Rabbimizin cennetinden kovulup yeryüzüne sürgüne gönderilen insanoğlu, rivayet odur ki hep bir nebevi melal halindedir.
Bu melalin bitmesi, melalin gerekçesi olan sürgünün bitmesine bağlıdır ancak.
Allah, sürgüne gönderdiği insana birçok görev de verdi. İlk görev, kendisini tanıyıp bilme görevidir, bilindiği gibi. İnsanoğlunun bunu yapabilmesi için de kendisine, başta peygamberler olmak üzere, çeşitli kılavuzlar, çeşitli haberler, çeşitli bilgiler gönderdi. Ve en önemlisi de kendisine en fazla yakınlaşabileceği bir ibadeti verdi: Namazı verdi.
Kutlu önderimizin ifadesine göre, namaz bizim miracımızdır. Ve biz biliyoruz ki dünyadayken Allah ile hemhal olmanın en kesin, en sahih, en güzel yolu miraçtır. Bizim miracımız ise namazdır.
İşte namaz, bizi Allah’a kavuşturan biricik ibadet… Aynı zamanda da dinin direği yani o olmadığında din çöküyor, biz çöküyoruz, dünya çöküyor.
Namazı her mümin kendine dert etmeli elbette. Ama bazen bu dert unutuluyor ya da biçim değiştiriyor. İşte o zaman birilerinin çıkıp bunu hatırlatması gerekiyor.
Namazı kendisine dert edinen araştırmacı yazar Abdullah Yıldız, 20 Kasım Salı gecesi, Ensar Vakfı Bursa Şubesinde “Peygamberimizin (sas) Namazı” başlıklı sohbetinde namazı anlattı konuklara.
Namaz konusuna geçmeden önce mevlit konusuna değinen Abdullah Yıldız, mevlitle ilgili “Mevlit Kandili’ni idrak ettik. Mevlit Kandili, dört halife döneminde kutlanmadı. Peygamberimizin doğumundan yaklaşık dört yüz sene sonra kutlanmaya başlandı ve zamanla böyle bir gelenek oluştu. Peygamberimizi anmaya, onu anlamaya vesile olduğu sürece faydalıdır mutlaka. Ama sadece bir festival gibi, güller lokumlar dağıtılarak ve içi boşaltılmış bir şekilde gerçekleşirse bu anma, anlamını kaybeder, bunu da bilmemiz gerekir.” sözlerini söyleyerek dini idrakin nasıl olması gerektiğini hatırlattı.
Peygamberimizin üç vasfı var ki…
Abdullah Yıldız, kutlu önderimizi tanımadan İslam’ı tanımamızın mümkün olmayacağını “Namaz konusuna geçmezden önce Peygamber efendimizin üç vasfına değinmek isterim: Bilindiği gibi o, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bu âlem ifadesini doğru anlamak lazım. Peygamberimiz (sas) bitkiler âlemi, hayvanlar âlemi, melekler âlemi gibi tüm âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir, amenna. Ama biz, Peygamberimizin bizi ilgilendiren tarafına bakmalıyız. Mesela iş dünyası bir âlem, ilim dünyası bir âlem, sanat dünyası bir âlem, siyaset dünyası bir âlem, kendi aile hayatımız bir âlemdir… İnsanın bedeninde başka âlemler vardır: Görme bir âlem, sindirim sistemi bir âlem, kan dolaşımı… birer âlemdir. Mesela, yeme içme konusunda Peygamber Efendimize uysak o bizim için bir rahmettir. Ama biz bu âlemde ona uymadığımız için rahmet elde edemiyor ve bunu kendimiz için zulme dönüştürüyoruz. Bu konuda ona uysak kuşku yok ki rahmet elde ederiz. Keza, yönetim hususunda Peygamberimiz gibi adaletten şaşmaz, helal haramı gözetirsek o âlemde de rahmet elde ederiz, işlerimiz kolay kılınır.” sözleriyle ve onun âlemlere nasıl rahmet olduğunu açıklayarak anlatmaya başladı.
