Prof. Dr. İsmail Kara, 18 Ocak 2020 tarihinde Bilim ve Sanat Vakfı'nda 2019 yılının sonlarında yayımlanan “İslamcıların Siyasi Görüşleri: Hürriyet Müsavat Uhuvvet” kitabı üzerine bir konuşma yaptı. Hoca konuşmasında çağdaş İslam siyaset düşüncesinin kaynakları, sorunları ve imkânları üzerinde durdu. Verdiği en önemli mesaj, siyaset ve siyaset düşüncesi üzerinden konuşuluyorsa da, aslında meselenin yeni İslam yorumlarına dayanmasıdır.
19. ve 20. asırda siyasetin ön planda göründüğünü belirten İsmail Kara bunun, kısmen doğru olsa da, aldatıcı bir görüntü olduğuna dikkat çekerek başladı konuşmasına. İslam dünyasının tüm problemlerinin siyasetle alakalı olmakla birlikte, bunların temelinde modern İslam yorumlarının yer aldığını söyledi ve şöyle devam etti: “Görüntü siyaset alanını ve buna paralel olarak siyaset düşüncesini öne çıkarıyor olsa da -esas mesele- Türkiye, İslam dünyası ve dünya yoluna nasıl devam edecek sorusudur. Soruyu buraya çıkarmamız lazım.”
İsmail Kara’ya göre İslam dünyasındaki farklı görüşlere sahip grupların en fazla birleştikleri veya birbirlerine yaklaştıkları alan siyasi düşüncelerdir. Türkiye, İran ve Mısır üzerinden bakıldığında bu açık bir şekilde görülebilir. Kara bunun sebebini şu şekilde izah ediyor: “Aslında kalıp ifadeleri kullanacak olursak milliyetçiler, İslamcılar ve Batıcılar arasında en çok yakınlaşmanın olduğu alan siyasi düşünce alanıdır. Bunun sebebi muhtemelen hilafet-saltanat sisteminden meşrutiyete cumhuriyete geçiş söz konusu olduğu zaman bütün bu fikir akımlarının hepsinin aynı fikirleri savunuyor olmalarından kaynaklanıyor olmalıdır.”
İsmail Kara Hoca hilafet ve saltanat sisteminden meşrutiyete, cumhuriye veya demokrasiye akış gündeme geldiği zaman üzerinde mutlaka durulması gereken problem alanları olduğuna dikkat çekti. Bunlardan biri, İslamcılar dahil olmak üzere, aydınların hepsinin kanaatlerinin hilafet ve saltanat sisteminden uzaklaşılması gerektiği yönünde olmasıdır. Hocaya göre burada tehlikeli kelime “saltanat”tır. Çünkü hilafet ve saltanat sisteminin zayıf ve gayrimeşru hale getirilmesinde araçsallaştırılan kavramdır saltanat. Bu kavramın anlamı budanarak hanedan sistemi, iktidarın babadan oğula geçmesi, istibdat, saray hayatı, israf-debdebe ve haremle özdeşleşmiştir. Hanedan kavramının bu şekilde içinin boşaltılması ideolojik bir saptırmadır. Hilafet ve saltanat sistemindeki “hilafet”e karşı çıkılamayacağı için sistem “saltanat” kavramı üzerinden yıpratılmış ve devre dışı bırakılmıştır.
Devre dışı bırakılan sadece hilafet ve saltanat sistemi değildir
Oysa saltanat, otorite demektir. Hocaya göre saltanat kelimesini bu anlamda Hülefa-i Raşidin dönemi için de kullanabiliriz ve hatta kullanmalıyız. Peki devre dışı bırakılan şey sadece siyasi bir sistem midir? Bu noktada İsmail Kara Hocanın sözleri dikkat kesilmeyi hak ediyor: “Devre dışı bırakılan şey sadece hilafet saltanat sistemi değildir. Bunun yanında İslam siyaset düşüncesinin hem teorik hem pratik bütün tecrübeleri devre dışı kalıyor. İslam düşünce literatüründe farklı ilim dallarında oluşan İslam siyaset düşüncesinin büyük birikimi hilafet ve saltanat sisteminin aşağıya inmesiyle aşağıya iniyor. Akademik çalışmalar hariç bunlar bir daha canlanmıyor desek yeridir. Yine 19. yüzyılda canlanan İbn Haldun vurgusu hariç.”
