Hz. Peygamber'i dünyaya nasıl anlatmalıyız?

Tarık Ramazan, 'Türkiye’de Tüm Yönleriyle Siyer Çalışmaları' sempozyumunda 'Peygamber’i Dünyaya Nasıl Anlatmalıyız?' başlıklı bir konuşma yaptı. Deniz Baran etkinlikten notlarını aktarıyor.

Hz. Peygamber'i dünyaya nasıl anlatmalıyız?

11 Nisan Cumartesi günü “Türkiye’de Tüm Yönleriyle Siyer Çalışmaları” isimli güzel bir sempozyuma doğru heyecanla yol çıktım. Etkinlik 3 gündür Üsküdar’da, Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde devam etmekteydi ve ben maalesef yoğunluğum sebebiyle hemen her oturumuna katılmaktan zevk duyacağım bu sempozyuma katılım gösterememiştim. Ama 11 Nisan’da, öğlen oturumunda Tarık Ramazan konuşma yapacaktı ve her şeyi kaçırmış olsam dahi bunu kaçıramazdım. Tarık Ramazan birkaç yıldır en ilgiyle takip ettiğim Müslüman düşünürlerden biri. Şahsen birçok sebepten dolayı kendisi gibi bir İslami entelektüelin pek bulunmadığını ve özel bir konuma sahip olduğunu düşünüyorum. Yıllar önce organizasyonunda yer aldığım bir kongreye gelmesini çok arzu etmiş ancak muvaffak olamamıştık. O günden beri canlı dinlemek için fırsat bekliyordum. İşte yoldaki heyecanım bu yüzdendi.

İyi projeler, hedefini bilen, ne yapmak istediğini özümsemiş ve buna göre faaliyet programın oluşturan projelerdir. Tarık Ramazan ile devam etmeden evvel etkinlikten de bahsetmek isterim, zira ben katılabildiğim küçük bir oturuma odaklansam da sempozyumun tamamı son derece iyi bir proje. Tevafuk, benim gibi temel İslami eğitimini gecikmeli yapmaya çalışan ve tam da bugünlerde Siyer’e odaklanmış biri için ufuk açıcı, her oturumu kıymetli olabilecek bir etkinlikti fakat katılamadım. Yine de eminim ki benim gibi bu programdan istifade edebilecek, ortaya konan faaliyeti verimli şekilde değerlendirebilecek onlarca kişi için özlenen tatta bir etkinlik organize edildi. Etkinlik yapmış olmak için değil de ne yaptığını, hangi mesajı taşımak istediğini bilen bir etkinlik ortaya koymak isteyenlerin gösterebileceği bir özenle hazırlanmıştı her şey çünkü. Daha önce adını duymadığım ancak faaliyetleri göz doldurucu olan Meridyen Derneği bu çabanın baş rolündeydi ve mevzubahis sempozyum sayesinde göz atma imkanı bulduğum siteleri sonpeygamber.info’da ne denli kıymetli bir Siyer çerçevesi inşa ettikleri ortadaydı. 2008 yılından beri sistematik şekilde yaptıkları Siyer Atölyesi toplantılarının meyvesi olan “Türkiye’de Tüm Yönleriyle Siyer Çalışmaları” etkinliğinden ötürü kendilerini taltif etmek gerekiyor.

Tarık Ramazan ismini birçoğunuz duymuş olsa gerek, zira kendisi Oxford Üniversitesi’nde İslami Çalışmalar Kürsüsü profesörü olması hasebiyle bizim coğrafyamızda da Batı dünyasında da bilinen bir isim ve hâliyle birçok meselede Tarık Ramazan isminin öne çıktığını görüyoruz. Son olarak Charlie Hebdo meselesinde ilgi görmüştü. Multikültürel bir arka plana sahip olmasındandır belki, birçok Müslüman düşünür/ akademisyenden farklı bir çizgiye sahip olması fakat düşünsel derinliği ve tutarlılığını elden bırakmadan kendine bir konum edinmesi sayesinde çok geniş kitleler tarafından ilgiyle takip ediliyor.

Aslına bakılırsa “hem doğuyu hem batıyı” bilen, Avrupa’daki Müslüman ve gayrümüslim birçok genci peşinden sürükleyebilen Ramazan gibi değerli bir zatın konumu ve hikayesi ayrıca bir yazıya konu olmalı. O yüzden çok temel bilgiler vermekle yetinelim: Tarık Ramazan, 1962 Cenevre- İsviçre doğumlu. Müslüman Kardeşler’in kurucusu büyük âlim Hasan el-Benna’nın torunu olması onu ailesi açısından özel bir yere koyuyor. Öyle bir ailede yetişmiş bir entelektüel olarak Kahire’de ve Cenevre’de tamamladığı iyi bir eğitime sahip. Halihazırda Oxford’da olan Ramazan aynı zamanda Fas’ta, Katar’da, Malezya’da ve Japonya’da farklı üniversitelerde de hocalık yapıyor. Katar- Doha merkezli Research Centre of Islamic Legislation and Ethics (CILE)’in direktörü ve İngiltere’deki Foreign Office Advisory Group on Freedom of Religion or Belief’in üyesi. Aslında hakkında o kadar fazla şey yazmak isterim ki burada kesmek icap ediyor çünkü aksi takdirde konuya yani sempozyumdaki konuşmasına giriş yapma imkânı kalmayacak. Sadece temayla alakalı olarak “Peygamber'in İzinde Hz. Muhammed'in Hayatından Dersler” isimli bir Siyer eserine de sahip olduğunu belirtelim.

