Cuma günü vakit akşama çalarken Çemberlitaş’ta, Türk Ocağı’nda yakın tarihimizin en mühim hukuk metni Mecelle ve Ahmet Cevdet Paşa konuşuldu. Prof. Fethi Gedikli’den Mecelle’nin niye önemli olduğunu dinledik.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye. Medenî kanunumuzun evvelinde, Osmanlı’nın son dönemi ve hukuk tarihimiz için çok önemli bir kanunlaştırma faaliyeti. İslam fıkhının kaidelerinin hukuk ve kanun hâline getirilme işini heyet başında yürüten zat ise tarihimizin mühim bir müellif, âlim ve siyasetçisi: Ahmet Cevdet Paşa.
Fethi Gedikli, hukuk tarihimizin en mühim adımlarından, kanunlaştırma hareketlerinin ise en önemlisi olarak zikretti Mecelle’yi. Sadece Türkiye’de de değil bu önemlilik; daha geçtiğimiz günlerde Malezya’dan ziyaretine gelen birkaç bilim adamına İstanbul Üniversitesi’nin kütüphanesini gezdirirken hoca, heyecanla “bizde sizin bir kitabınız var” demişler. Hoca kolaylıkla tahmin etmiş bu kitabın Mecelle olduğunu. Yalnızca Malezya da değil; Bosna-Hırvatistan’dan Hint Yarımadası’na, İran’a ve Arap ülkelerine kadar geniş bir coğrafyada Osmanlı Mecelle’si biliniyormuş. Fethi Gedik, bu coğrafyalardaki üniversitelerde okutulan hukuk tarihi derslerinde Mecelle’ye en azından bir iki saat ayrıldığını söyledi.
“Mecelle bir şaheserdir!”
“Ülkemizde Mecelle, hukukçular bakımından daima tartışmalı bir kanun olmuştur.” dedi Gedikli ve cumhuriyetin kuruluşunu müteakiben hukuk sistemimizin külliyen değişmesiyle Osmanlı’ya ait her ne varsa karalanma kampanyasına uğrayışından hukuk müesseselerinin de payını aldığını ekledi. Hocanın öğrencilik devrinde de Mecelle çok geri ve problem çözmekten mahrum, kanun tekniği bakımından zayıf ve meseleleri soyut olarak ele almayışı itibariyle uygun olmayan bir sistem diye öğretilegelmiş: “Yalnızca hukukçularda değil. Aydınlar arasında da böyle.”
Hatta kendisinin tesadüf ettiği bir anekdotu şöyle aktardı Fethi hoca: “1959’da Ankara-Siyasal Bilgiler’de bazı öğrenciler Mecelle’yi beğendiklerini söyleyince, okul arkadaşlarından büyük bir tepki görerek kovalanmışlar. Bu olay gazetelere intikal etmiş. Peyami Safa da bunun üzerine Tercüman’da ‘Mecelle bir şaheserdir!’ diye yazı yazmış.” İnfial olmuş tabiî, birkaç yerde Tercüman gazetesi yakılmış kalabalıklarca. Ancak Peyami Safa iki gün sonra yine Mecelle üzerine yazarak onun çağına göre çok önemli ve başarılı, veciz bir kanun olduğu söylemiş.
Erol Güngör de “İslam’ın Bugünkü Meseleleri”nde geri kalışımızın sebebinin eski hukuk sistemimiz olup olmadığı sorusuna cevap ararken, başka alanlarda geri kalmamızın doğurduğu sonuçların faturasını hukuk sisteminin omzuna yüklemenin anlamsız olduğunu savunmuş. Ekonomik, kültürel ve siyasal alanda her şey yolunda gitseymiş, hukuk sistemimizin de “geçmiş dönemlerde olduğu gibi” bu gidişata ayak uyduracağını savunmuş Erol Güngör: “Dolayısıyla suç İslam hukukunun değildir. Kendi dışımızda büyük bir değişme (sanayi inkılâbı) oldu; biz onu yakalayamayıp es geçtik.” Güngör’ün bu müdafaasında Mecelle’ye yöneltilmiş okların da tenkidi var elbette; eski hukukun çok başarılı bir örneği olarak gösteriyor Güngör, Mecelle’yi.
