Tasavvuf, İslâm’ı anlamanın yollarından biri. Çokça tartışılması, onun etkili bir yol olduğunun da kanıtı aynı zamanda.
Tasavvuf, bir düşünce sistemi ve bir hayat tarzı olarak ortaya çıktığından beri üzerinde durmadan söz söylenen, şiddetli taraftarları olduğu kadar şiddetli muarızları da olan bir sistem.
Kuruluş ilkeleri arasında siyasete ve yöneticilere uzak durmak da olan tasavvuf, zaman zaman bu ilkeyi benimserken zaman zaman da yöneticilerle fazlasıyla hemhal olagelmiş.
Tasavvuf, üzerinde o kadar konuşulan bir sistem ki neredeyse herkesin kendince bir tasavvuf tanımı, bir tasavvuf anlayışı var.
Prof. Dr. İrfan Gündüz de yıllardan beri tasavvuf konusuyla uğraşan, bu konudaki bilgisini sadece teoride bırakmayıp hayata da aktarma çabası içinde olan bir ilim adamı.
Şu anda İbn Haldun Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı sıfatını da taşıyan İrfan Gündüz, 4 Ocak Cuma gecesi Birlik Vakfı Bursa Şubesinde tasavvufla ilgili düşüncelerini paylaştı dinleyicilerle.
İbn Haldun tasavvufu nasıl tanımlar?
Konuşmasına, daha sonra da sık sık atıfta bulunacağı İbn Haldun’un tasavvufu tanımlayan “Tasavvuf, insanın doğumunu geri götürerek hilkatin hikmetini kavrama; ahiret hayatını ileri götürerek ölüme ve ahiret hayatına muttali olmadır.” sözüyle başlayan İrfan Gündüz, sohbeti boyunca bu sözün ışığında anlattı tasavvufu.
Her insanın içinde bir Musa (as) ile bir Firavun bulunduğunu, bunların durmadan kavga ettiğini söyleyerek sözlerine devam eden İrfan Gündüz, konuyla ilgili “İnancı ne olursa olsun her insan bu mücadeleyi kendi iç dünyasında yaşar. Allah insanı yarı meleksi yarı da hayvani duygularla yaratmıştır. Bu duyguları hayatının ve bulunduğu toplumun her alanında sergiler insanoğlu. Siyasette, ekonomide, iş hayatında… akla gelebilecek her yerde Musa (as) ve Firavun mücadelesi vardır. İçinde Firavun’u boğanlar Cebrail’den daha üstün olabilirken Musa’yı (as) boğanlarsa aşağının en aşağısı seviyesine düşerler.” açıklamalarını yaptı.
Yine İbn Haldun’un sözüne atıfta bulunan İrfan Gündüz, insanın doğumunu geri götürdüğümüzde, insanın Allah’a imanının tam olduğu bir noktaya gittiğimizi “İnsan daha dünyaya gelmeden önce Allah’ı bilir. Ruhlar âleminde ‘Evet, sen bizim Rabbimizsin!’ diyen insan, bu tanımayı ifade etmiştir. O zaman Allah’ı bilip onun nurundan bir parça olan insan, yeryüzüne gönderilerek beden adı verilen yeni mekânına hapsedildi. Bu şekilde insan geçmişini de unuttu, kabiliyetleri de kısıtlandı. Dünyaya gelişi öncesinde insan Rabbini bilip ona itaat eden bir kuldu. Dünya, onun birçok şeyi unutturulduğu ve böylelikle sınandığı bir yerdir aynı zamanda.” sözleriyle açıkladı.
Bedenimiz bizim hapishanemizdir
İrfan Gündüz, insanın bedene hapsedilmesine rağmen, özellikle sadık rüyalar sayesinde kendisinde daha önce var olan manevi kabiliyetleri kullanmaya devam ettiğini, sadık rüyaların ise insanın meleksi özelliklerinden ve hak olduğunu da Yusuf (as) örneği üzerinden açıkladı.
