Kabul etmeliyiz ki bu yitikler bizim yitiğimiz ve bu sohbet bir anlamda peşine düşülmesi gereken yitiğimizi de hatırlatıyordu bize. Dünyada kaybolan her güzelliğin her iyi değerin sorumlularının öncelikle Müslümanlar olduğunu düşünürüm ben. Çünkü iyilik ve güzellikler bizlere emanettir ve bize de bu emanetleri korumak düşer. Bundan ötürü, kaybolan bir güzel şeyin hesabını kendimize sormamız gerekir bence.
İşte, Mustafa Keleşoğlu’nun anlattığı da bizim böyle bir yitiğimiz sanki.
Sözlerine, konunun öncesinin bulunduğunu hatırlatarak başlayan Mustafa Keleşoğlu, sözlerini “Geçen ay üzerinde durduğumuz hadis üzerinden sohbete devam edelim. ‘Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi komşusuna ikramda bulunsun, Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi misafirine ikramda bulunsun.’ hadisinden yola çıkarak komşuluk ve misafirlik hukuku üzerine konuşacağız inşaallah. Geçen ayki sohbetimizde din, sadece ‘tevhid-i hak, usulü hayr’ değildir demiştim. Yani din, sadece imandan ve sadece hayırdan ibaret değildir. Yani din hem iman hem de amel konusudur. Yani din, insandan hem Allah’ın varlığını ve birliğini bilip ona inanmasını ister hem de hayrın peşinde koşmasını ister. Biliyoruz ki insan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Öte yandan, biliyoruz ki Allah hem iyiliği hem kötülüğü halk edendir. Halk etmesine rağmen de Allah, kendisine kötülüğü haram, iyiliği vacip kılmıştır. İnsan da Allah’tan hiçbir kötülüğün tecelli etmeyeceğine inanmıştır. İşte insan, böyle bir Allah’ın temsilcisidir. Allah, kötülük yapmayı kendine haram kıldığını söyler ve insanı da yeryüzünde kendine halife yapar. İşte Allah’a yeryüzünde halife olan bu insanın yeryüzünde hayrı temsil etmesi gerekir. İnsan iyilik yaparsa bunu Allah adına yapar. Burada Allah’ın insandan beklediği şey, kendi hayrına insanın vesile olmasıdır. Dolayısıyla halife kılınan insana düşen şey de sadece hayır olmalıdır. Bunu bilen mümin kişi de her zaman hayrın peşinde koşmalıdır. Kendisine kötülük yapılan bir mümin de yine iyilik yapmalı, iyiliğin peşinde olmalıdır. Kötülüğe kötülükle, iyiliğe iyilikle karşılık vermek halifenin işi değil, ticaret yapmaktır. Peygamberimiz ‘Bana iyilik yapanlara iyilik, kötülük yapanlara kötülük yaparım.’ diyenlerden olmayınız, diye müminleri uyarır. Dolayısıyla din, kendine iman edenden hep hayır işlemesini ister.” uyarıcı cümleleriyle sürdürdü.
Allah’ın murat ettiği kişi kimdir?
Konuya girişte iyilik yapma ve komşuluk ilişkileri dolayısıyla mümini de tarif etmiş olan Mustafa Keleşoğlu, müminin hayır ve şerre karşı tutumunu da “Peygamberimize biri gelerek ‘Allah’ın murat ettiği kişi kimdir, Allah’ın murat etmediği kişi kimdir, diye sorar. Peygamberimiz de ona ‘Sen bu sabaha nasıl biri olarak eriştin?’ diye sorar ve karşılığında ‘Ben hayrı bilen, hayrı isteyen, hayır peşinde koşanlarla olmak isteyen ve bir hayrı yapamazsam üzülen biri olarak sabaha eriştim.’ der. Peygamberimiz ona cevaben ‘İşte Allah, senin bu saydıklarının peşinde olanları ister.’ Bunlar, Allah’ın murat ettiği şeylerdir. Allah, razı olacağı insanlara bunları yaptırır. Sen diğerini istesen Allah sana onları yapmayı nasip ederdi ve sen diğerlerinden olurdun.’ der. bizim iman etmekle verdiğimiz en önemli karar, hayrın temsilcisi olma kararımızdır. Müslüman, nerede hayır fırsatı bulursa onu yapmak ister, onun sevabını kazanacağını umar, hayrı isteyenleri sever; eğer bir hayrı kaçırırsa da hayrı kaçırdığı için üzülür.” sözleriyle anlattı.
