğu ve hatta aklına bile getirmediği bir iş yapmak, selam durulacak bir hürmet gerektirir. Kitap okuyacaksınız ve bunu insanlar, başkalarıyla paylaşacaksınız! Ne kadar güzel bir eylem, ne erdemli bir gelişme... Lakin Mevdudî unutulmasaydı ne iyi olurdu! Bir Dört Terim'le, bir Gelin Müslüman Olalım'la, bir Hitabeler'le anılmalıydı aslında. Başka bir bahara diyelim o vakit. Sağ olsun kardeşlerimiz, var olsunlar...

banner36