Eşrefoğlu Rumi İznik'te Anıldı

İznik Belediyesi'nin düzenlediği Eşrefoğlu Rumi'yi anma toplantısında Safiyüddin Erhan, Hayat Nur Artıran ve Mustafa Kara konuştu. Büşra Burcu Arslan etkinlikten notlarını aktarıyor.

Eşrefoğlu Rumi İznik'te Anıldı

Cefâsız kimse ermedi vefaya/ Gül olmaz bellidir hâr olmayınca/ Visâl-i şerbetine kimse kanmaz/ Yürek dert ile yanar olmayıncaEşrefoğlu Rumi Türk-İslam dünyasının mutasavvıf şairlerindendir. Eşrefiyye tarikatını kuran Eşrefoğlu, zâhiri ve bâtınî ilimleri öğrendikten sonra intisap ettiği Emir Sultan tarafından Hacı Bayram-ı Veli’ye gönderilir. On bir sene burada riyazat ve nefis mücadelesi yaptıktan sonra, ondan icazet alır ve İznik’e halife olarak geri döner. Bir süre sonra da Hacı Bayram-ı Velî’nin emri ile Abdülkadir-i Geylani’nin evlâdından Şeyh Hüseyin el-Hamavî’ye intisap eder. Şeyh Hüseyin, ona kısa zamanda hilafet vererek, kendisini Kadiriyye tarikatının Anadolu’da kurulmasına, yaşatılmasına memur eder. Eşrefoğlu Rûmî, İznik’e döndükten sonra, burada Kadirîliğin bir kolu olan Eşrefiyye tarikatını kurar ve halkı irşada başlar. Tarikatı kısa zamanda her tarafa yayılır. Özellikle Bursa ve İznik’te etkili olur.

İşte bu güzel Sultan’ın 547’nci vuslat yıldönümü sebebi ile geçtiğimiz günlerde İznik’te türbe-i şerifinin bulunduğu mekânda, İznik Belediyesi tarafından “Eşrefoğlu Rûmî’yi Anmak ve Anlamak” başlıklı bir program gerçekleştirildi. İznik Belediye Başkanı Osman Sargın, İznik İlçe Müftüsü Veli Vehbi Bardakçı, Eşrefoğlu Rûmî Hazretlerinin torunlarından Safiyüddin Erhan, Şefik Can Uluslararası Mevlânâ Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı H. Nur Artıran, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Profesörü Mustafa Kara konuşmacılar arasında idi.

Günümüzde dergâhın o eski mimarisinden eser yok

“Kültürsüz din olmaz, din olmadan kültür olmaz.” sözü ile konuşmasına başlayan Safiyüddin Erhan, bir kültürü ve bir medeniyeti temâşâ etmenin en güzel yolu olan mimari üzerinde durdu. Mekânlar üzerinde evliyâların bıraktığı tesirin çok büyük olduğunu ve Kâdiriyye tarikatını kurmak niyetiyle Eşrefoğlu Rûmî’nin İznik’e gelmesi ile hem mânevi hem maddi hem de mimari yönden İznik’in gelişimini anlattı: “İznik’te dolaşırken eski tarihi bir kasabada olduğumu hissedemiyorum. Birikmiş kültürümüzden zevk almıyoruz. Zevk alan kimseler varsa onlara itibar etmiyoruz. İçinde bulunduğumuz külliye keşke aslı ile kalsaydı.” Bu sözleriyle evvela modern dünyada bozulan, belki de görmezlikten gelinen kadim bir medeniyetin kültürüne, estetik anlayışına dikkat çeken Safiyüddin Erhan, konuşmasının ilerleyen kısımlarında, Eşrefzâde Abdullah Rûmî’nin İznik’e geldiğinde inşa ettiği dergâhın muhtevasını anlattı:

“İçerisinde bulunduğumuz hanegâh, tarikat-ı Kadiriyye’nin Eşrefiyye şubesinin geleneğini sürdürmek için İznik’te inşa edilmiş bir dergâh… Eşrefzâde Hazretleri, Kadiriyye tarikatının Eşrefiyye şubesini kurmak için İznik’e geliyor. İçerisinde bulunduğumuz hanegâh tesis edildiğinde Fatih devri mimarisi ile yapıldığını merhum Ekrem Hakkı Ayverdi aktarıyor. O günlerin mimarisinden geriye bir şey kalamamış. Bağdat seferinde Sultan 4. Murat Han buradan geçerken konaklıyor, Eşrefzâde ailesinden Sırrı Ali Sultan’ın sohbetinden memnun kalarak dergâhı ihya ediyor ve Yunan işgaline kadar bu dergâh tesis edildiği şekilde kalıyor. Günümüzde ise o eski mimarisinden eser yok.”