Abdullah Yıldız, sözlerine “Ahzab suresinin 21. ayetinde Peygamberimiz için ‘usvetun hasene’ ifadesini kullanmıştır Allah. Peygamberimiz siyasetten ekonomiye, tıptan sanata, savaştan barışa kadar en güzel örnektir. Babalıkta en güzel örnek odur, bir eş olarak en güzel örnek odur… İşte Peygamberimizin (sas) bu şekilde örnek olmasını kendi hayatımızın içinde, insan hayatının içinde değerlendirmeliyiz. Bu örnekliği başka bir bağlama taşıdığımız an bu örneklikten yararlanamayız. Bu ayette Hendek Savaşı anlatılmaktadır. Müslümanların çok zor şartlar altında kalarak kuşatıldığı, bütün sahabenin şehadet beklediği bir kuşatmaydı üstelik bu. Bu şartlarda Peygamberimiz, kırılması zor bir taşı kırma anında kayadan çıkan kıvılcımlardan birisinin Müslümanlara Kisra’nın sarayının çökeceğini, diğerinin Bizans’ın yıkılacağını, üçüncüsünün de Yemen’i müjdelediğini söyler. Yani bırakın yenilmeyi aklından geçirmeyi, Müslümanlara üç farklı coğrafyada üç farklı hedef gösterir. Bugün İslam dünyası kuşatma altında. Kuşatma altında olan yerler dâhil, tüm Müslümanlar Peygamberimizin bu duruşunu kendine örnek almalıdır.” cümleleriyle devam ederek mükemmel önder portresinin nasıl olması gerektiğini anlattı bir anlamda.
O, yürüyen Kur’an’dır
Peygamberimizin bir insan ve bir nebi olarak ahlakını da “Üçüncü olarak da Kalem suresindeki bir ayette Peygamberimiz (sas) için “Ey Peygamber, sen güzel bir ahlak üzeresin” demektedir Cenab-ı Allah. Bu ayette de artık onun davranışları, insani yönü, bir insan olarak psikolojik durumu ve ruh hali öne çıkarılmaktadır. Bu ayet, Peygamberimiz Mekkeliler tarafından çeşitli iftiralarla dışlanmaya çalıştığı zaman gelmiştir. Ona mecnun dendiği, deli dendiği zamanlarda; iyice yalnızlaştırılmak istendiği bir zamanda gelmiştir. Bilindiği gibi Peygamberimiz (sas) bunlara hep sabretmiş, o yüce ahlakıyla kötülüğe iyilikle mukabele etmiştir. Şimdi Peygamberimizin (sas) bu üç durumuna baktığımızda, onun özellikle insanı doğrudan ilgilendiren çok önemli durumlarda mükemmel seviyede örnek oluşturduğunu görebiliyoruz. Elbette Peygamberimize başka açılardan da bakılabilir. Biz, sadece bu üçüne dikkat çekmeyi yeğledik.” sözleriyle anlattı Abdullah Yıldız.