Biz burada Peygamber’i veya bir inancı pazarlama peşinde değiliz

Mutedil bir tavra ve düşünsel tutarlılığa sahip karakterini daha konuşmaya girişinden belli etti Tarık Ramazan. Samimi, net bir konuşma tarzına sahip olduğu gibi etkiliydi de. Cümleleri ezberlenmiş değil, içten gelen sözlerdi. Konu başlığı “Peygamber’i Dünyaya Nasıl Anlatmalıyız?” idi. Giriş cümleleri de adeta içimden geçen şu minvalde cümleler oldu: “Öncelikle şunu anlamamız gerekir. Biz Peygamber’in ortaya koyduğu mesajı insanlara aktarma peşinde olabiliriz. Ama O’nu nasıl olur da insanlara izah ederiz gibi bir kaygımız olmamalı. Biz burada Peygamber’i veya bir inancı pazarlama peşinde değiliz. Bizim böyle bir derdimiz yok. Biz onun mesajının, onun yaşamının bize yol gösterdiğine ve hakikatı taşıdığına inanıyoruz. İnsanlara bunu göstermek istiyoruz. Ancak Peygamber’i kabul ettirmek gibi bir durumumuz yok, insanlar O’nu anlamalı bizim anlatmamızdan ziyade.”

Ve üstüne çok önemli bir nokta daha ekledi: “Peygamber’i en önce kendimize anlatmamız lazım. Algılarımız, yaşantımız, içinde bulunduğumuz vaziyet… Tüm bunlar, dünyaya anlatmak meselesine önce kendimizden başlamamız gerektiğini göstermiyor mu?” Tarık Ramazan klişe bir yaklaşım ortaya koymaktan uzak şekilde son derece içten bir üslupla söylemişti bunu. Bu sebeple bu yalın cümleler dahi tesir etti salona.

O'nun kişiliğini oluşturan ufak detayların üzerinde çalışmak gerekli

Tarık Ramazan’ın uzun ama her cümlesi dikkat çekici konuşmasında en çok vurgu yaptığı mesele Hz.Muhammed’in salt bugünün materyalist değerleri üzerinden ele alınıp buna karşı bir cevap verebilme çabasıydı. Bu çabanın yetersiz ve yüzeysel olduğu mesajını net bir şekilde veriyordu. Bugünün düzleminde fazlasıyla analitik ve yüzeysel bir yaklaşım sergileme aslında O’nun hayatından asıl çekmemiz gerekenleri çekemememize sebep oluyordu. Tüm bu algımızı gözden geçirmek için Siyer’e, O’nun hayatına ve birçok konuya yaklaşımına, hayat hikayesine bakmak gerekliydi. Ve en önemlisi de –zor da olsa- klişe fikir kalıplarıyla, salt olaylar çerçevesiyle değil, hepsinden önce “iman” penceresinden O’nun hayatını okumak ve derin bir gönül bağıyla Peygamber’e bağlanmak gerekiyordu. Siyer okumalarımız ve okuduklarımızı bugüne taşımamız ancak böyle bir anlam kazanacaktı ve günümüzde takıldığımız yerleri aşmamızı sağlayacaktı belki de.

Hz. Muhammed’in kendi içinde yaşadıklarını görmek önemliydi. Hatta dikkat çekici bir şey söyledi Ramazan: “Bazen hayatında gerçekleşen büyük olaylar üzerinde değil, kişiliğini oluşturan ufak detayların üzerinde çalışmak gerekli. O’nun hayatında gerçekleşen bazı olayların arkalarında yatan şeyleri anlamak çok daha önemli.” Hz.Muhammed bizim bilerek veya bilmeyerek kalıplara hapsettiğimizden çok daha güçlü bir mesajın ileticisiydi. O bir mucit değildi, yeni bir şey getirmedi, asla böyle bir iddiada bulunmadı. O, insanın özünde, daha tanıdık bir tabirle fıtratında olan ahlak idesi üzerine bir şey inşa etmek için gönderildi. O da bir insandı, bizim için bizden biri olarak gelmişti. İnsanlıktan kopuk bir konumda olmak yerine Müslüman olan veya olmayan her insanda bulunan bir arayıştan, ahlak ve hakikat idesinden ileri gelen bir gayreti vardı. Hz.Muhammed, Peygamber oluşundan evvel de Hılfu’l Fudul üyesiydi ve Peygamber olduğunda dahi o an çağrılsa bu toplulukta bulunmaktan gurur duyacağını söyleyecek bir çabanın sembolüydü. Muhammed-ül Emin idi, Mekke’de yetimlerin ve mazlumların sığınacağı bir adamdı. Aslında Ramazan’ın tüm bu faziletleri vurgulamasının sebebi basit ama bir o kadar da karışık bir noktayı idrak ettirmek istemesindendi: Hz. Muhammed vahiyden önce Hira Mağarası’nda ne yapıyordu, neyi arıyordu? Putperest ve yozlaşmış bir toplumda onu tatmin etmeyen neydi? Hz. Muhammed, kendi deyimiyle yüksek ahlakı tamamlamak için gelmişti. O yeni bir çizginin mucidi değil, insana yaratılış ile sunulmuş bir hakikatın sembolüydü.

