İslam Düşüncesinde İbn Arabi'nin Yeri Üzerine Konuştu

Ekrem Demirli, Fütûhât-ı Mekkiyye derslerinde geçtiğimiz günlerde İbnü’l Arabî düşüncesinin İslam düşüncesindeki yeri üzerinde durdu. Serap Kılıç seminerden notlarını aktarıyor.

İslam Düşüncesinde İbn Arabi'nin Yeri Üzerine Konuştu

Tasavvuf düşüncesinin ülkemizdeki en yetkin araştırmacılarından olan Prof. Dr. Ekrem Demirli, Klasik Düşünce Okulu’nda Fütûhât-ı Mekkiyye derslerine başladı. 6 Şubat Pazartesi başlayan dersler bundan böyle her Pazartesi 19.00’da yapılacak. Klasik Düşünce Okulu, Üsküdar’da İskenderbaba Tekkesi’nde bulunuyor. Burada yapılan derslere devam edemeyecek olanlar Klasik Düşünce Okulu’nun web sitesinden dersleri canlı yayında takip edebilecek.

Geniş bir katılımla başlayan ilk derste Ekrem Demirli, İbnü’l Arabî düşüncesinin İslam düşüncesindeki yeri üzerinde durdu. Tasavvuf tarihinde İbnü’l Arabî’den niçin sufi-hakîm, takipçisi Sadreddin Konevî’den ise hakîm-sufi diye söz edildiğinden bahsetti. İbnü’l Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye ve Fusûsu’l Hikem’de bir İslam metafizik düşüncesi tesis etmek istemiştir. Fütûhât-ı Mekkiyye, İslam metafiziğinin bir hülasası niteliğindeki Fusûsu’l Hikem’in açılımıdır. Fütûhât-ı Mekkiyye, “fîhi mafih” yani “her ne varsa onda var” niteliğinde bir eserdir.

Ayân-ı sâbite düşüncesi

Demirli, ilk derste Fütûhât-ı Mekkiyye’nin girişinde yer alan “Hamd, şeyleri bir yokluktan ve yokluğun yokluğundan var eden ve şeylerin varlığını kelimelerinin yönelişine dayandıran Allah’a mahsustur.” cümlesini yorumladı. “Yokluk ve yokluğun yokluğu” ifadesi İbnü’l Arabi düşüncesinde çok önemli bir kavram olan “ayân-ı sâbite”ye işaret etmektedir. Ayân-ı sâbite, şeylerin Tanrı’nın bilgisindeki sabit hakikatleridir.

Demirli’ye göre vahdet-i vücûd düşüncesinin iki temel önermesi vardır. İlki “Vücûd Haktır” önermesidir. Abdurrahman Cami’ye göre sufiler bu önerme ile Tanrı’nın varlığını ispat zorunluluğundan kurtulmuşlardır. İkinci önerme ise “eşyanın hakikati Tanrı’nın bilgisinde sabittir” önermesidir ki bu önerme ayân-ı sâbitenin tanımıdır. “Vücûd Haktır” önermesi vahdet-i vücûd düşüncesini felsefeye yakınlaştırırken, ayân-ı sâbite düşüncesi ile bu yakınlık ortadan kalkar. Vahdet-i vücûd düşüncesine hususi kimliğini kazandıran ayân-ı sâbite düşüncesidir.

Demirli, vahdet-i şuhûd ile vahdet-i vücûd düşüncesi arasındaki ayrılığa da temas ederek vahdet-i şuhûdun aslında ayân-ı sâbiteye yönelik bir eleştiri olduğunu söyledi. Çünkü ayân-ı sâbite düşüncesi eşyanın kıdemi fikrini ortaya çıkarmaktadır. Ancak eşyanın kadim olması, bizatihi varlık olması anlamında değil, eşyanın kendisi bakımından yokluk, Tanrı’nın bilgisinde bulunması bakımından varlık olması anlamındadır.

İbnü’l Arabî’de “kelime” kavramı

Demirli, İbnü’l Arabî’de “kelime” kavramından da söz etti. İbnü’l Arabî’ye göre her şey “kün” sözünden var olduğuna göre her şeye kelime denebilir. İbnü’l Arabî her varlığa kelime diyerek Hristiyan teslis akidesini çürütmeyi hedef almıştır. Çünkü teslis akidesine göre Hz. İsa, Allah’ın kelimesidir. İbnü’l Arabî, Allah’ın kelimesi olmanın Hz. İsa’ya mahsus olmadığını, her varlığın “kün” sözünden meydana gelmiş kelimeler olduğunu düşünür.

Demirli, Aristo’nun insanı “düşünen canlı” olarak tanımlamasına karşılık İbnü’l Arabî’nin insanı “kevn-i camii hazreteyn” yani Hak ve halkı birleştiren bir varlık olarak tanımladığına değindi. Allah’ın bütün isimlerinin mazharı olan insan, mütekabil isimleri kendinde topladığı için camiü’l ezdâd’dır. Ayrıca İbnü’l Arabî insandan gölge varlık, berzah varlık diye de söz eder.

Demirli son olarak, tasavvufun, fail-i mutlak Tanrı fikri ve ilahi isimler nazariyesi ile tümdengelimsel yöntemi kullanan tek disiplin olduğunu ifade etti.

 

Serap Kılıç

YORUM EKLE