Günümüzde Müslümanların İslam’ı tebliğ etmek yerine, diğer Müslümanlarla didişmek gibi vahim bir tuzağa düştüklerini “Okullara gidip öğrencilerin arasına katılarak onlarla biraz konuştuğumuzda, onlar bize dinin nasıl sunulması gerektiğiyle ilgili ilginç ipuçları veriyor. Onları gündemimize almamız gerekir. Farkındaysanız, şurada burada birkaç Müslüman ne zaman bir araya gelse hemen ihtilaflı konular açılıp onlar tartışılıyor. Bunlar ise enerjimizi alıp bizleri aşındırıyor. Oysa ayet çok açık: “Allah’a ve Resul’üne itaat edin.” Bu kadar açık ve anlaşılır bir ayet varken “Efendim, onu şöyle anlamalı, böyle anlamalı.” biçiminde hiçbir yararı olmayan sohbetlerden uzak durup enerjimizi yararlı şeylere kullanmalıyız. Düşmanımız, tarihte ne kadar ihtilaflı konu varsa onu gündemimize sokup bizi meşgul ediyor, birbirimizden ve gençlerden uzak kalmamızı sağlıyor. Bunlara dikkat etmek gerekir. Ayette “Nizalaşmayın, sonra içinize korku düşer, rüzgârınız (devletiniz) gider.” deniyor. Birbirimizle didiştiğimiz zaman kaybedeceğimiz şeylerin haddi hesabı yok. Birbirimizle uğraştığımız için de şu toplumun %95’ine ulaşamadığımızın farkına varalım. İstatistikler bizim gençlerin ve üniversite öğrencilerinin %90’ından fazlasına ulaşamadığımızı söylüyor. Biz yazık ki Müslümana karşı acımasız, küffara karşı ise merhametliyiz. Bu halimizin farkına varmalıyız. Biz, Peygamberimizin ‘yaşayan Kur’an’ olan ahlakını bugünlere taşıyacaksak işte bunları konuşmalı, bunlarla dertlenmeliyiz.” “Peygamberimizin Kadir gecesinin sabahında namaza başladığı rivayetlerini ciddiye almamız lazım. Kadir gecesi yaşananları, Peygamberimizin (sav) düştüğü o telaşlı hali hepimiz biliyoruz. Ertesi sabah Cebrail’in (as) yine gelip Peygamberimize (sas) abdest alıp namaz kılmayı öğrettiğini Tahirü’l Mevlevi’nin Müslümanlıkta İbadet Tarihi adlı kitabından öğreniyoruz. İlk günde Hz. Hatice’nin, ikinci günde ise Hz. Ali’nin namazı öğrenip namaza başladıklarını kayıtlardan öğreniyoruz. Peygamberimiz Mina’da, Kâbe’de ve fırsat bulduğu her yerde namaz kılıyordu. Müşrikler onun bu haline kızıp ona eziyet etmek için fırsat kolluyordu. Hatta bir seferinde namazdayken bir hayvan işkembesini üzerine attıklarını, bir defasında bayılana kadar giysisiyle boğazını sıktıklarını biliyoruz. Alak suresinin ilk ayetlerinde Peygamberimizden (sas) söz edildiğine dair müfessirlerin ittifakı vardır. Bu ayetlerden anladığımıza göre, namaz başladığı gibi, kâfirlerin de engellemeleri başladı. Bunu neden gündeme getiriyorum? Şundan: Bu konuda Müslümanlar gereksiz bir tartışma içinde de ondan. Oysa hepimiz biliyoruz ki tüm peygamberlere namaz farz kılınmıştır. Bu çarpıcı gerçek ortadayken sonuçta birbirini yalanlamayan bilgiler yüzünden neden enerjimizi bu konudaki detaylarda tüketiyoruz? Dikkat etmemiz gereken bu.” sözleriyle anlattı Abdullah Yıldız.
Tüm dinlerin ilkeleri aynı mıdır?
İnancın sürekliliği konusunu “Allah, bütün peygamberlere hep aynı temel ilkeleri, hep aynı sıralamada göndermiştir. Öncelikle Allah, kendisine imanı ister. Aynı zamanda Allah, hayat veren ve hayatı düzenleyip yönetendir. Sonra Allah, kendisine kulluk edilmesini ister. Ve Allah, kulunun kendisini hatırlaması için namaz kılmasını ister. Görüldüğü gibi, Allah önce kendisine iman edilip kendisinin ilahlığının bilinmesini istedi ve hemen ardından da kulluğun ifadesi olarak namazı istedi. Bu, Peygamberimizde de böyleydi, Hazreti Musa ve Hazreti İsa’da da böyleydi. Sonuçta dinin şu üç aşaması her peygamberde var: Allah’ın varlığına ve birliğine iman etme, peygamberlerin Allah’ın elçisi olduğunu kabullenme ve kulluğun ifadesi olarak da namaz ibadeti…” diğer peygamberlere emredilenleri de örnekleyerek bu şekilde açıklayan Abdullah Yıldız, sözlerine namazı anlatarak devam etti.