İnsanın her şeyi kendi bulunduğu yerden tarif ettiğini biliyoruz. Bu konu hayır işleme ve iyilik yapma konusunda da böyledir. Mustafa Keleşoğlu, işin çok da böyle olmadığını “İnsan hayrı değil, hayır insanı seçer. Düşünün ki kendisine hayır yapılacak insan, birçok insanın içinden sadece birini gelir. Bu, hayrın insanı seçmesidir aslında. İnsanın da buna aday olması gerekir ve bunu yapamazsa da buna üzülmelidir. Çünkü Allah, murat ettiği hayrı insan eliyle gerçekleştirir. Bunu da insanı şereflendirmek için yapar. İnsan da bunu bilmeli ve hayrı yapmak için yani şereflenmek için çabalamalıdır. Allah, şereflendirmek için insanların arasından birini seçer ve murat ettiği hayrı gerçekleştirmesini ondan bekler. Olaya bu açıdan baktığımızda, dinin semeresi hayır olan amellerdir. İnsanın sadece iman sahibi olması yeterli değildir. İnsan, iman ve ilimden sonra hayır ameller işlemelidir. İnsanın hayırda kemale ermesi için sevdiklerinden de infak etmelidir.” cümleleriyle not düştü.
İnsanın en şereflisi kimdir?
Mustafa Keleşoğlu, müminin muhatabının sadece müminler olmadığını, onun muhatabının müminler de dâhil olmak üzere tüm yeryüzü olduğunu da şu sözlerle anlattı: “Peygamberimiz, ‘İnsanların en şereflisi, kendinden hayırdan başka bir şey gerçekleşmeyen insandır. En şerlisi ise kendinden kötülük beklenen ve gerçekten de o kötülüğü yapan insandır.’ der. Bu, aynı zamanda müminin tarifidir. Mümin, etrafında kim olursa olsun, herkesin kendisinden emin olduğu kişidir. Mevlana’nın cenazesinde Ermeni’si de Rum’u da gayrimüslimi de vardı. Bu, ancak herkesin kendinden emin olduğu kişi için geçerlidir. Çünkü her varlık iyiliği bilir ve sever. İyilik yapanın da değerini bilir. Bir müminin sürdürdüğü hayatta yapacağı hayırlardan ilk yararlanacak kişiler, onun ailesidir. Furkan suresinde Allah ‘Onlar infak ettiklerinde israf etmezler, kısmazlar da.’ der. İnsanın hayrından çocuklarını yararlandırması istenen bir şeyken yararlandırırken de kısması ve israf etmesi istenmeyen bir şeydir. Fakat insanın komşuları da vardır. Komşular da bu hayırdan yararlanmalıdır. Çocuklarına iyi olup komşularına kötü olmak amelde münafıklıktır. Dolayısıyla mümin, bulunduğu her mekânda kendinden emin olunan ve kendinden her zaman hayır beklenen kişidir. Böylelikle Allah, yapmayı dilediği hayrı, önder olarak seçtiği kişiler aracılığıyla yerlerine ulaştırır. İnfak etmenin kişiyi önder kılmak gibi bir özelliği de vardır. Hayırlı bir mümin, başkasına hayrı dokunandır.”
Üç çeşit komşu vardır
İdeal müminin fotoğrafını anlattıklarıyla çizen Mustafa Keleşoğlu, müminler olarak kendimize ne kadar da yabancılaştığımızı anlatıyor gibiydi bir yandan da. Bunu komşularımızla ilişkilerimize bakarak da anlamamız mümkün. Mustafa Keleşoğlu, müminin komşularıyla ilişkileriyle ilgili de “İslam, müminlerin komşularına ikram etmelerini ister. İkram sözcüğü hem gönüllülüğü hem de güzel şeyi karşılar. Dolayısıyla ikram gönülden ve güzel şeylerden olmalıdır. Peygamberimiz “Cebrail bana komşuya ikram etme konusunu o kadar anlattı ki sonunda komşunun komşuya mirasçı olacağını zannettim.” der. Peygamberimiz, üç çeşit komşudan bahseder: Müşrik komşu… Bunun tek hakkı vardır. O da komşuluk hakkıdır. İkinci olarak Mümin komşudan bahseder. Bunun hem mümin hem de komşu olma hukuku vardır. Üçüncü olarak da hem komşu hem mümin hem de akraba olan komşu vardır. Her üç komşunun hukuku farklıdır. Yakınlık arttıkça sorumluluk da artmaktadır. Muaz bin Cebel ‘Resulullah’a komşunun komşuya hakkı sorulduğunda Peygamberimiz ‘Senden borç isterse borç vermen, yardım dileyince yardım etmen, hastalanınca ziyaret etmen, muhtaç olunca ihtiyacını görmen, fakirleşince yardım etmen, bir hayra kavuşunca tebrik etmen, musibete uğrayınca taziyede bulunman, ölünce cenazesine katılman, izni olmadıkça binanı onun binasından daha yüksek yapıp onun rüzgarına engel olmaman, çorbandan az da olsa ona göndermek suretiyle onun kokudan rahatsız olmasının önüne geçmen, bir meyve satın aldığında ona da hediye etmen, eğer meyve hediye edemiyorsan bunu komşuya göstermemen…’ hadisini nakletmiştir. Özet olarak güç yettikçe komşuya ihsanda bulunmalıdır. Bir başka hadis-i şerif ‘Komşularına ihsanda bulun ki Müslim olasın.’ şeklindedir.” sözlerini söyledi.