Mecelle niye önemli peki? Mecelle’yle birlikte ilk defa İslam hukuku kanun hâline getirilmiş ve bunu ilk başaran da Osmanlılar. Daha önce böyle bir kanunlaştırma adımının olmadığını söyledi Fethi hoca ve bunun yalnızca İslam tarihi için değil, dünya tarihi için de mühim olduğunu belirtip ekledi: “Bizim hocamız İsmet Sungur bey, İstanbul’un tarihte iki büyük kanunlaştırmaya şahit olduğunu söylerdi. Birincisi Roma hukukunun kanunlaştırılması, 6. yüzyılda ve Jüstinyanus zamanında. İkincisi de Ahmet Cevdet Paşa’nın İslam hukukunda yaptığı kanunlaştırmadır.”
Kanun yapmak demek, birkaç sene sonra onu değiştirmek anlamına da gelir
Aslında Abbasîler zamanında bu minvalde bir çalışma olmamış değil; İbn Mukaffa adlı bir âlim, halifeye müracaat ederek hukukta birliğin sağlanması gayesiyle mahkemelerde uygulanmak üzere bir kitabın kanunlaştırılmasını talep etmiş. Bu teklif İmam Malik’e iki kere götürülmüş ancak o reddedince proje akamete uğramış: “Hint Yarımadası’nda da bazı teşebbüsler oldu. Medreselerde çok okunan ‘Fetavay-ı Tatarhaniye’ diye bir kitap var. Tatarhan adlı bir şehzadenin başkanlığında hazırlanmış, Hanefî mezhebini esas alan bir eser. Bu resmen hazırlanmış bir hukuk kitabı ama mahkemelerde zorunlu olarak kullanılmamış.
Böyle bir kitabın yayınlanması ilk defa, 1868’de kuruluşu ilan edilen Mecelle Cemiyeti’ne, tesisinden bir yıl sonra nasip olacaktır. “Bu zor bir iş” diye ekledi Fethi hoca. Çünkü İslam hukuku, tarihi boyunca umumiyetle devletin katkısı olmadan, çoğu devlette görevli de olmayan hukukçuların emek ve yorumlarıyla, sivil olarak gelişmiş. Yalnızca dört halife devrinde devletin bu gelişime ciddi bir katkısı olduğunu fakat bundan sonra böyle bir şeyin görülmediğini söyledi hoca. Osmanlılar’ın, hukuku devletin müdahalesine açan tavırlarının bir de garip tarafı yok değil: “Çünkü kanun yapmak demek, birkaç sene sonra onu değiştirmek anlamına da gelir. İhtiyaca cevap verip vermemesine göre değişir, kırpılır. Bu bakımdan, yapılan işin olumsuz yönlerine dair o dönemde de hatırlatmalarda bulunanlar olmuştur.”
Fethi Gedikli, Ahmet Cevdet Paşa olmasaydı Mecelle gibi bir şaheserin ortaya çıkamayacağının rahatlıkla söylenebileceğini ifade etti. Gerçi sürekli değişen üyelerden oluşmuş bir heyet hazırlıyor kitabı ancak hem proje fikrinin sahibi oluşu, hem de yetkinlik açılarından Ahmet Cevdet Paşa yine ağır basan bir isim komisyonda. Ayrıca Fethi hoca, kitabın üslubunun da Cevdet Paşa’nın üslubunu yansıttığını söyledi. Paşa’yı bu yetkinlik sürecinde hazırlayan başka işler var ve hak ettiği şöhreti için başka birçok komisyonda görevlerde bulunmuş. Mecelle’den önceki en mühim kanunun arazi kanunu olduğunu anlattı Gedikli ve ekledi: “Bu tecrübeler olmasaydı Mecelle’nin de bugünkü başarısı olmazdı. Metn-i Metin diye bir kanun heyeti daha var. Cevdet Paşa, orada da genç bir üye olarak vardı. Fakat kendisi o komisyonda bulunan bir kişi (İstanbul kadısı) hariç hiçbir ismin ehliyetli olmadığını söyler.”