“Peygamberimiz (sas) dâhil bütün peygamberlerin tevhit mücadelesinde namaz mutlaka vardır. Çünkü namaz, tevhidin kıyama, kıraate, rükuya, secdeye, kadeye bürünmüş halidir. Genel olarak namaz, tevhidin et ve kemik bulmuş halidir dolayısıyla. Şuayip (as) halkına dinini tebliğ ettiğinde halkı ona “Sana bunları kıldığın namazın mı söyletiyor? Eğer sen bize bunlarda ısrar edersen biz seni sürgün eder ya da taşlayarak öldürürüz.” diyor. Şuayip (as) peygamberin bu teklifine karşı çıkan halkının, aslında kendisine ne teklif edildiğinin farkında olduğunu anlıyoruz. Onlar, Şuayip’in (as) kendilerine eski dinlerinden uzaklaşıp yeni bir dini, yeni bir hayatı, yeni bir ibadeti teklif ettiği için ona bu kadar şiddetli tepki göstermektedir. Yine Efendimizin (sas) namazının engellenmesi çabalarını unutmamak gerekir.” Sözleriyle namaz konusuna devam eden Abdullah Yıldız, kâfirlerin namaza neden düşman olduklarını anlatmaya başladı sonra.
Kâfir neden namaza düşmandır?
Kafirlerin namaza her zaman düşman olduklarını ve namaz üzerinden dini boğmaya çalıştıklarını ise “Peygamberimiz (sas) ferden veya cemaatle namaz kıldığında, müşriklerin onları engelleme çabaları hep oluyordu. Bunlardan birinde, bir sahabenin attığı deve kemiği bir müşriği yaraladı. Gerginlik arttığından namazın gizli kılınması gündeme geldi ama tam da bu anda “…evlerinizi kıblegâh yapın, namazı cemaatle kılın” ayeti geldi. Bu ayetten sonra Dar’ul Erkam günleri başladı. Bu ayetle Müslümanların evlerini vahyi anlamak, Kur’an’ı öğrenip idrak etmek, İslam’ı yaşamak için evlerin de mekân seçildiği bildirilmekle beraber, asıl önemli olan cemaat vurgusudur. Allah, Müslümanlar bir arada olup kaynaşsınlar diye, zor zamanlarda birbirlerine teselli olup yardımlaşsınlar diye Müslümanların bir arada olmasını emrediyor. Bu emir, her zamana ve herkesedir. Şimdiki halimizde biz, aramızda tartışma konusu olan detaylar yüzünden birbirimizle safta omuz omuza gelmekten kaçınıyor, basit fikir ayrılıklarını büyütüp birbirimize uzak düşüyoruz. Böyle yaparak camilerimizi biz boşalttık. Şimdi bazı yazıhanelerde, bazı dershanelerde, bazı mescitlerde, bazı kıraathanelerde birbirinin konforunu kaçırmayan, birbirine itiraz etmeyip hak veren hatta “Ne güzel düşünüp ne güzel yapıyorsun.” diyen insanlarla bir araya gelir olduk. Oysa camiye gitsek farklı düşünceye sahip insanlarla da bir araya geleceğiz. O insanlar farklı kaynaktan beslenmiş, farklı anlama biçimine sahip insanlardır ama bizim insanımızdır. Onlarla bir araya gelsek birbirimizi bilip birbirimizi sevmeye başlayacağız. Tecrübelerimiz bize birbirimizi seveceğimizi gösteriyor. Namaz Gönüllüleri Platformu olarak her cemaatten, her meşrepten insanla tanıştık ve kaynaştık. Bu tecrübeye dayanarak birbirimizi seveceğimizi söylüyorum. Bu platform dolayısıyla bir araya geldiğimiz rahmetli Abdulmetin Balkanlıoğlu ‘Ben bu insanları bu kadar seveceğimi düşünmüyordum.’ dedi ve aslında bunu diyerek tüm Müslümanların önyargılarına işaret etti. Bu önyargıları kırıp bir araya gelmemiz gerekir. Unutmayalım ki biz aynı dünyanın insanıyız, aynı endişeleri taşıyoruz. Sadece bazı şeyleri kavrama, bazı şeyleri uygulama yöntemlerimiz farklı.” sözleriyle anlatıp Müminlerin de zaman zaman bu tuzağa düştüklerini söyleyen Abdullah Yıldız, bu durumda müminin tavrının nasıl olması gerektiğini de şöyle anlattı:
