Timaş Kitapkahve’de yavaş yavaş bir gelenek diye anabileceğimiz toplantılar periyodik olarak uzun zamandan beri devam ediyor. İçeriğin ne olduğu mühim bile değil sanki; bir şeyin istikrarla devam edebiliyor oluşuna hasretiz toplum olarak. Bir derginin, bir internet sitesinin, bir gazetenin ya da toplantının. Her şeyin acele, tevekkülden uzak ve sallapati olduğu bir zamanda yaşıyoruz; herkesin.
Daha nitelikli muhtevalarla uzun bir ömür dileyelim Kitapkahve toplantılarına. Gelelim mevzuya: Perşembe akşamı Cağaloğlu’ndaki Kitapkahve’de ESKADER'in düzenlediği Babıali Sohbetleri’nde İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız konuktu. Muammer Bey'in konuşması baba-veli samimiyetiyle müdür sorumluluğu arasında bir hâkim dilde gidip gelen sıcak bir frekansa sahipti.
Böyle toplantılara katılmaları iyi oluyor, “aslında biz size hesap vermek durumundayız” diyor Yıldız, “bu arada müdürlüğümüzün neler yaptığı, nerelerde neyi değiştirdiği ve nelerle yüzleştiğini de aktarmış oluruz.”
Ezberci anlayış geride bırakıldı
Türkiye’de şu an içinden geçmekte olduğumuz devrede toplumsal anlamda çoktan geride bırakmış olmamız gereken birçok problemle siyasal-kültürel platformda cedelleşmeye devam ettiğimizi söyledi Muammer Yıldız. İnsan her zaman ve yerde eşref-i mahlûkat ise -ki öyle- insan söz konusu olduğunda da diğer her şeyin teferruat olması icap ediyor. Bu donanım-bilincin insana zerk edilmiş olması lazım; “zaten hangi meseleyi konuşursak konuşalım, daima insanın eğitilmesi konusuna çıkarız sonuçta. Gariptir ki herkes eğitimin bizatihi kendisinin bir sorun hâline geldiğini konuşuyor ama herkesin söylediği yine eğitimle bir şeylerin düzelebileceği.” Yani eğitimi bir sorun olarak ele almanın kulağa hoş gelen bir zıtlığı var.
Yıldız’a göre Türkiye’de yarım asra yakın zamandır yapılamayan bazı ciddi reformist ataklar son yıllarda maarif sistemine oturtulmaya başlanmış. Bunları başlıklar hâlinde tanıtırken “daha çağdaş, daha toplumsal temellere dayalı, insan merkezli, bireyi (çocuğu) merkeze alan, inisiyatif olarak öğretmene değer veren” kelimelerini kullanıyor Yıldız. Çocukların soran-sorgulayan ve özgüven sahibi birer fert olmaları için oluşturulmuş müfredatların da son yıllardaki gayretkeş hareketliliğin ürünü olduğunu söyleyen Yıldız, ezberci anlayışın geride bırakıldığını belirtti. Gerçi “ete kemiğe bürünmüş anlamda” ve resmin bütününe bakıldığında bunun ne kadarının gerçekleştiğini soracak olursak hükmün bu kadar net olmayacağı kesin ama Muammer Bey'in dediğine göre “bütündeki yanlışlığı düzeltecek olan müfredat ve zihniyet değişikliği epey zamandır başlamış durumda.”
Ders kitaplarının, eğitim araçlarının değişmesi ve teknoloji transferlerinin olması, hatta Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki teşkilatların revize edilmesi gibi yenilikler-değişimlerin yanı sıra “yaptığımız işin doğruluğu ve bu işi doğru yapıp yapmadığımızı tartışabiliriz.” Daha iyinin nasıl yapılabileceği sorusunun her zaman değerli olduğunu ifade etti ve “daha iyi, iyinin daima düşmanıdır” dedi Yıldız. Fakat toplumun büyük kesiminin teslim ettiği bu hakkın ardından yine itiraf edilen bir başka husus var. Toplum, sorunlarının henüz çözüme kavuşmadığını da söylüyor: “Hatta sorunlarımızı çözmesini umduğumuz yeni eğitim sisteminin bizatihi kendisi sorun üretiyor. Sanki bir sorun yumağının içindeymişiz gibi de algı var her yerde.”
Eğitim sistemimizin tamamını yeni baştan elden geçirmek zorundayız
Buna paralel olarak milli eğitimin bir yapboz tahtasına döndüğü, sürekli ‘yenilenmek’ten artık pörsümüş ve yalama yapmış bir hâle geldiğine dair meşhur eleştiriler, birikimi ve ‘hoca’ lakabıyla tanınan Nabi Avcı Bey'in de gündemine zaman zaman uğrayan fısıltılar cümlesindenmiş. Muammer Bey, “elbette bakanımız bu durumdan pek rahatsız” diyor. En son gerçekleşen 19. Milli Eğitim Şurası’ndaki komisyonlardan rapor yazmaları istenip de bu raporlar toparlandığında önüne gelen dosyalarda 182 gibi büyük sayıda değişiklik isteyen maddeyi görünce hoca da kendini tutamayıp esprili bir dille “her gün bizi eleştiriyorsunuz, ‘bakanlık yapboz tahtasına döndü’ diye. Sizin önünüze bir beyaz kâğıt koyduk, tam 182 madde yazdınız, şimdi değiştirecek miyiz değiştirmeyecek miyiz?” deyivermiş. Aslında, diyor Yıldız, değerli olan değişimin kendisidir. Zaten değişmeyen tek şey de değişim yasası: “Toplumumuz değişip dönüşüyor ve bu da toplumsal dinamikleri yeniden dizayn etmeyi gerektiriyor.”
