Dünyayı kurtaracağız her birimiz!

28 Kasım Çarşamba günü yazar İsmail Kılıçarslan, Tekirdağ’da İlim Yayma Cemiyeti'ne bağlı öğrenci yurdunda bir konuşma yaptı. Esad Eseoğlu, konuşmada tuttuğu notlarını aktarıyor.

Dünyayı kurtaracağız her birimiz!

28 Kasım 2018’de, İlim Yayma Cemiyeti’nin Tekirdağ’da bulunan erkek öğrenci yurduna İsmail Kılıçarslan misafir oldu. Yurt öğrencilerinden Seyit Ahmet Böyüktaş’ın sunuculuğunu yaptığı program, yine öğrencilerden Ibrahim Abdiwehab Adem’in Kur’an tilaveti ve yurt müdürü Oğuzhan Avli’nin karşılama konuşmasıyla başladı. Konuşma sonrasında İlim Yayma Cemiyeti Tekirdağ Şube Başkanı Bayram Meral, küçük bir hediyeyle konuşmacıya teşekkür etti.

Kılıçarslan, yazılarıyla, yönetmenliğini yaptığı belgesellerle ve en çok da Meksika Sınırı’yla gönüllerimizde yeri başka olan bir isim. Ben, yıllardır sosyal medya yoluyla ve ortaya koyduğu eserler vesilesiyle takip ediyordum kendisini. İlk defa canlı bir konuşmasını dinledim. Okuduğum ‘İsmail abi’yi görmek beni fazlasıyla mutlu etti.

BitCoin’i bilmeden nasıl olacak?

İsmail Kılıçarslan, “Bu Gidiş Nereye?” başlıklı konuşmasına geçmişte katıldığı bir konuşmadan örnekle başladı. Türkiye’de tanınan, bilinen birçok ismin yer aldığı bir programda konuşmaya gidiyor Kılıçarslan ve orada, hocalara BitCoin’den, PubG isimli oldukça popüler bir oyundan bahsediyor, Minecraft’ın hükmünü soruyor. Fakat buna cevap vermek şöyle dursun, hocalar gençlerin arasında yaygın olan bu meseleleri daha o gün, ilk defa duyuyorlar. Burada yıllardır çözülemeyen bir konuya parmak bastı konuşmacı aslında: gençlere ‘yön vermek’ isteyen ‘büyüklerin’, meselelere güncelden uzak bir şekilde yaklaşması. Devamında büyük ideallere koşturmaktan, ayrıntıları, hayatın küçük noktalarını ihmâl ettiğimizi söyleyen Kılıçarslan, müziğin haram olduğunu söyleyen bir hocanın konuşmasına gelen çocuğun kulaklığını durdurup o konuşmaya girdiğini hatırlattı ve ekledi: “Bir çocuğun müzik dinlememesini istiyorsan bunu ‘müzik haramdır’ cümlesiyle başaramazsın. Ben de sordum: ‘Hocam, hiç mi Neşet Ertaş dinlemedin? Neşet Ertaş nasıl haram olabilir.’ Kendisi dinlemediğini söyledi. Tamam, dinlemediysen sorun yok.”

Devam eden dakikalarda, herkesin içinden yanıtlamasını istediği bir şeye dikkat çekti Kılıçarslan. Değindiği mesele şuydu: dışarıdan sizi izleyen birisi, yalan söylememenizle sizi tanıyıp, bunu sırf inancınızdan dolayı yaptığınızı, Müslüman olduğunuz için gıybet etmediğinizi, gıybetsiz de yaşanabileceğini söyleyebiliyor mu? “Size bakarak kendini hizaya çeken kaç insan var? Size bakarak kendini değiştiren insanlar, Mescid- i Aksa’yı en nihayetinde değiştirirler.” İbadetlerin kişinin kendi hayatıyla alâkalı olduğuna değinen konuşmacı, yalanın toplumsallığına dikkat çekti. Müslümanlığın kamusal alandaki var oluşunun, pratik hayattaki karşılığını anlatmaya çalışan Kılıçarslan, “bana senin kamuda, sokakta, insan içinde bir Müslümanın ahlâkıyla ahlâklanman lazım; senin Müslümanlığını sadece mescide giderken fark edebiliyorsam Müslümanlığında bir sıkıntı var hacım.” diyerek İslam’ın pratik hayattaki önemine dikkat çekmeye çalıştı. Burada çok basit, ‘bizi biz yapan, insanı insan yapan’ bazı özelliklere dikkat çektiğini söyleyen Kılıçarslan, birtakım ahlâki kurallardan bahsettiğini belirtti: başkasının malına göz dikme, yalan söyleme… Bunları yapan kişiyi ‘pırıl pırıl bir mü’min’ olarak nitelendiren konuşmacı, böyle bir durumda başkasının bu dinden etkilenmemesinin mümkün olmadığını belirtti.

