Milletin kolektif hafızası olan tarih, aynı zamanda o toplumun geçmişine bakarak kendisine nasıl bir gelecek hazırlaması gerektiğini gösteren bilge bir kılavuzdur. Bu yüzden tarihi kayıt altına alırken hem doğru davranmalı hem de alabildiğine titiz olunmalıdır. Bu tarihi kayıtlar doğru tutulursa eğer toplumun yaşadığı dönüşümler ve bu dönüşümlerin nedenleri de çok iyi anlaşılır ve ona göre adımlar atılır.
Bilindiği gibi, günümüzde, özellikle ülkemizde manevi değerlerden uzaklaşmaya başladığı gözlemlenen bir genç kitle var. Bu genç kitlenin manevi değerlerden uzaklaşması bir vakıa. Bu vakıanın sebepleri toplum bilimciler tarafından iyi araştırılmalı ve önce bu olay anlaşılmalı, sonra da tedbir alınmalı. Bu sebeplerin neler olduğu araştırılırken geçmişe dönüp bakmakta yarar var. Çünkü bugünkü kuşağı inşa eden bir kuşak var ve o kuşağın çoğunluğu da geçmişte ruhları hırpalanmış, duyguları sistem tarafından zehirlenmiş bir kuşak yazık ki.
Alabildiğine iyi niyetli, alabildiğine masum olan dünün gençleri, şimdininse anne babaları olup çocuklarını büyütmeye çalışan o kuşağı zehirleyen olayları anlamadan bugünkü kuşağı, bugünkü kuşağın sorunlarını anlamak zor. O olayların neler olduğunu unutturmamak, sürekli gündemde tutmak, bir kuşağın acımasızca nasıl tahrip edildiğini anlamak bakımından da önemli. Ayrıca bu, bugün çocuklarını istediği gibi eğitememenin ıstırabını kalbinin derinliklerinde hisseden o kuşağı anlamak adına bir vefa borcu aynı zamanda.
Adını 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararlarından alan ve adına 28 Şubat Süreci denilen süreç, işte o kuşağı mahveden ahlaksız ve zalim sürecin adı. Hem devletin resmi kayıtlarına hem de toplumun sahih hafızasına “hain ve ahlaksız” sıfatlarıyla not düşülmeyi hak eden bir süreç. O süreç, tarihin akışını durdurmaya çabalamasının yanında bir kuşağı da tahrip eden sürecin adı zamanda. Bunun dışında, ülke, tarihin gördüğü en büyük soygunlardan birine de tanık oldu. 15 Temmuz kalkışmasının tohumları da yine bu dönemde atıldı.
Müslümanları yok etme girişiminin tanıklığı
Avukat Hüsnü Tuna, o süreci yaşayan, o süreçte masum ve mazlumlara yardım etmeye çalışan bir mümin. Konya eski milletvekili sıfatını da taşıyan Hüsnü Tuna, döneme dair tanıklığını Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nin 3 Mart Cuma geceki Cuma Meclisinde dinleyicilere aktardı. Bu sohbet, süreci bilenler için bir bilgi tazeleme, bilmeyenler için ise ülkenin yakın tarihine dair bir kazı çalışması oldu. Hüsnü Tuna, 28 Şubat Sürecini “Dindarlara yönelik fiziki, siyasi, sosyal ve psikolojik zulüm” diye isimlendiriyor tanıklığına dayanarak.
Hüsnü Tuna, 28 Şubat Sürecinde yaşananların Allah’a havale edilip geçiştirilmeyecek kadar önemli şeyler olduğunu söyledikten sonra sürece dair tanıklığını “1-Darbecilerin yaptığı zulümler, 2-Belirli aralıklarla tekrarlanan ve uzun süre devam etmesi arzulanan darbe süreçlerinin tekerrür etmemesi için bu tanıklıklar anlatılmalı. Ben de burada bunu yapıyorum. Bu süreç önemli çünkü bu süreç aynı zamanda 15 Temmuz sürecini de doğurmuştur.” sözleriyle anlatmaya başladı.