Çağdaş firavunların kaderi bize bağlı
“Müslümanlar olarak biz bir araya geldiğimizde, çağdaş firavunlar da çok yakında önceki firavunların kaderini yaşayacaktır. Biz namazla ve oruçla Allah’tan yardım dilemeyi bilsek, biz ayrılıkları unutup birlik olmayı bilsek, İsrail bu zulümleri yapmaya devam edebilir mi hiç? Hatta İsrail diye bir devlet olabilir miydi hiç? Müslüman düşmanlarına karşı Müslümanlar ortak bir duruş sergilemelidir. Ayet, ‘Cemaatle namaz kılın ve Allah’tan böyle yardım dileyin.’ diyor. Bu ayeti en iyi anlayanlardan biri olan Selahaddin-i Eyyubi, yine Müslümanların darmadağın olduğu bir zamanda, herkesin mezhep meşrep kavgasına düştüğü bir zamanda, Haçlıların Anadolu’nun, Kudüs’ün içlerine girdiği bir zamanda, İslam coğrafyasının yaklaşık seksen sekiz yıl Haçlılar tarafından işgal edildiği bir zaman diliminde, büyük hayaller kurar. Bu hayaller İslam birliğini sağlama, Kudüs’ü işgalden kurtarma ve İstanbul’u fethetme hayalleridir. İşte o Selahaddin-i Eyyubi’nin “Dostlarıyla savaşanlar, düşmanlarını yenemezler.’ diye, günümüzü de anlatan muazzam bir sözü de vardır. Selahaddin-i Eyyubi, 1180 yılında bir konferans düzenleyerek ilk önce İslam birliğini sağlar. İkinci olarak da bu konferansta, çok yakında Cihad-ı Ekber ilan edeceğini söyler. Bunları yaparken bir yandan da ümmeti birleştirmek için ulemanın ihtilafa düştüğü konuları halkın önünde konuşmasını yasaklar. Bir gün Selahaddin-i Eyyubi bir cuma namazını Şam Emeviye Camiinde kılar ve burada etkili bir hutbe verir. İkindi, akşam ve yatsıyı da aynı camide kılar Selahaddin-i Eyyubi. Sabah namazı için de aynı camiye gelir ve görür ki bir gün önceki kalabalığın dörtte biri bile yoktur camide. Selahaddin Eyyubi o zaman cemaate dönerek ‘Allah bize sabır ve namazla benden yardım dileyin, diyor. Tamam sabrediyor, direniyoruz ama biz bu yarım yamalak namazımızla mı Allah’tan yardım dileyeceğiz? Dün Cuma namazında camiyi dolduran kalabalık, heyecana gelip şehadet dileyen o gençler nerede? Dün camiyi dolduran kalabalıklar ne zaman sabah namazında da camiyi doldurursa işte o zaman fetih için yürüyeceğiz.’ der. Selahaddin-i Eyyubi, bu tarihten tam sekiz sene sonra Kudüs’e yürür. Bu sekiz sene zarfında insanları camiye davet eder ve onları fethe hazırlar. Elbette kastedilen namaz, içi dolu, dinç ve diri kılınan bir namaz olmalı. Namaz, insanı diriltir. Biz de insanı dirilten namazdan bahsediyoruz. İşte Selahattin-i Eyyubi, sekiz sene sonra bakar ki camiler dolu, cemaat dışarı taşmış, işte o zaman yürüyüş emri verir.”
Gazze’nin sırrı ne?