İkram güler yüzle başlar
Müslümanın komşularla ilişkilerini bu şekilde anlatan Mustafa Keleşoğlu, müminin misafire karşı yapması gerekenleri de “Misafire ikram konusuna gelince… Misafire ikram, öncelikle onu güler yüzle karşılamaktır. Güler yüz, misafirin gelişinden memnun olmayı ifade eder. Her şekilde misafir, güler yüzü ve ikramı hak eder. Misafir, evinden uzak kişi olması hasebiyle Allah’a yakındır. Aynı zamanda misafir, evinden uzakta olduğundan evinin imkanlarından da mahrumdur. Kişi zengin olsa bile bu mahrumiyet duygusu yine vardır. Bu yüzden öncelikle misafire güler yüzle davranmalıdır. Sonra da misafire karnının aç olup olmadığını sormadan sofra kurmalıdır. Misafir açsa yiyecek, yoksa yemeyecektir ama böyle yaparak onu mahcubiyetten kurtarmış oluruz. Düşünüldüğünde, bunlar zor şeyler de değildir. Müminin misafire bizzat kendisinin ikram etmesi istenir. Hazreti Peygamber (sas) Habeşistan’dan gelen misafirlerine bizzat kendi hizmet ettiğinde, bu, sahabenin zoruna gider ve hizmetleri kendileri yapmak ister. Hazreti Peygamber (sas) bu isteğe karşı çıkarak Allah’ın isteğinin kendi yaptığı gibi olduğunu söyler. Eğer misafir yoksul ve muhtaç ise o ayrılırken ev sahibinin misafirin yanına en az bir günlük ihtiyacını karşılayacak hediye de vermesi gerekir. Sofrada ev sahibinin misafiri teşvik için ‘Buyrun, bundan da alın’ demesi caizdir. Ev sahibi bunları yaparken misafirden herhangi bir şey, bir övgü de beklememelidir. Eğer bunu umar ve beklerse ona bir mükafat olmaz. Zaten misafir ağırlamak mükafatı yüksek bir iştir. ‘Misafir giderken suyun kiri alıp götürmesi gibi ev sahibinin günahlarını alır götürür.’ derler. Hazreti Peygamber (sas) ‘Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ederse caizesini misafire ikram etsin.’ demiştir. Misafirin caizesinin ne olduğu sorulduğunda Peygamberimiz, ev sahibinin bir gecesi ve bir gündüzü olduğunu söyler.” sözleriyle anlattı.
Misafir de ev sahibine zulmetmemeli
Hukukun tek yönlü olmayıp karşılıklı sorumluluklar bütünü olduğunu da ev sahibi misafir ilişkisi üzerinden “Misafirlik üç gündür; üç günden fazlası sadakadır. Misafire, ev sahibini günaha sokacak kadar onun yanında kalması helal değildir. Hazreti Peygamber’e (sas) misafirin ev sahibine eziyetinin nasıl olduğu sorulduğunda, Peygamberimiz ‘Misafir, adamın yanında kalır. Halbuki ev sahibinin de kendisine ikram edeceği bir şeyi de yoktur.’ cevabını verir. Hazreti Peygamber (sas) ‘Misafir ağırlayan eve hayır, bıçağın devenin hörgücüne ulaşmasından daha hızlı ulaşır.’ der bir başka hadisinde. Yine bir başka hadiste, misafirin kapıya kadar uğurlanması gerektiği ifade edilir. Unutulmamalıdır ki mazlumun duası, babanın çocuğa duası ve misafirin ev sahibine duası makbuldür.” sözleriyle anlatan Mustafa Keleşoğlu, hayır dualar ederek sohbetine son verdi.
Ahmet Serin