Dünyayı cennet kılma sorumluluğunu omuzlarında taşıdığını söyleyen her Müslümanın, bunu nasıl yapacağına da kafa yorması gerekir kuşkusuz. Her Müslüman, nasıl bir dine inandığını ve bu dinin kendisinden ne istediğini bilmeli önce. Bu bilinmeden konuşulan her şey, talep edilen her şey anlamsız olacak, dünyada bir karşılığı bulunmayacaktır.
Müslüman, inancının dünyayı değiştirmeye talip olduğunu da bilmeli. Bunu nasıl yapacağına ilişkin sorular sorup bu sorulara uygun cevaplar da vermeli Müslüman. Bunlar yapılmadan ne dense boş.
Ama kabul etmeliyiz ki İslam dünyası, düşünce tembelliğiyle malul bir dünya. Düşünen beyinlerimiz yok değil, var. Var ama kendilerine uygun iklimi vatanlarında bulamadıkları için başka dünyalara kanat açıp mahzun bir muhacir oluyorlar.
Siyasi kimliğinin gölgesi altında kaldığı için entelektüel yönü pek bilinmese de gerçek bir entelektüel olan Efkan Ala, dünya Müslümanlarının derdiyle dertlenen naif bir Müslüman’dır aynı zamanda. 30 Kasım Cuma gecesi Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nde, özellikle gençleri hedef alan bir sohbet etti Efkan Ala. Sadece gençlere değil, orada bulunan herkese seslendi aslında.
Bir derdi olmalı Müslümanın
“Bugün dünyanın neresinde olursa olsun, dertli bir Müslüman genç ‘Biz Müslümanlar en iyi, en güçlü devlet olmak için şöyle veya böyle yapmalıyız’ şeklinde bir düşünce öne sürmüyor yazık ki. Kabul etmeliyiz ki düşünce tembeliyiz. Ufkumuz dar, büyük hayallerin, büyük hedeflerin peşinden gidemiyoruz. Oysa dünya yanıyor ve en çok da yananlar hep Müslüman devletler. O halde bizim bir iddiamız olmalı Müslümanlar olarak! Dünyada birçok olay oluyor, birçok kararlar alınıyor. Görüyoruz ki olaylara yön verip karar verenler Müslümanlar değil. Bizim, böyle bir derdimiz de olmalı!” sözleriyle içindeki yangını kelimelere dökmeye başladı Efkan Ala.
Kendisine dermanı olmayan, hayata karşı bir duruşu olmayan insanların hiçbir şey yapamayacağını “Her şeyden önce kendimizi geliştirmeliyiz. Bugün her şey ekonomiyle ölçülse de her şey ekonomiden ibaret değil. Toplumun sosyal hayatı, sanat hayatı, siyasi hayatı, bilim hayatı, düşünce hayatı… gelişmeli önce. Bunlar geliştiğinde ekonomi zaten iyi oluyor. Yani biz ekonomi derken diğer alanları gözden kaçırmamalıyız. Ekonomik gelişmişliğin, birçok parçanın toplamıyla gerçekleştiğini görmeli ve öncelikle kendimizi bu alanlarda geliştirmeliyiz.” sözleriyle kayda geçiren Efkan Ala, dünya Müslümanlarının temel sorununun ne olduğuna dair düşüncelerini anlatmaya başladı.
Müslüman, Müslümanın derdine kayıtsız kalamaz
Müslümanların bir tesbihin taneleri gibi birbirinden etkilendiğini de şu sözlerle anlattı Efkan Ala; “Müslüman devletlerin derdiyle dertlenmeliyiz mutlaka. Günümüze baktığımızda, Müslüman devletlerin birbirleriyle kavgalı olduğunu görüyoruz. Bu, başkalarının tuzağına düşmektir. Bir Müslüman ülkede bir dert yaşandığında ona kayıtsız kalmamalıyız. O ülkedeki o derdin yol açtığı sarsıntının gelip bizi de vuracağını bilmeliyiz.”
