Daha önceki senelerde İlim Kültür Eğitim Derneği (İLKE) tarafından, İlmi Etüdler Derneği (İLEM) ve Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) desteği ile organize edilen İslam İktisadı atölyelerinin altıncısı, İLKE çatısı altında 2016’da kurulan İslam İktisadı Araştırma Merkezi (İKAM) tarafından yukarıda zikredilen kurumların da katkısıyla İstanbul Üniversitesi İslam İktisadı ve Finansı Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (İSİFAM) ev sahipliğinde 6-8 Nisan 2018 tarihlerinde düzenlendi. İstanbul Üniversitesi’nin tarihi atmosferinde düzenlenen etkinliğin bu seneki teması, İslam ekonomisi metodolojisiydi.
Atölyede şu isimler sunum yaptı: Masudul Alam Choudhury, Hafas Furqani, Monzef Kahf, Muhammad Akram Khan, Asad Zaman, Seif Tag el-Din, Shamim Siddiqui, Abdulkader Cassim Mahomedy, Mohd Mahyudi, Valentino Cattelan, Sabri Orman, Necmettin Kızılkaya, Hakan Sarıbaş ve İsmail Cebeci. Bu yazı vesilesiyle atölye izlenimlerimi (açılış dışında kalan 2 güne dair olanları), alana dair genel yorumlarımla birlikte sizlerle paylaşmak isterim.
Metodolojiyi oturtmanın zamanı geldi
Öncelikle, giderek artan sayıda düzenlenen İslam iktisadı ve finansı konulu etkinliklerinin daha özel konularda yapılmasının bir örneğini bu etkinlik vesilesiyle görmüş olduk. Ölçek ekonomisi yerine ‘küçük güzeldir’den hareket etmenin; çok geniş konulara dağılmış büyük konferanslardansa böyle özel meselelere odaklanmış daha ufak ölçekli programların alana daha fazla katkı yapabileceği kanaatindeyim.
İkinci olarak, bu seneki konu başlığının ayrıca önemli olduğunu düşünüyorum zira artık 50 yıl kadarlık bir geçmişi olan bu alanda gelinmiş olunan noktada metodolojiyi oturtmanın zamanı gelmiş gibi gözükmektedir. Metodoloji, bu alanın nasıl yapılandırılacağı ve nereye, ne şekilde yönlendirileceği hususunda bize yardımcı olabilecek en temel öğelerden birisidir.
Üçüncü olarak, etkinliğin öne çıkan bir unsuru da çoklukla ‘sipariş’ üzere kabul edilen çalışmalardan oluşmasıdır. Alanda çalışan birisi olarak gözlemleyebildiğim temel sorunlardan bir tanesi, özel bir konu dahi belirlense gönderilen çalışmaların birçoğunun seçilen konuyu da es geçerek belli bazı konulara (özellikle İslami finanstaki günlük meselelere) odaklanmasıdır. Bu sorunu önlemek ve kabul edilen makalelerin kalitesini artırmak adına takip edilen sipariş usulünü bu anlamda etkin buluyorum. Fakat elbette ki bu yöntem de kendi içerisinde geliştirilebilir haldedir.
Bizzat alanın gelişmesine katkıda bulunan isimlerden faydalanma imkanı
Yukarıda zikrettiğim son maddeden devam edip atölyeye dair daha özel tespitlerime geçecek olursam, sipariş usulünden hareketle özellikle İslam ekonomisi metodolojisi hakkında bu zamana değin öne çıkan çalışmalar yapmış kişilerin atölyeye daveti söz konusu olmuştur. Bu da alandaki öğrenciler ve alana ilgi duyanların ilgili konudaki belli başlı isimleri canlı bir şekilde dinlemeleri imkanını sağlamıştır. Yeni oluşan bir alan olması hasebiyle birçok sorunla yüz yüze olsa da, bence bu nokta, alanın güzel yönlerinden bir tanesidir; alanın gelişmesine katkıda bulunan isimlerin birçoğu hâlâ hayattadır ve onlardan yararlanmak, onların neyi neden yazdığını ve iddia ettiğini bizatihi kendilerine sormak mümkündür.
Fakat bu zikrettiğim husus, yan etkilerden ârî değildir. Öncelikle, alanda öne çıkan birkaç ismin aynı anda bulunması; hocaların kendi fikirlerine sıkı sıkıya bağlı olmaları ve bunları savunurken de bunlara karşıt gördüklerini eleştirirken de fazla istekli olmaları hasebiyle, iletişim problemlerine sebebiyet veriyor; bunun herkesi kapsamayan genel bir temayül olduğunu da vurgulamak gerekir. Burada, Doğulu toplumların tartışma kültürü, soru sorma ve karşılık verme adabına dair genellemeler yapmaktan kendimi zor alıkoyduğum notunu da düşmek isterim. İkinci olarak, şahsım gibi bu alana dair bilgilerinizi uzun bir zaman boyunca sadece yazılı metinlerden edindiyseniz, o metinlerin sahiplerini canlı bir şekilde dinlemek, onların davranışlarını gözlemlemek ve hatta onlarla diyaloglarda bulunmak evet, gerçekten güzel bir imkan sunmaktadır. Lakin, bu aynı zamanda, okuduğunuzdan hareketle kafanızda geliştirdiğiniz imajdan bambaşka imajlar doğması riskini de barındırmaktadır. Risk dediysem de insanı gerçeğe eriştiren bir risktir bu.