1851 madde ve 16 kitaptan ibaret eser, takriben sekiz yılda hazırlanmış ve Hanefî mezhebi esas alınmış. “Başka türlü olamazdı zaten” diyerek ekledi hoca: “Çünkü Osmanlılar’da bir mezhep tutuculuğu vardı; Ebu’s-Suud Efendi’den itibaren de resmî mezheptir Hanefîlik.” Fethi hocaya göre günümüzde de bir parça devam eden bu mezhepçilik, Cevdet Paşa’nın döneminde kırılamayacak bir düzeyde seyrediyormuş. Gedikli’ye göre o dönem için diğer mezheplerden yararlanan bir çalışmayı ortaya koymak, böyle bir şeyi düşünmüş olmak mümkün değil.
Hukuk dilimizin gelişmişliğini Mecelle’ye borçluyuz
Fethi Gedikli’ye göre Cevdet Paşa, aslında farklı mezheplerin görüşlerinden yararlanan bir eseri ortaya koyacak çapta bir âlim. Daha doğrusu, böyle bir çalışmanın faydalı olacağını düşünebilecek bir beyin; ama döneminin şeraiti sebebiyle buna cesareti yok: “O kadar ki, Hanefî mezhebi içindeki zayıf bir görüşü esas aldığı için şiddetli şekilde eleştirilmiştir; şeyhülislamlık tarafından dahi. O sırada Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Nazırı iken vazifesinden uzaklaştırılmıştır.” Fethi hoca, söz konusu uzaklaştırma ve tenkide sebebin, Cevdet Paşa’nın İmam Züfer’e ait bir görüşü kabul etmesi olduğunu söyledi.
Bilinmesi gereken inceliklerden biri de şu: Mecelle, bugünkü tarifle bir medenî kanun ancak hem bugünkü medenî kanunda olmayan bazı başlıkları içermesi hem de medenî kanunun bugün içerdiği bazılarını kapsamayışı itibariyle bu kalıba tam olarak oturmuyor. Sözgelimi, Mecelle’de aile hukuku ve miras meselesi yok. “Bunlara belki de ihtiyaç yoktu” derken biraz da sosyal tabloya dair ipucu veren cümlesini söyledi hoca: “Çünkü bunlar eskiden beri bilinen şeylerdi.”
Zaten Mecelle’nin yapılış amacı Nizamiye Mahkemeleri’ndeki açığı kapatmaya yönelik. Bu mahkemeler, Şer’iye Mahkemeleri’nden farklı olarak ‘bilgili’ takımdan olan yalnızca bir başkandan oluşuyor ve geri kalan üyeler esnaf ve tüccardan toplanmış. Bunların hukuk ve Arapça bilmeyen kimseler olduğunu ifade etti hoca. Aile ve miras meselelerine Şer’iye Mahkemesi’nde işin erbabı baktığından ve Cevdet Paşa da ihtiyaç gözeterek eserini hazırladığından dolayı bu konuları almamış.
“Bugünkü hukuk dilimiz, gelişmiş bir hukuk dilidir” dedi Fethi Gedikli. Fethi hoca da başka hukuk erbabı gibi Türkçe’yle anlatılamayacak bir mesele olmadığının ve bu dilin hukukî yetkinliğinin farkında. Ancak o, bu yetkinlik ve selasetin büyük ölçüde Mecelle’ye borçlu olunduğunu da söylüyor. Dil olarak her ne kadar eskimiş olsa da Mecelle, sağlam ve veciz bir üslup üzere bina edilmiş: “Hatta o ilk doksan dokuz madde artık atasözü olacak derecede güçlüdür.”
Bu büyük eseri milletimize kazandıran Ahmet Cevdet Paşa, 1895’in 25 Mayıs’ında irtihal etmiş ahirete. Bıraktığı eserin memlekete verdiği tükenmez ziynete bakarak hatırasını şükranla yâd edelim.
Sadullah Yıldız, minnetle hatırladı