Dünyada hiçbir şeyin tesadüfen olmadığını, her şeyin belli bir plan dahilinde ve belli mahfiller tarafından planlandığını da “Dünyadaki düzeni kuran çeşitli statükolar vardır. Sayısı birden fazladır bunların. Bir şekilde dünyayı yönetirler. Bunları bilmek de bizim görevimiz. Statüko dediğimiz şey, birilerinin kurduğu düzeninin devamını sağlamaktır. Bu düzen de güçlülere hizmet ettiği için statüko güçlüyü güçlendirmeye, zayıfı güçsüz bırakmaya ayarlıdır. Statükoyu asla yabana atmamalıyız. Statükonun hem içerde hem de dışarda destekçileri vardır. Bunun zararlarını ülke olarak yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.” sözleriyle anlattı Efkan Ala.
Önce ruh değişmeli
Günümüz Türkiye’sini doğru anlamak için sürecin tarihi seyrini bilmek gerektiğini de “Bizde Batının statükosu Tanzimat’la beraber kuruldu. O statüko 170-180 yıldır devam ediyor. Düşünün ki hala bir sivil anayasamız yok. Anayasayı yapanlar hep o statükonun temsilcileri oldu. Anayasanın bazı maddelerini değiştirmek de yetmiyor. Çünkü o anayasada bulunan o ruh değişmiyor. Oysa öncelikle o ruhun değişmesi lazım. Bir süreden beri ülke olarak o statükoyu sarsıyoruz. Ülkemizin yaşadığı sarsıntıların, maruz kaldığımız saldırıların sebebi de budur. Bir kriz yaşıyoruz: Yönetim krizi.” şeklinde açıklayan Efkan Ala, Müslümanların yılgınlığa kapılmaya haklarının olmadığını da “Türkiye olarak biz ne yapabiliriz? Öncelikle olan bitenin farkında olmalı, olan biteni kavramak için doğru soruları sorup doğru cevapları vermeliyiz. Yani bir endişemiz, bir derdimiz olmalı Müslümanlar olarak. Düşünce tembeliyiz. Öncelikle düşünce üretmeliyiz. Bunu da belli başlıklar altında yapmalı, belli konulara odaklanmalıyız. Mesela bizim “İslam ve bilim”, İslam ve kültür”, İslam ve çağdaş sorunlar”, “İslam ve sosyal yapı”, İslam ve sosyal hayat”… gibi başlıklarımız olmalı. Ama her şeyin başı yönetimdir. Yönetimi yerlileştirmeliyiz önce. Bunun için de her alandaki vesayeti uzaklaştırmalıyız. Çünkü ülkenin özgürleşmesini, düşünce ortamının oluşmasını, sanata, eğitime değer verilmesini sağlayan hep yönetimdir. Yönetimler ülkede iklim oluşturur. Bu iklim bazen korku iklimi olur, bazen darbe iklimi olur; bazen de özgür düşünce, özgür bilim, kaliteli sanat iklimi olur. O halde öncelikle yönetim sisteminin yerlileşmesi gerekir.” sözleriyle açıkladı.
Her şeyde referans İslam olmalı
Yönetimlerin ülkenin kaderini doğrudan belirlediğine dair düşüncelerini de “Yönetimimizi belirlerken İslam kaynaklarını referans almak gibi bir sorumluluğumuz var. Mesela ‘Veda Hutbesi’ bu anlamda çok iyi bir referanstır. Bu referanslara göre derdimize derman olup dünya üzerinde söz sahibi olabileceğimiz bir yönetim kurmalıyız. Bir bakın, şu anda İslam devletlerindeki yönetimlerin hiçbirini milletlerin kendisi kurmamıştır. O yönetimler, kendilerine dünyayı yöneten statükonun bıraktığı yönetimlerdir. Yönetim yabancı olduğu sürece biz de kendimize yabancı oluruz. Diğer Müslümanlara karşı yabancı oluruz. Bilelim ki kendi kurduğumuz ve kendimize uygun bir yönetim, her şeye uygun bir zemini hazırlayacaktır. Bunun için de büyük düşünmeli, düşünce üretmeli ve her şeyden de önemlisi, dert ve iddia sahibi olmalıyız.” sözleriyle açıklayan Efkan Ala, özellikle gençlerin kendilerini yetiştirmek gibi bir mükellefiyetleri olduğunu bir kez daha vurguladıktan sonra sözlerine son verdi.
Ahmet Serin