En temel mevzularda dahi belirsizlik ve çözümlenmemişlik hissiyatı
Atölyenin içeriğine dair tespitlerime geçecek olursam, konuyu önemli ve bu konuya dair sunum yapanların konuyla alakalarını oldukça yeterli bulsam da 2 günün sonunda elimizde ‘yine’ çokça belirsizlik ve bir o kadar tartışma kaldığını söyleyebilirim ilkin. Bir önceki cümlede ‘yine’ üzerine yaptığım vurgu, belli bir miktarda benzer etkinliklere katılanların artık fark etmekte zorlanmadıkları bir gerçeğe; yani İslam ekonomisi ve finansı alanındaki taşların henüz yerli yerine oturmamasına binaen aşırı görüş farklılıkları, en temel mevzularda dahi belirsizlik ve çözümlenmemişlik hissiyatına dairdir. Bu noktada aklıma ister istemez şu soru geliyor: Yeni oluşan bir disiplin hep bu kaderi mi yaşamaktadır yoksa bu durum İslam ekonomisi ve finansı için daha bir özel midir? Eğer cevap bu ikincisiyse bunun sebepleri muhakkak teşhis edilmelidir.
Daha özele inecek olursam, tartışmaların özellikle şu gibi konular üzerinde yoğunlaştığını söyleyebilirim: İslam ekonomisi nedir? Batılı konvansiyonel ekonomiyle ilişkisi ne boyutta ve ne şekilde olmalıdır? İslam ekonomisinin metodolojisi neye, ne şekilde oturtulmalıdır? Bu soruların ilki, alanın gelişmeye başladığı tarihten itibaren cevaplanmaya çalışılmış bir sorudur. Nitekim Muhammad Akram Khan, Mumahhad Aslam Haneef ve Hafas Furqani’nin çalışmasına atıfla şu ana değin 24 farklı tanım getirildiğini zikredip bunlara bir yirmi beşincisini atölyede şu şekilde eklemiştir: “İslam ekonomisi, ilahi bilgi kaynaklarının insan tarafından anlaşılmış halini ekonomik probleme dair çalışmalara entegre eden sosyal bir bilimdir.” (Cümlenin İngilizce orjinalinden çeviri şahsıma aittir.)
İlahi bilgi kaynaklarının durduğu yer ve İslam ekonomisinin bir bilim dalı olup olmamasına dair tartışmaya aşağıda değineceğim lakin bazıları tanıma çok takılınmaması gerektiğini düşünebilir. Fakat gerek İslam ekonomisine nasıl bakılması gerektiği ve gerek amacının ne olduğunu yansıtması açısından tanımda bu denli farklılıklar olması çok da arzu edilir bir şey değildir (niye böyle olmadığının detaylarına burada girmeyeceğim).
“İslam iktisadı”na dair en keskin tartışma nerede yaşanıyor?
Yukarıda zikrettiğim ikinci soruya karşılık verilen cevaplar, en keskin tartışmalardan bazılarının yaşanmasına sebep teşkil etmektedir zira cevaplar şu iki uç da dahil geniş bir yelpazede yer almaktadır: Ekonomi diye bir bilimi hiçbir şekilde alamayız, bu nedenle her şeyiyle –kalitatif ve kantitatif anlamda- yeni bir yapılanma söz konusu olmalıdır. & İslam ekonomisi tıpkı ekonomi gibi pozitif bir bilimdir ve bu sebeple pozitif bir bilim olan ekonomiyi her anlamda ve her şekilde kullanabiliriz fakat arada ‘ufak’ bir fark vardır ki o da vahyin üçüncü bir kaynak olarak eklenmesidir.
Burada da uç salınımlarla Batılı sömürgeler altında kalmanın fikir dünyasına etkisi arasındaki ilişkiye dair genellemeler yapmaktan kendimi zor alıkoyduğum notunu yine düşmek isterim.
