İLEM ve İLKE’nin ortaklaşa yürüttüğü “İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi” çerçevesinde, “Ahlâkın Temeli Üzerine Konuşmalar” dizisinin dördüncüsü İSAM Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Mimar Sinan Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hakan Poyraz’ın konuşmacı olarak katıldığı programda, “Ahlâkın bireylerin idealleri, gelişimleri üzerinde ne gibi etkileri olabilir; insanın kendisini geliştirme metodu olarak ahlâk ne tür doğru kodları barındırır?” konuları çerçevesinde şekillendi. Programdan edindiğimiz notlar şu şekilde:
Ahlâka niçin ihtiyaç duyarız?
Konuşmacı sunumuna “Ahlâkın temeli nedir?” sorusuna cevap vererek başladı ve şöyle devam etti: “’Ahlâka nasıl bir temel bulabiliriz?’ sorusunu, insanın kendisi gerçekleştirmesi ve kendisini yaratması üzerinden ele almak istiyorum. Bir metafor olarak düşünüldüğünde yola girmek ve yoldan çıkmak tabirleri, aslında ahlâki kurallara işaret ediyor. Sümerler’in yazıtlarında okuyabildiğimiz öküzün yoldan çıkması örneğinde, onun boynuzlarını düzelterek yola sokulması anlamında şekillendiğini görebiliyoruz. Bu yol tabirinden kast edilen, ahlâkın doğru kullarının bütünün açıklandığı bir yapıdır ve bu yolun anlatılmaya çalışıldığı metinler, insanların yoldan çıkması veye yola girmesi tanımlarıyla, doğrunun ve yanlışın izah edilmesinden ileri gelir.
Felsefenin dışında bilim de ahlâka bir temel bulmaya çalışmaktadır. Fakat işin bu kısmına geldiğimizde, ‘Bilim, ahlâka temel bulmaya mı çalışıyor yoksa bunu bilimin bir konusu olarak ele alıp incelemeye mi çalışıyor?’ sorusu karşımıza çıkıyor. Bunu yaparken doğru ya da yanlış ahlâk kodunu dayatmaya çalışmıyor ve onu bir olgu olarak anlamaya çalışıyor. Bir sosyoloğun, psikoloğun yaptığı, onu sadece incelemeye çalışmaktır; bu bakımdan da bilimin ahlâk anlayışı tamamiyle tasviridir. Dolayısıyla bir sosyolog, ‘Bu toplumun ahlâkı bozuk,’ yargısına varmıyor.
Ahlâk için dine gerek var mı?
Poyraz, ahlâkın bilimsel çalışmalara nasıl konu edinildiği meselesini kısaca özetledikten sonra, genel olarak dinler bahsine değinmeye çalıştı. Konuşmacıya göre bütün dinler esasında birer ahlâk sistemini bünyelerinde barındırırlar. Poyraz, bu bölümde konuşmasına şu cümlelerle sürdürdü:
“Özellikle Batı aydınlanması temsilcilerinden bir takım filozoflar, ‘Ahlâklı olmak için bir dine inanmak gerekiyor mu?’ sorusunu sormaya başlıyor. Bu tavır, özellikle Batı felsefe dünyasının gelişiminde ciddi bir yer tutmuştur. Bu konu üzerine yapılan bir takım çalışmalar, dinsiz bir insanın ahlâklı olabileceğini kabul ediyor fakat dindar bir insanın ahlâksız olmasını bu kadar net onaylamayabiliyor. Bunun için verilen en tutarlı argüman ise, insanın bir dine inanarak, kendisini o dinin gerekli ahlâki ödevlerini yapmaya mecbur hissetmesi olarak biliniyor.
Bu bağlamda, ‘Dinin ahlâk gereklilikleri normatiftir, kural koyucudur’ denir. Çünkü din, bilim gibi betimleyici değildir; bunun tam zıttı olarak o, yapılması gerekenleri söyler. Ahlâki değerler olarak bahsettiğimiz şeyler iyi olarak tanımlandığı için, bunun bir dinin ilahi emirleri olması, literatürde kendisine oldukça yer buluyor. Öyle ki, kural koyucu olarak bir Tanrı düşünüldüğünde, onun ahlâki kurallar olarak tayin ettiği sistemlerin kötü olması düşünülemez. Bu yargı ise, bizi doğrudan ahlâkın bizatihi dinin içerisinden geldiği varsayımına götürüyor.
Pijamayla sokağa çıkabilir miyim?
Hakan Poyraz ahlâk, din ve hukuk arasındaki ilişkiden bahsederken genel olarak verilen pijama örneğini verdi. Bu örnek, sokağa pijama ile çıkan bir insan üzerinden ilerliyor. Bu örneğe göre bir insan sokağa pijama ile çıksa, dinden aforoz edilmez ya da karakola götürülmez. Yani burada ne dinen ne de hukuken bir yanlışlık yoktur; fakat bu durumda bile pijamalı adam, birileri tarafından yadırganır. Bu davranışın temelinde, herhangi bir hukuki ya da dini kurallar bulunmaz. Buradan anlaşılıyor ki, ahlâkın dinin ve hukukun kurallarının dışına çıktığı kısımlarla ilgilendiğini görebiliyoruz.
Konuşmacı sözlerinin ilerleyen kısımlarında, ahlâkın felsefe ile olan ilişkisine değindi. Felsefenin de din gibi bir takım kurallar koymaya çalışıtğını belirterek, onun da bir tür sistem oluşturmaya çalıştığını vurguladı. Felsefe, ahlâkı konu edindiği takdirde, bilim gibi bir olgu tasvir etmez; bunun yerine bir dinin yaptığı gibi, kurallar koymaya çalışır. Felsefe bunu yaparken de, bir açıdan dinden farklılaşarak, şu ya da bu dinin ahlâk anlayışının dışında, ahlâk dediğimiz bütün o sistemleri tek bir kavram altında konuşabilme imkânını aramaktadır.
Abdullah Said Can yazdı