Tokyo Camii İmamı Nimetullah Hoca benim için çok özel birisi… Çünkü hayatın anlamının iman olduğunu çok iyi anlamış ve hayatını kelime-i tevhidi yaymaya adamış. Bu uğurda elli beşten fazla ülkeye gitmiş. Bir dönem Filipinler’de Türkçeyi unutmuş bir halde tebliğ ile meşgul oluyorken Türkiye’den onu aramak için gelen Prof. Dr. Nurettin Uzunoğlu ile bir otelde karşılaşınca duygulu anlar yaşamış ve neticesinde onunla birlikte yurduna dönmüş. Fakat asıl ikamet ettiği Japonya’dan hiçbir zaman kopmamış.
Nimetullah Hoca şuan hala Japonya’da ikamet ediyor ve orada her gördüğü insana elindeki kelime-i tevhid yazılı kartvizitlerden vererek tebliğ vazifesine devam ediyor. Bir bakıyorsunuz bir stadyumda, bir bakıyorsunuz bir konser salonunda on binlerce Japon’a kelime-i tevhidi tekrar ettiriyor. Onun ömrü hep böyle tebliğ ile geçiyor. Kendisini şu cümleyle özetliyor: “Allah bana üç şeyi fazla verdi: Dinliyorum, geziyorum, söylüyorum.”
İlk görüşmemiz
Nimetullah Hoca’nın en güzel yanı en ufak bir kasıntıya sahip olmaması… Kim olursanız olun gidersiniz selam verirsiniz ve yanında saatlerce oturursunuz. Ne yiyorsa, ne içiyorsa sizinle paylaşır ve bir yere gidiyorsa sizi de davet eder. “Hayır, olmaz, çok yoğunum” gibi olumsuz kelimeler onun lügatinde yoktur. Ben ve arkadaşlarım buna bizzat şahit olduk.
Bir akşam kendisi ile görüşmeye gittik ve yatsı ezanı okunana kadar sohbet ettik. Bu arada sırayla hepimize süt ikram etti; birkaç sefer bardak aramızda dolaştı. Bize bu ikramı yaparken; “Efendimiz üç şeyi red buyurmazdı; süt, güzel koku, yastık” diye de bir hatırlatmada bulundu. Kendisine bir kardeşimiz bir paket yemek getirmişti, onu da yemek isteyen birisine ikram etti. Sonra yanındaki poşetten az olgunlaşmış incirleri çıkarttı ve “Bunlar çok Kur’an okunan bir bahçenin mahsulleri” diyerek bize ikram etti.
Sohbetimiz esnasında ara sıra latife yapmaktan geri durmadı. Zayıflamam için bana her gün birkaç kilo hıyar yememi tavsiye etti. Yanımızdaki Afrikalı arkadaşa da “dayı” diye hitap ederek bu hitabının nedenini şöyle açıkladı: “Medine-i Münevvere’deyken annem vefat edince babam oradaki fakir fukara siyahilerle evlendi. Onlardan birkaç kişiyle evlendi. Yani biri ölünce öbürünü aldı. Onun için ben sana dayımsın diyorum.”
Türkiye'den ve Dünyadan ilim, kültür, edebiyat ve sanat adamlarına, Müslüman kanaat önderlerine, binlerce kitaba, şehirlere, ülkelere ve ümmet coğrafyasına ve daha bir çok kültürel konuya dair yazılar ve haberleri, alfabetik sırayla, Dünyabizim Ansiklopedisi'nde bulabilirsiniz: //www.dunyabizim.com/tags
Canlı kültür gündemini, dergilerin yeni sayılarının bültenlerini, İstanbul ve Anadolu'daki etkinliklerin duyurularını Havadis ve Etkinlik Takvimi kategorilerimizde takip edebilirsiniz.
İkinci görüşmemiz
Nimetullah Hoca ile ertesi sabah saat dokuzda yeniden buluştuk. Akşam saat yediye kadar beraberdik. Uzun uzun konuştuk fakat her gördüğü kimseyle tebliğ amaçlı görüşmeler yaptığı için öyle düzenli bir konuşma yapamadık. Sürekli araya başka şeyler giriyor ve konuştuğumuz konu sürekli yarım kalıyordu. Bir de onu ziyaret etmek için gelenler vardı ki onlarla da ilgilenmek durumundaydı. Misafirlerinin hepsiyle benim yanımdayken görüştü. Doğulu bir şeyh efendi, Yeşil Bursa’dan gelen yeşil sarıklı otuz yaşlarında güzel nurlu bir insan ve Nimetullah Hoca’nın bazı akrabaları onunla görüşenlerden bazılarıydı.
Parça parça da olsa ona bazı sorular sordum. İlk olarak soru sormanın sevap olduğuna dair şu bilgiyi ondan öğrenmiş oldum. Dedi ki: “Efendimiz buyuruyor ki; Bir kimse dine dünyaya faydalı bir soru sorarsa Allah şu dört kişiyi af ediyor. Birincisi soranı affediyor. İkincisi sorulanı affediyor. Üçüncüsü dinleyenleri affediyor. Dördüncüsü dinleyip de sevinenleri affediyor.”