Sürecin, dindar yapıları etkisiz hale getirmeyi amaçlayan bir süreç olduğunu söyleyen Hüsnü Tuna, bu süreci hazırlayan şartları da şu sözlerle anlattı: “1980 darbesiyle topluma ve siyasete yön vermeye çalışan toplum mühendislerinin çalışmaları, kısa zamanda toplum tarafından püskürtüldü ve toplum manevi değerlerine sahip çıkarak yerli değerlere sahip yöneticilerden yana tavır koydu. Bu durum ülke içindeki vesayet kurumlarını ürküttü. Öte yandan dünya konjonktürü de böyle bir süreci uygulamaya müsaitti. Çünkü Batı dünyasının yeni tehdit algısı değişmiş, komünizm tehdidi yerini ‘İslami tehdit’e bırakmıştı. Böyle bir dış desteği de arkasında bulan vesayet kurumlarının gayrımilli unsurları, toplumu yeniden dizayn etme çalışmalarına başladılar. İlk çalışmalar, toplumu gerip Müslümanların suçlu olduğu algısını uyandıracak suikastlardı. Bu suikastlar birbiri peşi sıra gelmeye başladı. Öldürülenler hep ‘laik aydınlar’, öldürenler de hep ‘radikal dinciler’di nedense. Senaryo yazılmış ve adım adım uygulamaya konulmuştu.”
Müslümanlar şahlanınca neler oldu?
Hüsnü Tuna, Müslümanların hem siyasi hem ekonomik hem de sosyal alanda belirleyici güç haline gelmeye başlamalarının darbe sürecini hızlandırdığını ve uygulamaların giderek acımasızlaşmaya başladığını söyledikten sonra, o dönem yaşananları şöyle özetledi: “Müslümanlar hem siyasi hem sosyal hem de eğitim alanında göz kamaştıran çalışmalar yapıyordu. Bu çalışmalar, milletin desteğini iyice artırıyordu. İşte bu başarılar, vesayet kurumlarının temsilcilerini radikal kararlar almaya itti ve o gayrımilli temsilciler, sahip oldukları kurumlar aracılığıyla Müslümanların hareket alanını yasalarla daraltmaya başladılar. O dönemi simgeleyen en acımasız örneklerden biri, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi dekanı Kemal Alemdaroğlu’nun emriyle fakültede görevli uzman doktor Şükran Erdem’in demir parmaklıkla örülmüş bir alana hapsedilmesiydi. Dönemin zulüm simgesi isimlerinden olan Alemdaroğlu, dekanı olduğu fakültede görevli uzman doktorun doktorluk yapma hakkını engellediği gibi, o doktoru akademik çalışma yapmaktan mahrum ederek bir kafese benzeyen demir parmaklıkların arkasına hapsediyor, sadece zorunlu ihtiyaçları için kısa süreli olarak dışarıya çıkabileceği talimatını veriyordu. O uzman doktorun bunları hak etmesi ise bir suçtan dolayı değildi elbette. Alanında başarılı olan doktorun tek suçu, başını örtmesiydi.”
Dönemin Müslüman görünümlü gizli destekçisi
28 Şubat zalim sürecinin insanın ruhunu hırpalayan uygulamalarını anlatmaya devam eden Hüsnü Tuna, bu dönemdeki uygulamalara, daha sonra FETÖ ihanet şebekesinin lideri olduğu ortaya çıkan Fetullah Gülen’in şaşırtıcı bir şekilde destek verdiğini söyledi. Bu süreçte Müslüman bir kisve altında özellikle eğitim alanında yayılmaya başlayan FETÖ hareketinin, dönemin masum Müslümanlarına saldırmada vesayet kurumlarının gayrımilli temsilcilerinden hiç de aşağı kalmadığını şu sözlerle aktardı Hüsnü Tuna: “Her alanda durmadan hırpalanan hükümet, bir darbe de Fetullah Gülen’den alıyordu. Dönemin karakter suikastı yapan gazetesi Hürriyet aracılığıyla Fetullah Gülen, meşru ve yasal hükümete ‘Beceremediniz, gidin!’ diye ünlüyordu. Bu ünlemenin nedeni ilerleyen yıllarda ortaya çıktı. Türkiye’deki okullar arasında başarılarıyla göz dolduran imam hatip okullarının kapılarına anlamsız yasa ve yönetmeliklerle kilit vurulurken gizli ajandası bulunan eğitim kurumlarının önü açıldı. Gizli ajandası bulunan bu eğitim kurumlarında yetişen ve zamanla devletin tüm kademelerine sızmış olan bu kişileri biz, 15 Temmuz gecesi darbe yapmaya çalışan kişiler olarak gördük.”
Unutursak yok oluruz
Avukat Hüsnü Tuna “Bizler, milletimiz, yapılanları unutursak darbeciler ve derin yapılar tekrar uyanacaktır. Millete karşı 15 Temmuz darbe girişimi bu sürecin devam ettiğinin ve darbecilerin hâlâ ayakta olduğunun açık delilidir.” diyerek sözlerine son verdi.
Ahmet Serin