Ulu Hakk âşıklarının yüceliklerine şu küçücük akıl yetmez

H.Nur Artıran Hanımefendi ise konuşmasında, Eşrefoğlu Rûmî gibi Anadolu’yu mayalayan daha nice evliyânın insanlık için önemine değinerek, onların yeryüzü için güneşten dahî kıymetli olduğunu anlattı: “Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri gibi ulu sultanlar, gökyüzünün hakikat güneşleridir. Onlar, öyle güneşlerdir ki yeryüzünü aydınlatan şu güneş, Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu şekliyle böylesine ulu sultanların huzurunda küçücük bir el gibi el pençe divan durur. Gökyüzündeki güneş, yeryüzündeki ulu sultanlardan ışığını alır da yeryüzünü aydınlatır. Onlar öylesine âli hakikat güneşidir ki bizler onların huzurunda küçücük bir zerre gibiyiz. Hazret-i Mevlânâ der ki; ‘Ulu sultanların, ulu Hakk âşıklarının yüceliklerine şu küçücük akıl yetmez, onların büyüklüklerini bu akıl kavrayamaz, aciz kalır.’ Ama âcizcesine de gafilcesine de olsa o ulu sultanları anmak, anlamak lazım; onlara doğru koşmak lazım, koşamazsak sürünmek lazım. Onların yolunda olmak lazım…”

Artıran, konuşmasını dikkate şâyan bir kıssa ile sonlandırdı: “Şefik Can Dedemizden dinlediğim bir kıssayı arz etmek istiyorum. Şefik Can Dedemizin peder-i âlileri Müftü Tevfik Efendi, devrinde büyük bir sûfinin türbedârlığını yapıyor, hizmet ediyor. Türk kültüründe hanımlar gittiği türbelerin üzerine tülbent koyarlar, Müftü Tevfik Efendi de türbedâr olduğu için birikmiş olan tülbentlerden bir kısmını alıyor ve üç çocuklu dul bir hanıma veriyor. Akşam evine gidiyor, sabah ise uyandığında Müftü Tevfik Efendi elini açamıyor. Tefekkür ediyor. Türbe-i şerifin üzerindeki tülbentleri hatırlıyor. O gece mânâsında türbedarlığını yaptığı sûfiyi görüyor ve sûfi ona diyor ki; ‘Sen benim üzerimdeki tülbentleri aldın, bir şey demiyorum; ama o insanlar mânevi büyüklerinin kıymetini bilmiyor, bir kere bile beni ziyarete gelmediler, git tülbentleri onlardan al.’ Müftü Tevfik Efendi ertesi sabah gidiyor, tülbentleri alıyor. Yerine bir deste tülbent bırakıyor. Eli de böylelikle açılıyor.

Yani demek istiyorum ki böyle ulu sultanlar, aradan ne kadar yıl geçerse geçsin tasarrufları yerindedir. Ve Şeyh Galip der ki; “Gelenler hân-ı kâh-ı evliyâya dâvetlidir hepsi Gâlip safâya/ Sûrette kalma aldanırsın, komazlar yoksa gelmezler mi sanırsın.”

Onları anlamak için eserleri okunmalı

Mustafa Kara ise, Eşrefoğlu Rûmî ve onun gibi büyükleri anmaktan ziyâde anlamak gerektiğini, onları anlamak için de eserlerini okumak gerektiğini vurguladı. Tüm mânevi büyüklerin bir derdi olduğunu, bizlerin de o dert peşine düşmesi gerektiğini tavsiye etti: “Mânevi büyüklerin dertlerini anlamak için, onların şiirlerine, eserlerine bakmamız gerekiyor. Bizim dedelerimiz beş yüz yıl Müzekkin Nüfus okumuşlar. Eşrefoğlu Rûmî’nin yazmış olduğu bu eser, ‘nefisleri temizleyen, kalbi temizleyen’ manasına gelir. Müzekkin Nüfus ise, kalbi temizlemenin yollarını anlatıyor. Kur’ân, kalp merkezli bir kitaptır. Din, kalp merkezli bir kitaptır. Dinin birinci terimi imândır. İmânın birinci terimi kalptir. Kalbin temiz olması demek, kalbin, üzerindeki kirden ve pastan arınmış olması demek.

Eşrefoğlu der ki; ‘Yaman teşvişlerime Estağfurullah’ Teşviş, kafa karışıklığı demektir. Çağımızın hastalığı. İşte bu kafa karışıklığından kurtulmak gerek. Peygamber Efendimiz neden Peygamber olarak geldi, sebeb-i hikmeti nedir? ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.’ diyor kendisi. İşte önce ahlak zeminini güçlendirmek gerekiyor ki üzerine bir şey inşa edebilelim. Dindarlık, imânın tadını tatmaktır. Bu tadı tatmak için ter dökmek, emek vermek lazım. Sabırla direnmek lazım ki sabır zaten direnmektir.”

Bu güzel anma programından notlarımı, Eşrefoğlu Rumi’nin meşhur şiiriyle bitirmek yerinde olacaktır:

Cihanı hiçe satmakdır adı aşk 
Döküp varlığı gitmekdir adı aşk

Elinde sükkeri ayruga sunup
Aguyı kendü yutmakdır adı aşk

Bela yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ana tutmaktır adı aşk

Bu âlem sanki oddan bir denizdir 
Ana kendini atmaktır adı aşk

Var Eşrefoğlı Rûmî bil hakikat
Vücudu fani etmekdir adı aşk

 

Büşra Burcu Arslan

YORUM EKLE
YORUMLAR
Sultan
Sultan - 8 yıl Önce

Bu yazı için Büşra Hn'a çok teşekkür ederiz. Ve yazilarinin devamini dileriz.

Korkmaz çakır
Korkmaz çakır - 8 yıl Önce

Ülkemizin manevi tabiblerinde biri olan Eşref oğlu Ruminin Ruhu şad olsun. Eserlerinden istifade etme duasıyla

sultan
sultan - 8 yıl Önce

ilgi alakanız ve gayretiniz icin teşekkur ederiz Allaha emanet oluninşallah