Müslümanların ürettiği eserlerde, ‘metrobüse binmiyormuş gibi, BitCoin yokmuş gibi, DM’den yürümek yaşanmıyormuş gibi’ bir algı olduğunu söyleyen Kılıçarslan “Nereye gidiyoruz?” sorusuna “İyi bir yere gitmiyoruz.” diye bir cevap verip şöyle devam etti: “Bugün pratik hayatta Müslüman olmanın ve Müslüman kalmanın bir formülü yok elimizde. İslâm dünyası bunun formülünü başlangıcından beri her yüzyılda üretmiş. Ama son 250- 300 yıldır pratik hayata karşı Müslümanların konumuna dair hiçbir bilgimiz yok. Dolayısıyla hoca sohbet verirken Asr- ı Saadet genci gibi oluyoruz ama çıkınca seküler, ortalama Türk insanı olarak hayatımıza devam ediyoruz.”

Müslümanca yaşamaya dair kılavuz bir metnin eksikliğinden yakınan İsmail Kılıçarslan’a katılmamak elde değil. Zira okuduklarımız ve dinlediklerimiz, kendi gözlerimizle görüp irademizle karar vermeye çalıştığımız hayata aksetmediği takdirde, kuru bir nostalji olarak kalabiliyor. Özellikle gençlerin bu noktada çok daha gözle görünür örneklere ihtiyaç duyduğu aşikâr.

‘Hangi kitapların çıktığını bilmek istiyorum!’

Gençlerin potansiyelinin çok fazla olduğunu hatırlatan Kılıçarslan, 18 yaşına gelmeden yurt dışına çıkmayan ve İngilizce bilmeyen genç sayısının artık çok az olduğunu söyledi ve “Sizin kuşağın muazzam ve aşağılık kompleksi olmayan adamlar ortaya çıkaracağına inanıyorum.” cümlesiyle gençlere umut aşıladı. Yetişkinlere göre gençlerin ‘kendi yapamadıklarını yapmak zorunda olan insan toplulukları’ olduğunu söyleyerek gençlere bu şekilde ekstra görevler yüklemenin yanlış olduğunu belirtti.

İsmail Kılıçarslan, uzun olmayan konuşmasında gerçekten çok uygulanabilir konulara değindi. Ahlâk konusunda yıllardır süregelen ve gençlerin kafasını karıştıran tartışmaların mevzuyu çok karıştırması, ciddi bir sorun. Buna karşı şunları söyledi konuşmacı: “Komşun açken tok yatma. Dünyanın en basit ahlâk kuralı. Yalan söyleme meselâ. Bunu bütün dinler vaat ediyor. Ama sadece seküler ahlâk bunu tavsiye etmiyor. İhtiyaç olduğunda yalan söyleyebileceğini öğütlüyor o.”

Buradan, sosyal medyaya dair ‘sosyal medyanın zararları’ klişesinden bahsederek geçiş yaptı ve sosyal medyanın kendisinden kaynaklanan bir zararın söz konusu olmadığını belirterek esas meselenin bunu kullanan kişiyle alâkalı olduğunu hatırlattı. O insanın sorumluluğu ve sorumsuzluğu meselesinin kritik olduğunu, onun başında geçirilen vakte kişinin dikkat etmesi gerektiğini belirtti. Sosyal medyaya dair söyledikleri, konuşmacının gündelik politikaya değinmesine de yol açtı. Sosyal medyanın zihinlere çok fazla bulaşmaması gerektiğini söyleyip, gençlerin gündelik politikaya da böyle yaklaşması gerektiğini belirtti. “Reis’in bugün ne dediğini duymadım abi! Reisin bugün ne dediğini duymam için, bugün hangi kitapların çıktığını dinlememem lâzım. Oysa ben bugün hangi kitapların çıktığını bilmek isteyen adamım. Bugün İsmet Özel ne yazmış, Sezai Bey son konferansında ne konuşmuş… onu bilmek istiyorum.”