Hilafet ve saltanat sisteminin tarihe karışmasıyla gözden düşen ve unutulan bu birikimin canlanmayacak olması büyük bir kayıp. Zira fıkıh, İslam felsefesi, kelam ve tasavvuf alanında siyaset düşüncesine dair oluşan devasa bir literatürden bahsediyoruz. Ki nasihatnameler, siyasetnameler, Kelile ve Dimne tarzı eserlerin tamamı da bunun içine girmekte. Bu düşünce geleneğimizden kopuş anlamına gelmekte ve genelde İslam düşüncesinin, özelde İslam siyaset düşüncesinin sürekliliğine indirilen büyük bir darbedir. İsmail Kara’ya göre bugün İslam siyaset felsefesi çalışmak isteyenlerin kesinlikle yönelmeleri gereken konulardan biri budur.
Bir taraftan aralarında geçişkenlikler olan farklı disiplinler içinde teşekkül etmiş İslam siyaset kültürü hilafet ve saltanat sistemiyle birlikte tedavülden kalkarken diğer taraftan da çağdaş İslam siyaset düşüncesi ortaya çıkıyor. Hoca, “çağdaş İslam siyaset” terkibindeki “çağdaş”, “İslam” ve “çağdaş İslam” kavramlarının üzerinde uzun uzun düşünmek gerektiğini söylüyor.
Peki, bu çağdaş İslam düşüncesi nereden doğdu? Kaynakları nelerdir? Klasik İslam düşüncesi literatüründen beslendi mi? Bu can alıcı sorunun cevabı şöyle: “Klasik İslam siyaset düşüncesi literatürün buraya intikal etmediğini daha doğrusu ettirilmediğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu yeni çağdaş İslam siyaset düşüncesi, geleneğin yeniden yorumlanması veya yeniden harmanlanması üzerinden kurulmuş değil. Neyin üzerine kuruluyor? Sade bir şekilde söylersek aslında İslamcıların siyasi düşüncesi dediğimiz bu düşünce alanı iki ayak üzerine kuruluyor. Bunlardan biri kaynaklara dönüş hareketiyle irtibatlı olarak Kur’an, Sünnet ve İslam’ın ilk dönemleridir. Bu dönem dört halife dönemiyle birlikte bitiyor ve sonrasından ayrılıyor. Dört halife döneminin de bu süreçle irtibatı kesiliyor. Burası çok önemli… Bu bölünme her konuda mutlaklaşmış bir ayrımdır. Çoğu insan bu kategorik ayrımın modern döneme ait olduğunu bilmez.”
Hocanın tarifine göre kaynakların yeniden yorumlanması, kavramların yeniden tarif edilmesi ve yeni kavramların devreye girmesi anlamına gelir. İslamcıların siyasi görüşlerinin şekillendiren ikinci kaynak ise modern Avrupa medeniyeti tecrübesidir. İslamcıların bu gerçeği pek dile getirmediklerine vurgu yapan İsmail Kara, İslamcıların Avrupa tecrübesinden hem fikri olarak hem kurumsal hem de uygulama biçimi açısından etkilendiklerini söylüyor.
Çağdaş İslam düşüncesi hangi kaynaklardan besleniyor?
Bu noktada tekrarlamakta da fayda var. İsmail Kara’nın söylediklerinden hareketle çağdaş İslam düşüncesi iki kaynağın harmanlanmasıyla tezahür etmiştir:
- Kaynaklara geri dönüş hareketi;
- Modern Avrupa medeniyeti tecrübesi.
Bir sonraki adımda Hoca sözlerini çok daha önemli bir noktaya getiriyor. İslam dünyası açısından işlerin neden sarpa sardığını, neden bizlerin dünyaya bundan yüz yıl önceki Müslümanlar gibi bakamayacağımızı, hasılı esas derdimizi dile getiriyor. Zira İslam düşüncesi geleneğinden kopuş, sadece çağdaş İslam siyaset düşüncesine mahsus değildir. Bu realite dereceleri farklı olmakla birlikte İslami ilimler için de geçelidir. İsmail Kara Hocanın ifadesiyle buna “Peygamber efendimizin hayatının yazılması” da dahildir.
Burada Hoca Mehmet Akif Ersoy’un şu beytini hatırlatıyor:
“Doğrudan doğruya Kur'ân'dan alıp ilhamı
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı”
İsmail Kara, konuşmasının devamında siyaset düşüncesi veya düşünce tarihi çalışmalarının yoğunlaşması gereken problem alanlarına işaret ediyor.
- Bu terkibin (yani çağdaş İslam düşüncesinin) yorum çabalarının kapasitesi. “Bu sistemin hem Türkiye için hem de İslam dünyası için dünü ve bugünü taşıma kapasitesi nedir?” sorusunun derinlemesine müzakere edilmesi gerekmektedir.