Konuya, İbn Haldun’un tasavvuf tanımı izleğinden devam eden İrfan Gündüz, sözlerini “Öte yandan insan, öldükten sonra meleklerle konuşabiliyor, cennet ve cehennem ile ahiret dünyasına ait birçok şeyi de müşahede edebiliyor. Demek ki insanın bunları yapmasına engel olan şey, dünyada bulunması ve bu bedene hapsedilmesidir. Ama biz, bazen başımıza gelebilecek şeyleri bile öğrenebildiğimiz sadık rüyalar sayesinde, dünya üzerinde olsak bile o manevi kabiliyetlerimizin olduğunu biliyoruz. İşte bize düşen, o manevi kabiliyetleri bedenin hapsinden mümkün olduğunca sıyırıp açığa çıkarmaktır. Peygamberler, bunu başarabilmiş insanlardır. Her insanda bu potansiyel vardır. Bize düşen de bu potansiyeli açığa çıkarmaktır.” cümleleriyle sürdürdü.
Sözün burasında İrfan Gündüz, tasavvufun hikmetinin, işlevinin ve amacının ne olduğunu şu sözlerle anlattı: “İşte tasavvuf, insanı bu hapsinden kurtarmak ister. Zaten tasavvuf sözcüğünün kökenini araştıranlar, tasavvuf sözcüğünün bir anlamının da insanı, doğumundan önceki o saf haline dönüştürmek olduğunu söyleyerek saf sözcüğüyle ilişkilendirirler. Her varlığın fıtratı gereğince bir üst varlığa benzemek istediğini biliyoruz. İşte insan da bir üst varlık olan peygamberlere benzemek ister. Tasavvuf da insana bunu nasıl yapması gerektiğini öğreten bir yoldur.”
Tasavvuf sözcüğünün kökeni nedir?
Tasavvuf sözcüğünün koyunyünü anlamına gelen bir sözle de ilişkilendirildiğini söyleyen İrfan Gündüz, tasavvuf sözcüğünün kökeniyle ilgili olarak konuşmaya devam etti. Tasavvuf sözcüğünün bir de ünsiyet ve nisyan kelimelerinden türetildiğinin söylendiğine dikkat çeken İrfan Gündüz, bunu da “Kur’an’da Allah insanda üç şekilde bahseder: 1. İnsanın fiziki varlığından söz edeceği zaman Allah “beşer” sözcüğünü kullanır insan için, 2. İnsanın ibadetlerinden söz edeceği zaman da onun için ‘abd’ kökünün türevini kullanır, 3. İnsana, kendine halife olabilecek bir varlık olarak, kendisine muhatap olabilecek bir varlık olarak baktığında ise, ona ‘insan’ demektedir Allah. İnsan ise bir rivayete göre ‘nisyan’ sözcüğünden türemiştir ve ‘nisyan’ da unutan demektir. İşte tasavvuf, Rabbine verdiği sözleri unutan insana bu sözleri hatırlatma yoludur.” sözleriyle açıkladı.
Ünsiyet sözcüğünün ise yakınlık demek olduğunu söyleyen İrfan Gündüz, insanın sevip muhatap olduğu şeylere yakınlık duyduğunu; bu yakınlığın ise daha çok dünyaya kaydığının bilindiğini söyledi. Tasavvufun, halvet yoluyla insanın dünyaya bu yakınlığını ahirete yöneltmeye çalıştığını söyleyen İrfan Gündüz, sözlerine şöyle devam etti: “Bir Cibril hadisi vardır. Bu hadiste Cebrail (as) Dihye-i Kelbi kılığında gelerek Peygamberimize ‘İman, İslam ve ihsan nedir?’ diye sorar. Hz. Peygamberimiz (sas) iman için imanın altı şartını, İslam için İslam’ın beş şartını söyledikten sonra ihsan için de “Allah seni görüyormuş gibi yaşamandır.” der.” İrfan Gündüz, insana Allah’ın kendisini görüyormuşçasına yaşamasını öğreten ilim dalının tasavvuf olduğunu; tasavvufun insan ile ihsanı bir araya getirmek istediğini söyleyerek sözlerini bitirdi.
Ahmet Serin