“Acaba 2013 senesinde hayatıma tesir eden, unutamadığım, kalbime kazınan bir gün, bir olay var mı ki ya da hangisidir ki” diye düşünmelerimin sonu beni her seferinde “o güne” yani ikindi vaktine süzülen güneş ışıklarının bereketli yansımalarını hissettiğimiz güne götürdü.
Yaklaşık dokuz aydır devam etmekte olan Hızırla Kırk Saat şiir eylemi son haftalarına girmiş olsa da, ben bu güzel şiir eylemine katıldığım ilk günü unutamadım ve ancak şiirin bizi toparlayacağına o günü yaşadıktan sonra daha çok inandım.
İstanbul bir parka sığar mı?
İnsan önem atfettiği, heyecanlandığı bir olay ile karşılaştığında, haber aldığında diğer insanların da aynı hassasiyeti göstermelerini bekliyor safça. Ya da en azından ümid ediyor. Her cumartesi ikindi vakti Hızırla Kırk Saat okuma eyleminin başladığını ilk duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Ve imkânım olduğunda da iştirak etmeyi çok istemiştim. Nasip olup da Üsküdar sahiline vardığım o gün, zannediyordum ki bütün İstanbul da orada olur. “Park bu kadar insanı nasıl alır ki?” diye düşünmüştüm. Çünkü bu güzel havada, bu güzel ikindi vaktinde bir parkta oturup şiirler okumak, marşlar, ezgiler söylemekten daha önemli bir iş olamaz gibi geliyordu. Parkta sadece bir avuç insan vardı işte! Ve o bir avuç insanın güleç yüzleri sanki yıllardır birbirimizi tanırmışçasına sıcacık samimiyetleri çehrelerine yansımıştı. Şiir okumak için, anlamak için, söze kıymet verdikleri için toplanmışlardı.
Sezai Karakoç’un “Hızırla Kırk Saat” şiirinin onuncu bölümüne yetişebilmiştim o gün. Bir tarafta vapur düdükleri, bir tarafta araba kornaları, çocuk cıvıltıları ve gelen geçen, koşturan insanların şaşkın ve meraklı bakışları arasında seslice şiir okumak… Şiir okurken siz kendinizi bırakıp teslim oluyorsunuz ve zamanın içinde sadece şiir ve siz varsınız adeta. Bunu topluca okurken daha kuvvetli bir şekilde hissediyorsunuz. Bir müddet sonra artık kulağınıza şiirdeki kelimelerden, mananın derinliğinden yayılan çağrışımlardan, ahenkli tınıdan başka bir ses gelmiyor. Hayat yanınızdan hızlıca akıp gitse de siz şiirle yavaşlıyorsunuz, duruluyorsunuz. Anın kıymetine vakıf olup, vaktin uzadıkça uzayıp bereketlendiğini fark ediyorsunuz. Sessizce gözlerden kaybolmaya başlaşan güneşin gökyüzünde bıraktığı derin izlere bakıp, şiirin de kalbinizde benzeri izler bıraktığının idrakine varıyorsunuz.
Şairlerden Hızırla Kırk Saat'i dinlemek bir başka güzel
Kısmetimiz varmış ki o gün “Sezai Karakoç Parkı”na gelen kıymetli şairlerimiz Adem Turan ve Şakir Kurtulmuş'tan da Hızırla Kırk Saat şiirini dinleme bahtiyarlığına erdik. Bir şiir eyleminde şairlerin olmasından daha tabi ne olabilir ki zaten. Biz şairlere usulca eşlik ederken yanımızdan geçen insanlar da arada durup kulak veriyorlardı. Belki şimdiye kadar Sezai Karakoç’un adını duymamış insanlar hiç değilse bu isimde bir şairin varlığını bu eylem vesilesiyle öğrenmiş oluyorlardı. Bilenlerden, tanıyanlardan bazıları da gelip iştirak ediyorlardı bu güzel eyleme. Ne yaptığımızı anlamaya çalışmak gayretiyle olsa gerek, ağaçlara asılı olan afişlerdeki yazıları okumaya çalışanlar da vardı.
Her hafta yaklaşık bir saat süren eylemin benim katıldığım haftası beş saat kadar sürdü. Çünkü bu seferki eylemden sonra, marş söylemekten vazgeçmeyen bizleri bekleyen bir sürpriz de vardı. Bu sebepten akşamüzeri şiirden marşa doğru bir geçiş yaptık. Zira parka Taner Yüncüoğlu gelmişti. Onun sesinden dinlediğimiz ezgilerle, marşlarla büyümüştü yüreklerimiz ne de olsa. Senelerce okuduğumuz bizi çoğaltan, coşturan, arındıran marşları şimdi bu sesin sahibi ile birlikte terennüm etmek heyecanlanmamıza yetiyor da artıyordu bile. Kendisinin bile bazı dizelerini unuttuğu ezgileri ki -bunun tek sorumlusu yine bizleriz elbette- söyledikçe hatırlayıp, geçmişten bugüne uzanan bir kapı araladık. İnsan marşları okudukça dirildiğini hissediyor. Canlandığını, tazelendiğini… Tıpkı şiir okurken olduğu gibi… Sonuç itibarı ile marşlar da şiirlerin bestelenmesi ile oluşuyor. Marşları güçlü, anlamlı kılan da sözlerindeki derinlik. Taner Yüncüoğlu’ndan Sezai Karakoç şiirlerini de bestelemesini istedik. O gün 30 yıl önce Üstad Karakoç'un Avcılar şiirine yaptığı besteyi bizler için icra etti. Şimdi merakla Hızırla Kırk Saat şiirinden beste yapmasını bir müjde olarak beklemekteyiz.
Böyle bir günü unutmak mümkün mü hiç?
Hızırla Kırk Saat okumalarına katıldığım bu ilk şiir eylemi benim için unutamayacağım anıları barındıran bir gün oldu. Dünyada temiz kalan ve kirlenmeyecek olan yegâne güzellik şiir. Belki de bizi tekrar birleştirecek, birbirimize olan güvenimizi tazeleyecek ve inancımızı diri tutup cesaretimizi kavileştirecek olan umudumuz. Henüz Hızırla Kırk Saat okumalarına hiç katılmadıysanız hâlâ telafi etme imkânınız varken değerlendirin. Zira kırkıncı haftanın dolmasına az kaldı. Asım Gültekin önderliğinde kırk hafta devam etmesi niyetiyle başlayan bu güzel eylem son dört haftasına girmiş durumda. 47 yıl önce yazıldığı yer olan Yenikapı'daki okumalardan sonra eylemin ilk başladığı yer olan Üsküdar'da Marmaray girişinde devam etmekte. Kendinize bir iyilik yapın ve bu seneden geriye unutamayacağınız bir gün hediye edin kalbinize.
Cumartesi günleri devam eden şiir eylemine her hafta bizzat katılamasam da bulunduğum yerden Hızırla Kırk Saat’in aynı bölümünü, aynı saatlerde okuyup gönülden bu eyleme iştirak etmeye çalışıyorum. Peki, ey İstanbul, sen hâlâ ne duruyorsun!
F.Kebire Gündüz Karaaslan yazdı