“Kur’an ve Sünnet’in kurucu rolleri dikkate alınmıyor”
Yukarıdaki üçüncü soruya verilen cevaplar açısından şu noktada –bekleneceği üzere- ortak bir görüş hasıl olmuştur; İslam ekonomisinin temel bilgi kaynakları Kur’an ve Sünnet’tir. Farklılaşmalar ve sorun tam da bu noktadan sonra açığa çıkmaktadır; araştırmacılar bu iki kaynaktan kendilerince ayet ve hadisler sunup bunlardan hareketle doğrudan günümüz olay ve durumlarına dair çıkarımlar yapılmasını istemektedir. Fakat aynı ayet ve hadislerle bambaşka çıkarımlara gidilebilmektedir! Hatta birçok durumda, kullanılan ayet ve hadislerden hareketle varılan sonuçlara nasıl varılabildiğini dahi anlamak zordur. Aslında bu, garipsenmeyecek bir şeydir zira ara bir yapı olmadan bu bilgi kaynaklarını kişiler kendilerince günümüz için kullanmaya kalktıklarında kişiler kadar yorum ortaya çıkmaktadır (bununla Protestanlaşma temayülü arasındaki ilişkiye girmiyorum.)
Nitekim Necmettin Kızılkaya, İslam İktisadı Çalışmalarında Yöntem Üzerine Bazı Mülahazalar başlıklı yazısında şu haklı eleştiriyi getirmiştir: “Yani İslam iktisadının üzerinde inşa edildiği kurucu değerler madem bu iki kaynaktır (yani Kur’an ve sünnet) ve bunlar hâlihazırda da mevcuttur, neden günümüzde İslam ekonomisine dair teorik bir çerçeve ortaya konulamamakta veya konmaya çalışıldığında belirli bir başarı elde edilememektedir? Bu ve yukarıdaki soruların cevabı Kur’an’ın ve sünnetin günümüz İslam iktisatçıları için bilgi kaynağı olmanın ötesinde bir anlam ifade etmemesinde aranmalıdır. Daha açık bir ifadeyle, Kur’an ve sünnet, günümüz İslam iktisadı çalışmalarında birer nesne olarak görülmekte ve kurucu rolleri dikkate alınmadan birer kaynak olarak kendilerine müracaat edilmektedir.” Bu tam da ‘araçsallaştırma’ dediğimiz şeye tekabül etmektedir.
İslam ekonomisi, bir sosyal bilim mi, bir ekonomi politik sistem mi, bir politika aracı mı?
Netice itibariyle bu 2 günlük atölyeden bana kalanları şöyle özetleyebilirim: İslam ekonomisinin gelişimi için bazı ortak noktalarda buluşmak adına daha eleştiriye açık, daha iyi sorular soran, daha mantıklı cevaplar sunan tartışma üslubuna ihtiyaç vardır. Bu cümlem, İslam ekonomisi diye bir şeyin var olması gerektiği varsayımını içerir. Bunu mantıksız ve/veya gereksiz bulanlar için gerek bu önerim gerekse yazının tamamı pek bir anlam ifade etmese gerektir. İlaveten, yukarıda zikrettiğim cümlem, ilerlemek adına farklı fikirlerin olması gerektiğini yadsımaz fakat en azından temel terminoloji (örneğin, atölyede hemen her konuşmacı felah kelimesini zikretmiş, fakat hemen hepsi bunu başka anlamda kullanmıştır) ve temel ortak noktaların belirlenmesi gerektiğine vurgu yapar.
İkinci olarak, İslam ekonomisinin ne olması gerektiğine karar vermek son derece elzemdir. Bir sosyal bilim mi, bir ekonomi politik sistem mi, bir politika aracı mı ya da bunların çeşitli kombinasyonları mı? Fakat her bir seçeneğin kendi içerisinde takip edilmesi gereken zorlukları vardır. Örneğin, Muhammad Akram Khan’ın önerdiği gibi İslam ekonomisini bir bilim haline getirmeyi arzu ediyorsanız bugün modern bilimin dayandığı temeller, varsayımlar, açmazlar da sizi takip edecektir. Nitekim bunu fark eden Khan, 1987’de yazdığı makaledeki çelişkiyi fark edercesine daha önce normatif olarak adlandırdığı İslam ekonomisini bu defa pozitif olarak tanımlama gereği duymuştur.
Burada ufak bir not düşüp alanla ilgili olanlara Khan’ın makalesinin, özellikle İslam ekonomisi alanına dair 17 dilemmayı özetlediği kısmını okumalarını özellikle tavsiye ederim. Zira sorun tespiti açısından oldukça yol göstericidir. Sorun tespiti açısından bir başka çarpıcı çalışma, Valentino Cattelan’ın İslam ekonomisi çalışmalarını Hamlet’in trajedisine benzettiği sunumdur.
Son olarak, araçsallaştırmadan ele alınan ilahi bilgi kaynaklarından günümüze bağlantı kuran yapının ana hatları ve sistematiği oturturmalıdır. Bunun içinse –tabiri caizse- tekerleği yeniden icat etmeye gerek yoktur zira geçmişteki fıkıh usulü bir örnek olarak durmaktadır. Fakat o ara dönüştürücü yapının ne şekilde kurulacağı çok ciddi mesai gerektirmektedir.
Zeyneb Hafsa
Kıymetli yazınız için acizane tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum. 200 yıllık bir meseledir bu, güzel çabalar var ama geriye dönüp bakınca acaba bir arpa boyu kadsr yol alamadık mi demekten kendini alamıyor insan.