Allah diyenler oldukça dünya bizim
Bir ara kendisine dünyabizim’den bahsettim. Müslümanca bir dil kullanan, irfanî haberler yapan bir haber sitesi olduğunu, gençlerin çok takip ettiğini söyledim. O da bana şöyle dedi: “Ne kadar güzel bir isim; dünya bizim tabi... Dünyada inananlar oldukça, Allah diyenler oldukça dünya bizim…”
Sonra dünyabizim okurlarına selamını iletmemizi söyledi ve şöyle dedi: “Öncelikle tüm dünyabizim okuyucularına, özellikle genç kardeşlerimize selam ederim. En son Efendimiz’i ziyaret ettiğimde dedim ki: Ya Resulullah Medine’den ayrılıyorum ama dünyayı gezmek ve senin ümmetine selamını götürmek için ayrılıyorum. Onun için dünyabizim okuyan bütün kardeşlerimize Efendimiz’in selamını getirdim.” Bize de bu selamı iletmek düştü…
Elli sekiz tane şeyhi var
Misafirlerin olmadığı bir zamanda cep telefonundaki şeyh efendilerin numaralarını bir bir bana verdi. “Şeyh efendilerle konuşmak zordur” desem de ;“Çekinme git rahat rahat görüş” dedi. Bir de “selamımı söyle” diye ilave etti. Bu zatların hepsi için “benim şeyhim” diyordu. Onunkisi özel bir durumdu ve çok farklı bir meşrebe sahipti. Elli sekiz tane şeyhinin olması bu sebeptendi…
Onunla görüştüğümüz gün namazları birlikte küçük bir camide kıldık. Akşam namazında ise kendisi imam oldu ve onun arkasında namaz kılma mutluluğuna erdim. Ondan bir hafta sonra da onun bir arkadaşı olan yüz üç yaşındaki Ali Yıldırım Hoca’nın arkasında bir ikindi namazı kılmak nasip oldu. Nimetullah Hoca ve Ali Hoca her Pazar günü sabah namazında Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’nde art arda kısa sohbetler yapıyorlar. Bu iki güzel insanı bir arada görmek isteyenler orada onları dinleme imkânı bulabilir.
Örnek aldığı zatlar
Sohbetimizin bir yerinde Nimetullah Hoca’ya gençliğinde örnek aldığı zatları sordum. Sultan Ahmet Camii’nin müezzinlik ve daha sonra İstanbul’un çeşitli camilerinde imamlık yaptığı için gençlik döneminde Seyit Şefik Arvasi’den Gönenli Mehmet Efendi’ye, Mehmet Zahit Kotku’dan Ramazanoğlu Mahmut Sami Efendi’ye kadar birçok ulema ve mutasavvıfla sık sık görüşme imkanı bulmuş. Onların İslam için nasıl çırpındıklarını görmüş ve kendisine onları örnek almış. Fakat onun örnek aldığı ilk zat İslam’ı anlatmak için sabahlara kadar köy köy gözen; babasının da şeyhi olan Tokatlı Ali Osman Efendiymiş.
Mehmet Zahit Kotku’dan bir anı
Nimetullah Hoca daha sonra şöyle bir hatırasını anlattı: “Süleymaniye’nin yakınında bir yerde imamdım. Namaz kıldırıyorum, hutbe okuyorum, cemaat yanıma geliyor hocam şöyle güzel okudun böyle güzel okudun falan diyor elimi öpüyor... Nefsim şişmeye başladı. Bu kadar küçük camiinin imamı olmakla kibir geldi. Bir gün İskenderpaşa’ya gittim, sohbet vardı, ağzına kadar doluydu. Şeyh Mehmet Zahit Efendi’ye bir sürü profesörler, zenginler, önemli adamlar geliyor da bu zat nasıl oluyor da kibirlenmiyor diye düşündüm. Ben bunu içimden geçirirken Efendi Hazretleri bana şöyle bir baktı. “Evlatlar neyimize kibredelim” dedi. Beni bir ağlama tuttu. Ama edeben göstermemek için de elimden geleni yaptım, kendimi zor tuttum… Sonra Mehmet Zahit Efendi; Hz Ali Efendimizin bacağına ok battığında onu namazdayken çıkarttıklarını çünkü namazda acıyı hissetmediğini söyledi. Bir de İmam Azam Efendimizin şu kıssasını anlattı: İmam-ı Azam bir gün camide namaz kıldırmış; caminin içi dışı her yeri tıklım tıklım doluymuş. Namazı kıldırıp selam verdiğinde bir bakmış ki camide iki üç kişi var? Cami neden boşaldı deyince; ‘Efendim duymadınız mı kasırga geldi caminin kubbesini kaldırdı attı. Herkes korkup kaçtı’ demişler. Mehmet Zahit Efendi; ‘Biz Hz Ali gibi namaz mı kıldık da kibredelim. İmam-ı Azam gibi namaz mı kıldırdık da kibredelim’ diye sözünü bağlayınca ben de alacağımı aldım.”
Erbakan Hoca’nın bagajında ne var?
Nimetullah Hoca’dan bugün bir de kendisinin çok sevdiği Merhum Necmettin Erbakan Hoca’nın arabasının bagajında ne taşıdığını öğrendik. Şöyle anlattı: “Mehmet Zahit Efendi’nin bir de ev sohbetine katılmıştım. Orada Erbakan Hocamız da vardı. Arabasının bagajına Tezkiretü’l Evliya kitaplarını doldurur, gittikleri yerlerde herkese hediye ederdi.”
Aydın Başar haber verdi
Nimetullah hoca ile ben de üç beş gün gezmiştim. Yazıyı okurken o günler geldi aklıma. Bu arada Erbakan hocanın neden evliya gibi adam olduğunu da anlamış olduk. Dağıttığı kitapların etkisi herhalde.