Bir avuç Gazzeli Müslümanın arkasında dünyanın desteği bulunan İsrail’e karşı direnmesinin sırrını da “Şu an dünya üzerinde sabah namazında dolu olan camilerin olduğu tek yer, Gazze’dir. Bu yüzdendir ki Gazzeliler, silah ve insan gücü olarak karşılarında hiç derecesinde oldukları İsrail’e kök söktürmeye devam ediyor. İzzettin Kassam Tugaylarını duymuşsunuzdur. O Tugaylara sabah namazını evde değil, camide kılanları alıyorlar. O Tugaylardakilerin çoğu da hafız ve hepsi de ibadet konusunda çok duyarlı insanlar. Şehadete kilitlenmiş birer mümindir hepsi.” sözleriyle anlatan Abdullah Yıldız, kâfirlerin hep uyanık olduklarını da şöyle anlattı:
“1917’de Kudüs elimizden gittiğinde, Kudüs’ü alan General Allenby, Kudüs’ten hemen sonra Şam’a gider. Anlatılanlara göre Allenby, Şam’da Selahaddin-i Eyyubi’nin mezarına gider ve mezarı tekmeler. O tekmelemeyi doğru okumak lazım. O tekmelemeler aslında Selahaddin’e değil, İslam dünyasına atılmıştır. O tekmelerle Allenby ‘Ey Selahaddin, bak, yine biz geldik!’ demektedir aslında. Evet, Haçlıların saldırısı, tarihe göre geçmişte olup bitmiştir ama işin aslına bakıldığında, o saldırı daha yeni bitmiştir. Onlar Kudüs’ü bizden aldıklarında bitmiştir.”
Kuba Mescidi bize ne anlatır?
Her şeyi bize örnek olsun diye yapan Peygamberimizin (sas) Kuba Mescidini yaptırmasındaki bir hikmeti de “Hazreti Peygamberin (sas) namaza verdiği önemi anlamak için Mescid-i Nebi ve Kuba Mescidlerine bakmak gerek. Özellikle Kuba Mescidi’ne bakmak gerek. Dikkat buyurun, Peygamberimiz, sadece bir hafta kalacağı yere hemen bir mescit yaptırıyor. Bunu yaptırmayabilirdi çünkü bir hafta sonra oradan ayrılacak zaten. Ama o mescidi yaptırıyor çünkü Müslümanların namazlarını cemaatle kılmasını istiyor, böyle yaparak bize namazı cemaatle kılmamızın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor.” sözleriyle açıkladı Abdullah Yıldız.
Namazı yeniden ihya etmemiz gerektiğini “Camilerimizi yeniden asli fonksiyonlarına döndürmemiz gerekir. Kendi cemaatimize ait camilerde değil, farklı kanaatlere sahip Müslümanların bulunduğu camilerde namaz kılmaya özen göstermeliyiz. Çünkü namaz, Müslümanları bir araya getirir. Biz de bir araya gelebilmeliyiz. Peygamberimiz (sas), Müslüman olmak için kendisine gelen bir kabilenin “Biz zekât vermeyelim, cihada da gelmeyelim.” biçimindeki iki talebini kabul ederken “Biz Müslüman olalım ama namaz kılmayalım.” biçimindeki üçüncü talebi duyunca kesin bir şekilde “İşte bu olmaz!” der. Namazsız İslam olmaz çünkü. Bir bitki için kökü neyse İslam için de namaz odur. Namazsız dinde hayır yoktur. Kabile, Peygamberimizin (sas) bu kararlılığını görünce namaz teklifini geri çekerek kendilerine namazı öğretecek kişilerle beraber geri döner. Peygamberimiz de (sas) ashaba “Hele onlar bir namaza başlasınlar, diğerleri arkadan gelir.” diyerek tüm Müslümanlara namazın önemine ve dönüştürücülüğüne vurgu yapan çağlar üstü bir mesaj verir.” Gerçekten de o kabile, zekât zamanı geldiğinde zekâtı en önce veren, cihat olduğunda cihatta en önde savaşan kabile oldu. Namaz, işte böyle diriltici bir ibadettir.” sözleriyle anlatan Abdullah Yıldız, sohbetine hayır dualarla son verdi.
Ahmet Serin