Çocuklarımızın, gelişen teknoloji imkânının neresinde durduğu ve ona mesafesi ayrı bir durum olduğu kadar aynı zamanda daha sonraki bir mesele durumunda. Bundan önemlisinin, imkânı sözgelimi Fatih projesiyle “paket olarak sınıfa getirmek midir yoksa daha serbest örneklere bakarak onlardan faydalanmak mı?” Daha doğrusu, diyor Yıldız, “öyle bir noktaya geliyoruz ki, eğitim sistemimizin tamamını bugünkü gelişmeler ışığında yeni baştan elden geçirmek zorundayız. Sadece bir parametreye bağlı kalsak bile bu değişim zorunludur.”
Günlük okuma seviyemizin hâlâ dünyayla kıyas kabul etmeyecek düşüklükte olduğu bir gerçek. Eğitim camiası sadece bu seviyeyi yukarılara çekmek için çalışsa ve “bütün öğretmenlerimizin tek derdi bu olsa inanın ki yeridir –ve yeterlidir de. Bu kadar iddialıyım. Bütün müfredatı bir kenara koysanız ve çocuklarımızı yalnızca iyi bir okur yapmak için uğraşsak bütün o bilimsel bilgi ve teknoloji araç noktasına gelecektir.” Bize öğretilenin Mississipi Nehri’nin yeri-debisi-uzunluğu gibi bilgi hamallığı nevinden şeyler olduğunu ve bütün bunların da bir gün bir sınavdaki bir soruda sorulması ihtimaline binaen öğretildiğini, bugünün dünyasında böylesi bir öğretme durumunun ne ihtiyaç ne de akıl kârı olmadığını ifadeyle birtakım soruların da değerliliğine dikkat çekti konuşmacı: “Bilgiye nasıl ulaşacağız, bu bilgiyi nasıl üretip yöneteceğiz, bilgi kimin malıdır ve hangi bilgi değerlidir?” Bacon’ın “bilgi güçtür” mealindeki sözünün herhangi bir bilgi anlamında söylenmediğini, sadece bizim ürettiğimiz bilginin güç olarak elimizde olabileceğini belirtiyor Yıldız.
“Benim yerime iyi bir müteahhit atasalar...”
İnsan kaynağı hususunda son dönemde bir önceki dönemlerdekinden daha ileri ve vasıflı bir tabloyu oluşturmanın gayreti içinde olduklarını söylüyor Muammer Yıldız. Bu anlamda, devletin de artık buyurgan değil herkese kucak açan ve milletin değerleriyle hemhâl bir yüze büründüğünü belirtiyor. Bu açıdan il ve ilçe teşkilatlarında görev yapan arkadaşlarına itimat ettiklerini, aynı istikamette olduklarını ifade ediyor ve “bu konuda sizi temin edebilirim” diye de ekliyor. Değer verilenin insan olduğu ve insanın yaptığına değer verildiğini belirterek projelerini de insanın vasıflı eğitimi çerçevesine odakladıklarını ifadeyle şöyle devam etti Yıldız: “İstanbul her açıdan, enerjisi kendinden olan bir şehir. Dolayısıyla bu farklı şehre, diğer illerden farklı olarak yapmamız gereken birtakım işlerimiz olmalıydı. Göreve başladığımız yıllarda bakanlığımız bir genelge çıkardı ve İstanbul olarak sahiplenip en güzel şekilde milletimizin temel değerlerini sahiplenip öğretebilecek şekilde uygulamaya çalıştık. Değerler eğitimi çerçevesinde sözü olan, medeniyet iddiasını paylaşan büyüklerimizi okullarımıza davet ettik ve öğrencilerimizle buluşturduk.”
İstanbul olmak demişken, derdi de büyük tabii İstanbul’un. Burada -sözgelimi Antep’ten- daha fazla Suriyeli mülteci bulunuyor oluşunun da eğitim camiasında oluşturduğu problemin ciddiyetine parmak basıyor Muammer Bey. Göçten kaynaklanan sorunlar dolayısıyla İstanbul’daki derslik ihtiyacı henüz giderilememiş.
Keşke tek mesele bu olsa. İl Özel İdare Yasası değişeceği zamanki beklentilerinin, ildeki okul yatırımlarının belediyelere verilmesi yönünde olduğunu söyledi Muammer Bey. Fakat öyle olmamış: “Benim yerime iyi bir müteahhit atasalar eğitim iddiamız herhâlde daha iyi yürür. Ben iyi bir idareci değilim, öğretmenim.” Müdüriyetteki eğitimle meşgul olma mesaisinin bir şekilde idareciliğin belediyeye has soğuk ve hatta donuk işlerle tasarrufa mecbur edildiğini ifade eden Muammer Yıldız’a göre okulun badanası-tamiratıyla günler haftalar geçirmek ne il müdürünün işi ne de okuldaki idareci arkadaşının.
Bunlarla mesai ve zihin dolup taştığında hâliyle eğitim-öğretimin ikinci hatta yedek plana düştüğü bir manzarayla karşılaşmak şaşırtıcı olmuyor.
Sadullah Yıldız, merakla dinledi