- Üzerinde durulması ve yüzleşilmesi gereken ikinci problem alanı: Bu yorumlama çabasıyla klasik İslam siyaset düşüncesine müktesebatına nüfuz edebilir miyiz? Çağdaş İslam düşüncesi bizi klasik kaynaklara yönlendirir mi?
- Bu yorumlama biçimi, gelecek söz konusu olduğunda ne kadar işimize yarayabilir? Türkiye ve İslam dünyasını taşıyabilir mi? Ya da nereye taşır?
Hocanın bu konudaki kanaati pek müspet değil. Çağdaş İslam düşüncesinin yorum ve kapasite açısından Türkiye ve İslam dünyasını taşımaya yetmeyeceğini ifade ediyor: “Çağdaş Müslüman aydınların kayda değer bir başarısından bahsedilecekse İslam siyaset düşüncesinin bazı kavramları ile modern Batı siyaset düşüncesinin temel kavramları arasında kurulan ilişkilendirmedir. Biat, seçim olarak yorumlanıyor; ehlü'l hal ve'l-akd parlamento olarak yorumlanıyor. Burada bir başarıdan bahsedilebilir. (Çağdaş İslam düşüncesinin) taşıma kapasitesi itibariyle ben şahsen zayıf olduğunu düşünüyorum. Bu ilişkilendirmenin klasik İslam siyaset düşüncesiyle irtibatının derin olmadığını düşünüyorum. Fakat burada bir genişleme alanı var. Ama bunun taşıma kapasitesi müzakereye açık. Benim gördüğüm en büyük problem çağdaş İslam düşüncesinin bütününe teşmil edilebilir (ama burada siyaset üzerine söylemek gerekirse) İslam siyaset düşüncesiyle irtibata geçmek hususunda büyük bir yetersizlik ortaya çıkıyor. Bu önemsenmesi gereken bir konu…”
İmkânlar ve sorunlar
Çağdaş İslam düşüncesinin bunu başarabilmesi için bütün İslam tarihi içinde hareket edebilme kabiliyetini kazanması gerekiyor Hocaya göre. Bunun önünde de engeller var elbette: “Eğitim sistemimiz, çalışma tarzımız hatta kafamızın çalışma biçimi.”
Bu dezavantajlarına rağmen modern eğitimin Müslümanlara sağladığı bir avantaj da var İsmail Kara’ya göre: “Modern düşüncenin tabiatı icabı İslam düşüncesi de modern dönemde tek tipleşiyor.” Bu önümüzde açılan büyük bir imkândır, zira İslam dünyasındaki eğitimli kesim, zihniyet olarak, tarihte görülmediği kadar birbirine yaklaşmıştır. Hoca buna Şii ve Sünni dünyayı da dahil ediyor.
Konuşmasının sonunda İsmail Kara, üç alanı hesaba katarak çağdaş İslam siyaset düşüncesinin üzerinde yeniden düşünülmesi gerektiğini belirtiyor:
- İslam siyaset düşüncesinin bütününe yeniden bakmak ve bunun imkânlarını araştırmak;
- Modern Avrupa düşüncesinin kendi dünyamızda nerede durduğunu tespit etmek, (yani istesek de istemeksek de bir şekilde içine dahil olduğumuz bir dünya olduğunu kabul etmek);
- Türkiye, Türkiye’nin tecrübeleri ve tarihi birikimi… Hocanın yukarıda da vurguladığı şekilde modern eğitim sisteminin eğitimli insanları birbirine yakınlaştırmış olması Türkiye açısından İslam dünyasına hitap etmeyi kolaylaştıracaktır.
Prof. Dr. İsmail Kara, tam ufukta ışık göründü, çözüm yolları belirdi derken kucağımıza pek üzerinde düşünmediğimiz bir gerçeği bırakarak tamamlıyor sözlerini. Önümüzde kendisiyle ne yapacağımızı bilmediğimiz ve pek de önemsemediğimiz bir problemi işaret ediyor: “Fakat bunlardan daha zor olan büyük kalabalıkların, vatandaşın kafasındaki siyasi kodların hala geleneksel usulle çalışıyor olmasıdır. Bu da üzerinde çalışılması gereken konulardan biridir.”
(Konuşmayı izlemek isteyenler buradan ulaşabilir.)
Beste Uğurlu
Ellrine ve kalemine sağlık bilgilendirici bir yazı olmuş