Hz. Muhammed, vahiy geldiğinde uzun süre kendinden şüphe etmişti. Hakikat arayışında, düşünsel yolculuğunda doğru istikamette olduğunu anlaması zaman aldı Allah’ın seçkin kulu ve dünyayı değiştirebilecek tek kişi olmasına rağmen. Risaleti başladığında ise yeri geliyor bir ayeti idrak edebilmek için veya vaziyetten sarsıldığı için sabahlara kadar ağlıyordu. Yeri geliyor esirlerine ve düşmanına dahi mükemmel bir hukukla yaklaşıyordu. Yahut O, tüm dünyayı değiştirirken ailesinin yanındaydı, ev işlerine yardım ediyordu. İşte tüm bu detaylar, bize soğuk fikir kalıpları olarak sunulan olaylardan ziyade gönlümüzü O’na yakınlaştıran detaylardı aslında Siyer’de odaklanmamız gereken. Önce kendimize anlatacaktık Peygamber’i bu şekilde. Zaten Ramazan’ın vurguladığı bir husus, sadece olaylar odaklı; fazla analitik ve soğuk fikir kalıplarının her zaman öne sunulmasından ötürü Peygamber’i anlatmak istediğimizde verilmesi gereken mesajı vermemiz güçtü.

Hz. Muhammed’in faaliyetlerinden ve gayretinden ne kadarını yansıtabiliyoruz bugün?

Vurgulanan diğer bir nokta ise Hz. Muhammed’in cesareti ve direnişi idi. “İslam sadece barış dini değildir, aynı zamanda savaş dinidir. O dönemi pasif direniş olarak tanımlamak yanlıştır çünkü Peygamberimiz ne olursa olsun hakikati söylemiştir ve yaymıştır. İslam’ı yaymaktan vazgeçmesi karşılığında yapılan her türlü iktidar teklifini reddetmiştir. Ezilenlerin yanında cihad etmeyi şiar edinmiştir.” diyerek Peygamber’in nasıl bir vizyonla cihad faaliyetinde bulunduğunu ve adalet idesinin tesisi için nasıl bir yol izlediğini belirtti Tarık Ramazan.

Günümüze dair bir sitemle konuşmasının sonuna yaklaştı sonrasında. “Namaz, oruç, ibadetler… Tabi ki önemli ancak adalete dair ne söyleyebiliyor, Hz. Muhammed’in faaliyetlerinden ve gayretinden ne kadarını yansıtabiliyoruz bugün? Ne kadarını özümseyebiliyoruz?” minvalinde bir sitemdi bu. Aslında birçok güzel örnek verdi ama şüphesiz ki en akılda kalanı, hepimizin ortak yarası olan Al-Haram’ın yani Kâbe’nin etrafında yükselen yozlaşma idi. Bu sadece bir bina inşa etme problemi değil, derin bir problem ve karmaşaydı Ramazan’a göre. Hiçliğin gösterilmesi için bir parça bezin giyildiği anda tüketim bağımlılığımızın sembolü ihtişamlı AVMlerin, enaniyeti simgelercesine gökdelenlerin Kâbe’yi sarmalaması… Bu ve bunun gibi örnekler “gizli şirk” konusunda üzerinde düşünülmesi gereken huşulara işaret ediyordu.

Birkaç samimi öğüt ile konuşmasını tamamladı Tarık Ramazan. O anda o kadar odaklanmıştı ki insanlar ağzından çıkanlara, her bir cümlenin kıymet bulduğu bir tesire sahip olmuştu konuşması. Soru- cevap bölümüyle oturum sona erdi. Çıktığımda anladım ki heyecanım boşa değildi.

 

Deniz Baran etkinlikten notlarını aktardı

YORUM EKLE
YORUMLAR
Abdullah Yapıcı
Abdullah Yapıcı - 8 yıl Önce

Tarık Ramazan ın ismini Tarık Ramazan olarak yazdığınız için teşekkürler dünyabizim, en azından burda Tariq Ramadan olmadığı iyi olmuş