Bu noktada 2015 yılında Nobel Kimya ödülünü kazanan Aziz Sancar’ın şu sözleri aklımıza geliyor: “Benim Türkiye’deki gençlere tavsiyem günlük politikalarla uğraşmayın. Kendinizi işinize verin. Bilim öğrenmeye çalışın.”

Sokak kedilerine mama, İHH’ya 5 lira… dünyayı kurtaracağız!

Konuşmada beni en çok heyecanlandıran kısım ise şöyle başladı: “Dünyayı kurtarmak üzerimize farz. O yüzden dünyayı kurtaracağız. Farz olmasa dönüp bakmam çünkü zulmü ortadan kaldırmak üzerimize farz.” Gündelik haberlerle uğraşmama tavsiyesinden sonra, ‘dünyayı kurtarmak’ gibi bir sloganla devam etmesi çok güzel oldu; çünkü buna dair örneklerle, aslında büyük ideallerin peşinde yaşanan umutsuz hâllere ve hızlı yorgunluklara da çözüm oluşturdu. Yaptığı konuşma sayesinde dünyayı kurtardığını belirten Kılıçarslan, herkesin bir dünyayı kurtarma meşgalesi bulması gerektiğini söyledi. Bu ne olabilir peki? Konuşmacı örnekler verdi. “Dünya sokak kedilerine mama vermekle kurtulur. Olmadı mı? Sana göre bulalım. Bu 10 yaşındaki kızımın düşüncesi. Sokaktaki kedileri mama vererek dünyayı kurtardığını düşünüyor.”

10 yaşındaki kızı için dünyayı kurtarmanın böyle gerçekleştiğini söylemesi çok önemli bir nokta. Burada hazırladıkları kitap ayraçlarıyla Pakistan’da yetimhane yaptırılmasına vesile olan öğrencilerden bahsederek salonda bulunan gençlere, sınıflarında bulunan bir alkoliğin alkolden uzaklaşmasına vesile olmalarını önerdi ve salonun tebessüm etmesini sağlayan şu cümlelerle devam etti: “Hiç olmadı âşık ol, kendini kurtar. Âşık olmak da bir dünyayı kurtarma biçimidir. Ama şimdi hocalarınız burada.”

Bir sorumluluk yükleme çabasında olmadığını ama en azından herkesin bir dünyayı kurtarma işine sahip olması gerektiğini söyleyen Kılıçarslan, yoldan çektiğimiz taşın hangi arabanın kazasına engel olduğunu bilemeyeceğimizi hatırlattı. Üsküdar’da otururlarken bir arkadaşın “Ne olacak İHH’ya 5 lira atacaksınız da?” cümlesine, yanındaki bir başka arkadaşının şöyle ‘mükemmel’ bir cevapla karşılık verdiğini hatırlattı: “Mama alacağız abi. Bir tane mama alacağız. Suriye’deki bir çocuk, o gece o mamayla hayatta kalacak. O mamayı yediği için hayatta gelecek ve ileride ümmetin lideri hâline gelecek.”

Konuşmanın en önemli noktası ‘dünyayı kurtarmak’la alâkalı yapılan vurguydu. Küreselleşen dünyada, insanların acısına hızla şahit olabiliyoruz. Bu şahitliklerin sayısı arttıkça ve bir şey yapamama hâli baş gösterince, insan koca bir yükün altında ezilmişçesine acı çekebiliyor. Evet, belki her yere yetişemeyeceğiz ama kimimiz soğuk bir kış sabahında bir kedinin karnını doyuracak, kimimiz hızla yürüyen insanların arasında kendisine ancak bir banka önünde yer bulabilen bir evsizin öyküsüne misafir olacak, kimimiz çoğumuzdan farklı olduğu için ‘engelli’ diye hitap ettiğimiz bir kardeşimizin ellerini tutup onu hayata bağlayacak, kimimiz de sınırlar ötesine bir yaraya merhem olmaya gidecek. Dünya dönüyor ve umut, yaşam var olduğu müddetçe dipdiri durmaya devam edecek. Haydar Ergülen’in Üzgün Kediler Gazeli kitabında bulunan Avlular Gazeli şiirindeki dizesiyle bitirelim:

“göz kırparsan taşın bile kalbi var!”

Esad Eseoğlu heyecanla aktardı

Fotoğraf: Oğulcan Erdoğanoğlu

YORUM EKLE